13 Ekim Pazar 2013
Budha, Wat Pho, Seafood Market, Patpong Night Bazaar
Bugün Tayland’ın başkenti Bangkok’a geçeceğiz. Bu nedenle sabahın saat 04.00 ünde kalkmak durumundayız. Tur programı olduğu için ilk kez bu gezide aynı odalarda kalamıyoruz, çocukları paylaştık. Ve birimiz uyanmama sorunu ki bu büyük olasılıkla ben, yaşamayalım diye, erken kalkma meselesini rehber kadar bizde stres yapmış durumdayız.
Stres, uyandırma konusunu abartmamıza neden oluyor. Uyanma alarmı verdiğimiz her şey peş peşe gelip, Tekin telefon, rehber telefon, santral telefon, çalar saat, Çağan saat şeklinde abartılı bir silsile olunca kapıyı açıp yeter uyandım diye bağırasım geliyor.
Aşağıda rehber gruba kahvaltılık kumanya dağıtıyor. Oysa otelin kahvaltısı benim için bayağı güzel idi, dedim ya bir gece daha kalmalıymışız.
Singapur Changi havaalanındaki mağazalar dikkate değer bir kalite sergiliyor ama uçacağımız Thai havayolları sadece iki banko açınca sıra bayağı uzun sürüyor ve hiçbirine bakamıyoruz. Dedim işte Singapur’a tursuz gelmek lazımmış diye…
Uçakta hostesler geleneksel Thai kıyafetli hanımlar ve kırılgan bir kibarlık sergiliyorlar. Her an birileri kendilerine bağırıp çağırabilirmiş gibi çekingen bir nezakete sahipler. Thai Havayollarının sloganı da hanımların bu kibarlığına bir atıf ‘’Smooth like Silk ‘’ ( İpek gibi yumuşak ). Ama aynı nezaketi beylerinden göremeyeceğimizi kısa bir zaman içinde elim bir şekilde anlamış oluyoruz.
Uçak 72 sıralı dev bir uçak. Biz 60.sıradayız ve turdaki görgüsüz beyde 59.sıra ile ağzımın arası bir yerde. Biner binmez koltuğunu yatırıyor ve tuvalete giderken bile kaldırmıyor. Bu ‘’ben önemli adamım istediğimi yaparım, geri kalanlar ölsün ’’ mentalitesi biz Türklere özgü bir şey. Paranın eğitim ile birlikte gelmeyen orantısız kazanılması neticesinde oluşmuş, 1980’ler sonrası bir vahamet. Otoriter rehberden korkmasam kavga çıkarmak işten değil.
Kahvaltı veriyorlar, patates, yumurta, mantar, meyva. THY ikramlarından vasat görünüyor. Üç buçuk saat süren yolculukta mecbur biraz uyuklamaya çalışıyoruz zira benim kıpırdamam da mümkün değil zaten.
Bangkok’un Subvarnabhumi Havaalanında iniyoruz ve otobüslere doluşuyoruz. Otellere gitmeden önce kısa bir şehir turu yapılacak. Yerel kıyafetli hanımlar otobüsün kapısında herkese birer çiçek kolye veriyorlar. Buraya kadar kibarlık konusunda hala bir sorun yok hatta bu çiçek jesti herkesin pek bir hoşuna gidiyor.
Tayland kelimesi ‘’tebessüm diyarı’’ anlamına geliyor ve bu hanımlarda çiçek ikram ederek bunu kanıtlamaya çalışıyorlar. Ülkedeki 350 budist tapınağı ve buna bağlı olan Budist rahip sayısının çokluğu da insanların üzerinde sakinleştirici, affedici bir etki bırakıyor olmalı.
Havaalanından şehir merkezinde Phaya Thai noktasına hızlı tren ulaşımı var. O noktadan genelde otel yerleşimin ağırlıklı olduğu oteller bölgesine ulaşmak kolay. Başka hatlar ile de şehre dağılabiliyorsunuz. Ama saray ve tarihi merkezin olduğu tarihi bölgeye, modern ulaşım hatları yok.
