14 Ekim Pazar 2007
Gelmeden yaptığım araştırmada, Amsterdam’ın hemen dışında, küçük bir şato buluyorum. Şatonun en çok benim mi yoksa, çocukların mı ilgisini çekeceğine karar veremiyorum ama sokak sokak dolaşmaktan daha cazip görünüyor.
Nasıl gideceğimiz konusunda gardaki turizm information ofisinden bilgi alıp, tramvay ile Muiden yönünde son durakta inerek, oradan otobüs ile Muiderslot‘a doğru gidiyoruz.
Otobüs şöförü bizi indirince nereden binmemiz gerektiği konusunu da iyice tarif ediyor. Çünkü indiğimiz yer tam anlamı ile kuş uçmaz kervan geçmez misali. Biraz geriliyoruz. Tek dayanağımız bizimle beraber inen bir iki kişi. Bütün otobüs şöforlerinin benden daha iyi ingilizce konuşuyor olması da ayrıca sinir bozucu geliyor.
Kısa bir yürüyüş mesafesinde, tahta bir köprüden sonra yerleşim başlıyor. Acaba buraya gelmeye cesaret etmekle yanlış bir şey mi yaptık, burada Türk’te yoktur diye endişelenmeye başlamışken, kasabanın içerilerine doğru ilerledikçe, endişelerimiz uçuşup ruhumuz aydınlanıyor. Bu ne huzur, bu nasıl keyifli bir yer.
Kasaba oldukça mütevazı görünmekle birlikte, arabaların modellerine bakınca, buranın oldukça pahalı bir haftasonu sayfiye merkezi olduğunu düşünmeye başlıyoruz. Sahile doğru ilerledikçe de tekne sahiplerinin çokluğunu ve bu noktanın açık deniz çıkışı olduğunu görüyoruz. Şatoya gelmeden,yat limanı da kendini gösteriyor .
Muiderslot Şatosu, küçük ama iyi restore edilmiş bir yapı. 12.yy.da İtalyan bir banker satın almış ve restore ettirmiş ,yakın zamanda ise Rijkmuseum‘a devredilmiş. Rijkmuseum‘da burayı tamamen çocuklara tahsis ederek, çocukların kendi tarihi geçmişlerini öğrenmeleri için şatoda çeşitli etkinlikler düzenliyor.( www.muiderslot.nl )
Giriş kapısının üstünde, sanal bir oyunla düşmana kızgın yağ boşaltıyorsun ya da kuledeki odada prens, prenses kıyafeti giyerek salınıyorsun. Başka bir odada soğuk damga basmayı deniyorsun, yada kuşlarla nasıl haberleşildiğini öğreniyorsun.
Kapılar açıldığı zaman çocukların çığlık çığlığa koşmaları boşuna değil yani. Çaka, kulelerdeki dar merdivenlerden ürkmüş olsa da Çağan, bayağı eğleniyor, ben ise kendimi kaybediyorum.
Biz Türkler kesinlikle savaşçı bir milletiz, bunu da bu şatoda teyit etmiş oluyoruz.Sanırım genlerimizde var ve bizden boşuna korkmuyorlar.
Bir odadaki sanal oyunda, iki kişi karşılıklı olarak yaylı bir sehpanın üstüne at gibi biniyorlar ve zıplayarak önlerindeki ekrana yansıyan doğrultuda atları birbirlerinin üstüne doğru sürmüş olup, mızraklarla vuruşuyorlar. Eski dönem düellolarından. Yenmek için daha çok zıplamak ve önündeki ekranda doğrultuyu iyi ayarlamak gerekiyor.
Çağan denerken karşısına Hollanda’lı bir çocuk geçerek kendi kendine kaşınmış oluyor. 3 oyunun sonunda, diğer çocuk kazanacak gibi gözüküyorken dahi, Çağan zıplayıp zıplayıp onu mızrakla vurunca, Allah Allah nidaları atmamak için kendimizi tutuyoruz. Biraz kendimizi kaptırmış olmalıyız ki, yüzümüzde nasıl bir ifade oluştuysa, çocuk ürkerek kaçıyor. Dedim ya genlerimizde var, savaş oldumu illaki kazanacağız.