Tayland, resmi adıyla Tayland Krallığı, eski adıyla Siyam, Hindiçin yarımadasında bulunuyor. Batıda Burma, doğuda Kamboçya, kuzeyde Laos ve güneyde Malezya komşuları. Güney kısmında Tayland Körfezi, batı kısmında ise Andaman Denizi yer alıyor.
Tayland 513.120 km² yüzölçümü ile dünyanın en büyük 51. ülkesi. Nüfusu ise yaklaşık 67 milyon ve bu Tayland’ı dünyanın en kalabalık 20. ülkesi yapıyor. Ülkenin resmi dili Tayca. Nüfusun % 95 lik bir bölümü Budist.
Tayland Krallığı Parlamenter Monarşi ile yönetilmekte. 1946 yılından beri tahtta Chakri Hanedanı mensubu kral IX. Rama bulunuyor.
Halk arasında ismi Krung Thep (Melekler şehri) olarak anılan Bangkok, Tayland’ın başkenti ve en büyük şehri. Kenti ikiye bölen ve diğer ismi Kralların Nehri olan Chao Praya nehri, kentte hayatın can damarı.
Bangkok, 1782’de Kral I. Rama tarafından kurulmuş. Güneydoğu Asya’nın en hızlı gelişen, ekonomik açıdan en dinamik ve en kozmopolit şehirlerinden biri olan Bangkok, Dünya Meteoroloji Örgütü ( World Meteorological Organization ) tarafından dünyanın en sıcak büyük şehri olarak tanımlanmış.
Bizde neden en sıcak şehir seçildiğinin kanıtını ilk gittiğimiz tapınağın merdivenlerini tırmanırken bizzat test etmiş oluyoruz. İlk önce içinde 5,5 ton ağırlığı ile paha biçilemez değerdeki Altın Budha heykelinin bulunduğu Wat Taraimit tapınağına gidiyoruz.
40 derecenin üstü vakum gibi bir havada dört katlı tapınağın en üst katındaki küçük odacıkta yer alıyor Altın Budha. İçeri ayakkabı ile girilmiyor ama yerler mermer ve tertemiz, sorun olmuyor. Yerli halk gelip dua ederek saygılarını sunuyorlar. Dışarıdan 100 baht ( 100 baht = 6 TL ) karşılığı hazır paketlenmiş, örtü, çiçek, meyve paketi alıp, gelip Budha’ya sunanlar var. Pek bir düzgün paketli oluşları akşam bu sunulanların toplanıp tekrar satılıyor olacağı fikrini doğuruyor bende. Bir çeşit tapınağa bağış yapmanın farklı bir yolu olmalı.
Budha
Budizm, yaklaşık 500 milyonu aşkın inananı bulunan bir din. İlk önce Hindistan’da ortaya çıkmış ve Asya’ya yayılmış. Hindistan’da zamanla etkisini yitiren Budizm, Güneydoğu Asya ve Uzakdoğu kültüründe etkisini günümüze kadar devam ettirmiş.
Bir felsefe olarak da tanımlanan Budizm’in hedefi, hayattaki acı, ızdırap ve tatminsizliğin kaynaklarını açıklamak ve bunları gidermenin yollarını göstermek. Budizm, eski Budist metinlerinde ‘uyanmış kişi – farkında olan’ anlamına gelen Budha kelimesinden türetilmiş.
“Tarihî Buda” da denilen Siddhartha Gautama, Budizm’in kurucusu olarak kabul ediliyor. MÖ 563-MÖ 483 yılları arasında yaşadığı tahmin edilen, bugün Budha olarak bilinen Siddhartha Gautama, Kuzey Hindistan’da bir prens olarak doğduktan sonra hayattaki acıları sona erdirmek için bir yol bulmak amacıyla krallığını terk etmiş ve yaptığı uzun çalışmalar sonucu ızdırabı sona erdirecek bir mânevî anlayışa Nirvana’ya eriştiği kabul edilmiş.
Hemen yakında , Golden Mount denilen Wat Saket tapınağının bahçesinde Çin takviminde yer alan 12 hayvanın heykelleri bulunuyor ve 318 basamağın tepesinde yer alan altın görünümlü bir ‘’stupa’’ dan dolayı bu adı alıyor. Stupa, ters çevrilmiş bir çan görünümü veren ( genellikle) bir çeşit Budist tapınağı.
Biz grup ile birlikte tura devam ederek, eskiden Saray tapınağı, kralın tapınağı iken artık halka açılmış olan Wat Pho’ya gidiyoruz.46 metre uzunluğu ve 15 mt. yüksekliği ile yatan Budha heykeli burada. Görülmeye değer diyeceğim ama tapınağa anca sığdığından tek parça bir bütün olarak göremiyorsunuz zaten. Budha’nın Nirvana’ya ulaştığı anı simgeliyor. Heykeli çevreleyen koridor boyunca 108 adet bronz kap konmuş, her birine bozuk para atarsanız uzun yaşayacağınıza, hayallerin gerçek olacağına inanılıyor. http://youtu.be/NPha3GnmYyM
Tapınağın bulunduğu eski sarayın bahçesinde ters çan şeklinde sivri tepeli yapılar altlarında Chakri hanedanlığının ilk kralları olan 1.Rama, 2.Rama ve ailelerinin küllerini barındıran mezarlar. Bu mezarları eşsiz yapan vurucu öğe, göğe yükselen çan formları değil her birinin üzerindeki seramikler ile yapılan akılalmaz detaylı süsleme işçiliği.
Dünyaya yayılmış olan Thai masajı da bu bu tapınaktaki rahipler tarafından keşfedilmiş. Masaj; iskelet, eklem ve kas yapısındaki gerginliği azaltarak acı ve ağrıları dindiriyor. Bu sayede vücudun esnekliği artarak iç organların düzenli çalışması sağlanıyor. Bunun için vücudun çeşitli noktaları üzerinde araştırma yapmışlar.
Bahçedeki küçük bir tapınak binasında Yedi Yılanlı Budha’yı, bir başkasında altın gibi görünen Budha’yı görüyoruz. Zaten Bangkok’taki tapınaklar silsilesi de beyaz Budha, siyah Budha, yeşil Budha şeklinde Budha’nın çeşitli form ve maddeler ile oluşturulmuş versiyonları olarak devam edip gidiyor.
Krallığın bütün parası bu tapınakların süslenmesine, bezenmesine ve Budha heykellerine harcanmış gibi görünüyor çünkü tapınaklardan çıkar çıkmaz yüzünüze çarpan sıcak hava ile birlikte şehrin esrimişliğinin tozu, toprağı ve bakımsızlığın pisliği oluyor.
Ama bu tapınaktan çıkışta birde yemek kokuları burnumuza doluşuyor çünkü kraliyet ailesinden biri vefat etmiş ve adet olduğu üzere isteyenin gelip yemesi için ortaya yerleştirilmiş masalarda yemek dağıtılıyor. Halktan bazı insanların ve halk bağışları ile yaşayan Budist rahiplerden turuncu kumaş kıyafetlerine dolanmış saçları kazınmış bir ikisinin oturup ikram edilenlerden yediklerini görüyoruz. Kendini rahipliğe adamış kişiler çalışmıyorlarmış ve halkın rahiplere sundukları ile yaşıyorlarmış. Bu nedenle özel olarak hazırlanmış yiyecek, sabun v.s. gibi temel ihtiyaçları içeren hazır paketler satan mağazalar bulunuyormuş, alıp rahiplere bağışlayabiliyorsunuz. Böyle bir cenaze yemeği olduğunda da gelip yememek saygısızlık olarak kabul ediliyormuş. Rehber grubu hızla otobüslere sürüklemese kesinlikle böyle bir saygısızlık yapmazdık.