Nehir kenarında biraz oturup, bir cafede dinlenirken, böyle bir yeri nasıl keşfettik diye düşünmekten kendimizi alamıyoruz. Başka bir yerde örneğine rastlamak mümkün olmayan çocuklar için organize edilmiş şato şeklinde bir oyun alanı, son derece keyif verici huzur dolu bir kasaba. İstanbul’a dönünce, çocuklara, kendi tarihlerinin eğlenceli kısımlarını anlatmaya, en azından, tarihi yarımadayı biraz tanıtmaya karar veriyorum.
Dönüşte, otobüs şöförünün tarif ettiği şekilde, Türkiye’de olsa asla belirtilen saatte, asla bir ulaşım aracının, asla önünden dahi geçmeyeceği bir yerde, korku dolu bir yarım saat bekledikten sonra, tam denilen zamanda otobüs geliyor ve Amsterdam‘a dönüyoruz.
Birazda JORDAN denilen bölgeyi dolaşıyoruz. Burası aslında Yahudi Mahallesi. Pazar olduğu için herkes çoluk çocuk çıkmış güneşli havanın keyfini çıkarıyor. Tekne ile kanallarda dolaşanlar, bisikletin arkasına çocuğunu oturtup gezenler, yüzen evlerin damında eş dost oturup sohbet edenler veya meydanlarda buluşmuş gençler.
Merkez noktası olan, Norderkerk ‘in ( kilise ) önündeki küçük meydanda oturuyoruz, oldukça rağbet gören bir yere benziyor. Amsterdam‘ın her meydanı ayrı bir havada zaten.
Son kez bir tekne turu daha yapıp, şehre veda edelim istiyoruz. Jordan bölgesinden gar meydanına dönerken, Red Light bölgesinden uzakta olsakda, geçtiğimiz bazı sokaklarda malesef bir iki kırmızı ışıklı vitrine yakalanıyoruz. Çağan bayağı bir afallıyor. Bir anlam veremiyor. Doğrusunu anlatsak anlamayacağı için ve bu yaşta anlamasına gerekde olmadığı için, yalan söylemeyi seçiyoruz ve bu hanımların temizlik yaptığını söylüyoruz.( utanıyorum kendimden )Çocuk, bizim eve temizliğe gelen hanımı düşünüp, aradaki farkı çok şaşırtıcı bulmuştur sanırım. Babasının paniğini hissetmiş olmalı ki, herşeyle ilgili milyonlarca bunaltıcı soru sorarken, bu konu ile ilgili hiç bir şey sormuyor.Bu da bizim yalanımızı yemediğini ama üstelememesinin daha iyi olacağını hissettiğini gösteriyor.
İçerisi çok yoğun dumanlı ve dışarısıda tuhaf kokan cafe house’larında ne olduğu ile ilgilenmiyor Allahtan. Yinede çocuklar müthiş yaratıklar, garipliği hemen sezinliyorlar.
Dün geceki yemek hezimetinden sonra bu geceyi riske atamıyoruz. Aslında otelin çok yakınlarında Türk Lokantası var. En azından bulgur pilavı, çorba yada döner yer mi çocuklar diye bakınıyorum ama, Avrupa’da sağlığa aykırı yemek satma olasılığı olmadığını bildiğimiz halde, yinede güvenip cesaret edemiyoruz. Adında Türk olan bir yerde mutlaka bir üçkağıt bulunma riski de vardır ne de olsa.
Ve Mc Donalds’ın yolunu tutuyoruz. Orda başladık orada bitiyor. Sonradan farkediyoruz ki garın üst katı yeme-içme mekanları ile doluymuş. Burnumuzun dibinde göremedik.
Çocuklar panayıra doyarak, son gecenin iyice tadını çıkarıyorlar.
Bu gezide görüyoruz ki Amsterdam, çocuklar ile çok rahat gezilebilecek bir şehir.Yakın mesafelerde de enterasan eğlenceler mevcut. Aklımızdaki pek çok başka yer için vakit kalmadı, demek ki kısa zaman içerisinde Hollanda geneline bir başka gezi planlayarak, göremediğimiz lale bahçeleri, değirmenler, peynir fabrikaları, eğlence parkları gibi başka özellikleri de keşfetmeliyiz..
Hoşçakal AMSTERDAM , ya da görüşmek üzere…