Yol boyunca neredeyse her yer, her sokak, küçük araba tezgahlarda, envai çeşit yemek pişiren, meyva yada ne olduğu belirsiz yiyecekler satanlar ile dolu. İnsanlar genelde teneke barakalarda yaşadığı için mutfakları yok, bu yüzden günde 5-6 kere buralardan aldıkları ucuz yemekler ile besleniyorlarmış. Gerçekten de hemen hemen her tezgahta yiyen birileri olduğunu fark ediyoruz. Hiçbir hijyenik kaygıya gerek duymadan tozun toprağın ortasında yemek pişiriyorlar ve yiyorlar.
Bir tarafta göz kamaştıran paha biçilmez bir zenginlik diğer tarafta bize göre kabul edilemez bir sefalet. Buna rağmen genel olarak Thai halkının mutlu olduğunu anlatıyor yerel rehber çünkü Budha öğretisine göre ölüp tekrar dirileceklerine ve hayatlarının bir tanesinde nasıl olsa zenginliği tadacaklarına inanıyorlarmış. Bu nedenle izbeliğin yarattığı pis ve sefil karmaşa ile şehrin sokaklarına hakim olan pislik ve toz, kimsenin umru değilmiş gibi görünüyor. Yada değiştiremiyeceğini bilmenin boşvermişliği ile daimi bir gülümsemeyi ritüel haline getirmişler.
Kral ve ailesi halk tarafından çok seviliyor ve her şeyin üstünde tutuluyor. Krala ve Budha’ya söz söylemek büyük hakaret ve hapis sebebi. Muhtemelen net bir fark ile yan yana duran zenginlik ve fakirliği gören Batılıların söylenmemesi ve halkıda uyandırmaması için geliştirilmiş bir kuraldır bu diye düşünüyorum. Çünkü insanların bu sefaleti kabul etmesi sadece din ve inanış ile açıklanabilecek bir konu değil mutlaka altında bir bit yeniği vardır gibi geliyor.
Şehir merkezinde şöyle bir attığımız otobüs turunda gördüğümüz üzere bütün önemli yol ve kavşaklarda kralın ve aile fertlerinin büyük boy resimleri yer alıyor. Her an gözümüz üstünüzde demenin bir başka psikolojik yöntemi olmalı. En son, nispeten modern ve bakımlı görünen Bakanlıklar Caddesinden geçip, parlamento binasına göz atarak otele dönüyoruz. Şehrin en önemli alışveriş merkezleri ile ipek ve antika ağırlıklı dükkanların yer aldığı ana alışveriş caddesi Silom Road’dan geçmiyoruz.
Otel, Bangkok’un tarihi merkezinin biraz dışında, orta gelir seviyesine yönelik alışveriş aksında, otellerin sıkça bulunduğu, iyi bir bölge olarak kabul edilkebilecek Sukhumvit bölgesinde, İmperial Queen Hotel. Beş yıldızlı büyük bir otel olan yapı, 37-40 katlı ve yüzü eskiye dönük bir şıklık sergiliyor. Odaları eski tip olsa da yer olarak ana caddeye çok yakın.
Tur isteyenleri grup olarak 800 baht olan Thai masajı yaptırmak üzere şehir dışı bir yere götürüyor. Böyle topluca gidilen yerlerdeki hijyen konusundan emin olamadığımız için biz tercih etmeyerek daha sonra otelde yaptırmaya karar veriyoruz.
Ana caddeye çıkarak otele 500 metre mesafede bulunan Emporium Avm’ ye gidiyoruz. Caddeye çıkana kadar geçtiğimiz 100 metrelik sokakta her iki dükkandan biri ‘’foot massage’’ cı ve el sallayarak çağırıyorlar. El sallayışlarındaki arsızlık, meraktan ziyade ürküntü yaratıyor nedense bizde. Ayak masajcıların arasında da bir masa bir iskemle koymak usulü ile yemekçiler var, bir tane sokak terzisi ve bir tanede sokak berberi geçiyoruz. Arada bir 7/11 dükkanı ve bir iki nispeten kapalı mekanı olan bar.
Buna karşılık kendimizi kaçarcasına attığımız Emporium Avm şık ve uluslarası markaların olduğu bir yer, gelenlerde belli ki zengin ve elit bir kesim çünkü sokaktaki sefalet ile hiç bağdaşmayacak şekilde hemen girişteki açık pastanede İngiliz çayları ile İngiliz usulü beş çayı alıyorlar. Yine de dükkanlarda illaki bakıp alalım diyeceğimiz bir cazibe bulamıyoruz. Sokakların olumsuz etkisi yansımış durumda üzerimize.
Bir Portekiz restoranında Piri Piri Chicken yiyoruz. Portekiz acısı, Thai acısından beter yakıyor.
Seafood Market
Otelde biraz dinlendikten sonra tur ile birlikte bir başka Bangkok klasiğine ‘’ Seafood Market’’ e gidiyoruz. Bu tür marketlerden şehirde birkaç tane var. Bizim gttiğimiz Asya’nın en büyüğü ve sloganı ‘’ İf it Swim We have it ’’ ( Yüzüyorsa bizde vardır ).
Mekan gerçekten büyük, salon birkaç geçişli ve çok sayıda insanı aynı anda ağırlayabiliyor. Sınırlı içecek envai çeşit deniz hayvanı var. Balık çeşitleri az, okyanus hayvanları ağırlıkta.
Rehber özellikle okyanus balıklarının lezzetli olmadığını söyleyerek, King Black Prawn ( büyük siyah karides ) ve kalamarı tavsiye ediyor. Balıkları kesinlikle pişiremediklerini ve bu kalamar ve karidesleri bizim damak tadımıza göre özel olarak pişirteceğini söylüyor. Böyle söyleyince ister istemez ağzınız sulanarak şartlanıyorsunuz.
Ve sonuç olarak neredeyse turda herkes rehberin dediği ve aslında en pahalı ürün olduğu ancak kasaya geldiğinizde anlaşılan büyük siyah karidesler ve kalamarlardan alıyor. Kalamar, dev ıstakoz bacağı, büyük siyah karides, çocuklar bunları yemez diye canlı olarak aldığımız ve sepetten atlamaya çalışarak bizi panik eden bir balık, meyve, domates, salatalık ve ekmek alıp kasaya geldiğimizde ne yaptığımızı anlıyoruz. Ödediğimiz hesap pişirme parası olan 610 baht ile birlikte 4100 baht. Ne oluyor desek de aklımız hala rehberin sizin için pişirteceğim lafında, sineye çekerek bize ayrılmış masalara geçiyoruz.
Masalara rehber ile birlikte bir restoran görevlisi gelip aldıklarımızı yazıyor ve bize bir numara veriyor. Pişirme tarifleri vermesini beklediğimiz rehberin bu noktada yaptığı şey sadece alınanların adını söylemek …meyve,ekmek, karides… Yani tarif filan yok sadece restoran görevlisine kendi grubunun aldıklarını göstermiş oluyor. O noktada rehberin bize en pahalı ürünleri aldırmak için oldukça başarılı bir yönlendirme yapmış olduğunu anlıyoruz. Türkleri her zaman mideden vurabilirsiniz. Tayland’ın ilk gecesi önce kendi memleketlimiz tarafından dolandırılmakla başlıyor.
Bizim aldıklarımız ile mutfağa gidip bize geri gelen ürünlerin aynı olduğu da şüpheli bir durum iken menüdeki en lezzetli yiyecek de en ucuz olduğu için rehberin kesinlikle almayın dediği çocuklara aldığımız balık çıkıyor. Taze balık her zaman her yerde leziz, nasıl pişirirsen pişir. Diğer ürünler, özellikle methedilen en pahalısından King Prawn ise, uzun süre dondurulduğu için ve fazla büyük olduğu için lezzet fakiri.
Bu arada Kurban Bayramı olması nedeni ile yıllardır aynı apartmanda bir türlü karşılaşma ve selamlaşma fırsatı bulamadığımız komşumuz ile karşılaşıyoruz. Her yer Türk turları ile dolu olduğundan servis de aşırı yavaş bu arada. Bizde mecburen aynı masada oturduğumuz çocukları bizimkilerden bir boy büyük aile ile sohbet ediyoruz. Daha ileri yaştaki gençlerin sorunlarını dinleyip başımıza birkaç yıl içinde neler geleceği hakkında bilgi edinmiş oluyoruz.
Tam bir karmaşa, panik, kazık üçgeninde geçen gece bizim için Tayland günlerinin habercisi oluyor ama safız ya anlamıyoruz işte.
Seafood markete gelip bakıp, ortamı ve çeşitleri görüp kesinlikle yememek yada büyük beklentilere kapılmadan mütevazi takılmak lazım. Verdiğimiz bu paraya şık bir restoranda itiş tıkış ve kasa kuyruğu yaşamadan da aynı şeyleri yiyebilirdik sanıyorum.
Patpong Night Bazaar
Gecenin ancak 11.00 inde Seafood Market’ten çıkıp bu seferde ekstra tur olarak aldığımız Patpong Night Bazaar’a gidiyoruz. Bunlar sokak pazarlarının gece geç saatlere kadar açık olanları. Asıl özelliği tanınmış markaların çakmalarının bulunabilmesi. Turdaki herkes ucuz bir şeyler alır mıyım telaşında, biz nasıl bir yer anlama merakındayız.
Rehber Patpong Nigt Bazaar’ın girişi olan sokağın başında bırakıyor ve dönüş zamanını söylüyor. Bir merak girdiğimiz pazardan 100 metre gitmeden gerisin geri çıkıyoruz. Hayatımda böyle saçma sapan bir yer görmedim. İnsanların yabancı para ödeyerek gelip böyle yerleri gezmelerini de anlamam mümkün değil.
İllaki ucuz ve çakma birşeyler alma telaşında iseniz bunu uzakta aramaya gerek yok. İstanbul yada Bodrum bu konuda ( maalesef ) dünyadaki benzerleri ile yarışır. Burada satılan mallar kesinlikle herhangi bir markanın çakması olmadığı gibi ne olduğu da belli değil. Kalitesizliğin had safhasında elle tutulamayacak ıvır zıvır.
Caddenin ortasını kaplayan pazarın kenarındaki binaların alt katında GO-GO barları bulunuyor ve açık kapılarından orta sahnede dans eden az giyimli kızlar görülebiliyor. Biraz ilerleyince de ping-pong barlar başlıyor. Çocuklar ile daha ilkini görür görmez gerisin geri dönüyoruz zaten.
Tutucu insanlar değiliz ve hayatın gerçeklerini de çocuklardan saklamayı yanlış buluyoruz. Tayland’a karşı cins ile yapılan her türlü ucuz eğlence için geleni de eleştirmiyoruz, herkesin kendi tercihidir. Sadece eğlencenin daha nezih ve sıhhi ortamlarda olmasına, insanların bu derece ucuzlatılmaması gerektiğine inanıyoruz.
Ortam, mahalle, barlar bir felaket. Sokaklar yemek yapan, satan, yiyen, çöpünü atandan geçilmiyor. Bangkok’un fakir yüzünü görmek hoşumuza gitmedi. Fakirliği hakir görmek değil bu. Fakir olmak sefil olmak anlamına gelmemeli, sokakta yemek yapacak ve yiyecek paran varsa bunun sıhhi önlemleri de alınabilir. Bangkok’ta durum biraz fakirlikten başka bir şey gibi geliyor bize nedense.
Ciddi olarak bir şekilde mikrop kapacağız paniğine girmiş durumdayız çünkü sokaktaki gıda maddeleri ister istemez bir başka canlının, vebanın baş aktörü farelerinde yuvası.
35 milyar dolar serveti ile Tayland kralı dünyanın en zenginlerinden ve sokaktaki halk bu pislik içinde mutlu çünkü başka bir hayatta da o zengin olacak…
Buna kim inanır ? Kadir İnanır mı ?….
bangkok-4-gun-wat-arun-grand-palais
bangkok-5-gun-kanal-turu-yuzen-carsi
hong-kong-6-gun-bangkok-hong-kong
hong-kong-7-gun-hong-kong-adasi
hong-kong-9-gun-lantau-adasi-big-budha