Çocukla Geziyorum

HONG KONG – 8.gün MACAU

macau

18 Ekim Cuma 2013

Macau, Tsim Sha Tsui- Avenue of Stars

macau[1]Sabahın 6.30 unda kalkıp yenecek bir şey olmamasına rağmen alelacele kahvaltıya koşuyoruz. 8.00 itibarı ile otelden çıkıyoruz, 9.00’daki ‘’cotai water jet ’’ feribotu ile Macau’ya gideceğiz. Bizim biletlerimizi tur organize ediyor ancak bireysel olarak da acentelerden yada Victoria Harbour’dan bilet alınabiliyor. Ama Çin’e bağlı özerk bir bölge olsa da Macau, pasaportsuz gidilmiyor, bu nedenle biraz erken gelip pasaport kuyruğuna girmek gerekiyor çünkü Çinlilerde ancak pasaport ile gidebiliyorlar.

Eski Portekiz sömürgesi olan Macau, bmacauaşka ülke sayıldığı için ufak bazı freeshop mağazaları var. Buradaki freeshop mağazaların albenisi ise parfüm değil, göz alıcı ve geniş bir fiyat-kalite skalasında olan konyak ve viskiler. Yine başka bir ülke sayıldığı için, girerken verilmek üzere form dolduruluyor.

‘’Cotai water jet’’ dedikleri bizim bildiğimiz deniz otobüsleri, fiziksel olarak pek farklı değil. Bir saat beş dakika süren yolculuk, Hint Okyanusunda tam açılmadan, Guangzhou şehri ile nihayetlenen körfez ağzını geçerek ve körfezin okyanusa açılan genişliğine serpiştirilmiş adacıkların arasından Çin kıyılarına paralel seyrediyor.

karte-6-417[1]Limanda pasaport sırasında, deniz otobüsüne binerken ve içeride cam kenarı kapma hengamesinde bir efsanenin daha yıkıldığını görüyoruz. Uzakdoğulu insanların imrenilecek kadar abartılı kibarlığı diye bir şey yok. Taylandlıları gördük, Çinliler ise aleni kabalar. Fiziksel olarak üstün bir ırk olmayıp genelde ufak tefek sayılmalarına rağmen insanı ciddi olarak ittirip kaktırıyorlar ve umursamıyorlar. Kalabalık bir ülke olmanın zorunluluğu mudur nedir, sağ kalma dürtüsü gibi. Uzakdoğu’ya özgü hangi milletin mütevazi kibarlığa sahip olduğunu merakla bekler oluyoruz. Japonlar mı ? Tayvanlılar mı?

Ada olarak nitelendirilen Macau aslında Çin anakarasına bağlı bir yarımada. 1557’de Portekizlilerin bir ticaret üssü ve Çin’de misyonerlik çalışmaları merkezi olarak kurdukları Makao’nun yönetimi, 1887’de Çin macauhükümeti tarafından Portekiz’e bırakılmış. 1987’de Çin ile Portekiz arasında, Makao’nun 1999’da Çin’e geri verilmesini öngören bir antlaşma imzalanmış ve 1999’a kadar Portekiz hükümeti tarafından atanan bir vali tarafından yönetilmiş.

Macau, yarımada ve iki küçük adadan oluşuyor. Üç uzun köprü ile hepsi birbirine bağlı. Havaalanı ve feribot iskelesi de deniz doldurularak yapılmış.

Bir saatin sonunda feribotun yanaştığı küçük limanın arkasında bir de küçük havaalanı var ( Air Macau ). Burada bizi yerel rehber ve tarihi şehri gezdirecek otobüs bekliyor, bireysel macauolarak gelirseniz mesafeler çok kısa olduğu için taksi en doğru seçenek olacaktır.

400 yıllık Macau adasında, Unesco Dünya Mirası Listesine dahil ‘’The Historic Centre of Macau ’’ Macau tarihi bölgesi, 8 meydan ve 22 tarihi yapıdan oluşuyor. Doğu ve batı arasında önemli bir değiş tokuş noktası olarak, Çin topraklarında Avrupa mimarisinin yapılandığı ve konumlandığı tek bölge.

macauOtobüs bizi tarihi merkezin kalbi sayılacak St.Paul Katedralinin olduğu tepenin yakınında bırakıyor. Katedral, tipik olarak Portekiz mimarisi etkisi ile yapılmış bir Katolik katedrali. İlk batılı stildeki üniversite olan 1602-1640 tarihli St.Paul üniversitesinin bir parçası. Etkileyici olan kısmı ise, 1835’deki yangında tamamının yanarak sadece ön cephesinin ayakta kalmış olması. Özenle dik ve sağlam durması temin edilen bu cephe, kilisenin tamamının varolmasından daha fazla ilgi çekiyor.

Hemen önünde merdivenlerle indiğiniz St.Jesus meydanından dönüp yukarı baktığınızda, bir ortaçağ epik tiyatrosunun şehir dekoru olarak hazırlanmış gibi hissediyorsunuz. Tepede öylece bir kilise olarak değil adeta bir heykel gibi duruyor ve çok iyi bir fotoğraf fonu teşkil ediyor.

Mmacauerdivenlerin sonunda indiğiniz meydana açılan dar yol sizi, eski şehir sokakları arasından geçirerek St.Dominic meydanına çıkarıyor. Başka dondurmacı olmadığı için turistlerce bayağı rağbet gören bir Maraş Dondurmacısına, astığı Türk Bayrağına ve Galatasaray posterine şaşırarak bir selam veriyorsunuz. Sahibi de alıştığı Türk grubunu ve artık tanıdığı rehberi selamlıyor. Bir gün dünyayı yiyecek ile fethedeceğimiz fikrine artık kesinlikle inanıyorum böylece.

macauLabirentimsi dar sokakların üzerinde, kurutulmuş et, tavuk, domuz ürünleri satan dükkanlar ağırlıkta ve Portekiz’in ünlü ‘’nata’’ları da istisnasız her dükkanda bulunuyor. Küçük kremalı tartlar olarak tarif edebileceğim özlediğimiz bu tadı es geçemiyoruz.

Dar çarşı yine Lizbon’daki gibi geçişli meydanlarla son buluyor. Önce küçük bir meydanın arkasından büyük St.Dominic Meydanı ve bir kenarında 1784 tarihli Senado Binası olan eski belediye ile nihayetlenen Senado meydanı asıl etkileyici vuruşu yapıyor. Kolonatlı yapıların arasında kendinizi bir anda Lizbon’da sanıyorsunuz. Meydanı kaplayan zemin döşemeleri aynı Lizbon’daki gibi 5×5 siyah bazalt ve traverten taşlarla desenli olarak döşenmiş, çevreleyen binalar Portekiz mimarisinin kemerli arkadlı yapıları, sokak isimleri Portekizce. 1999’a kadar burada doğan Portekiz kökenliler Portekiz macauvatandaşı sayılıp AB pasaportu alıyormuş ama sonrasında artık bu uygulama kaldırılmış.

Neden Macau’ya ada dendiği daha net anlaşılıyor artık çünkü kendinizi tarihi şehir merkezinde gerçekten de Portekiz, Çin’in komşusu ve sizde bir adasını ziyaret etmişsiniz gibi hissediyorsunuz. Oysa tamı tamına neredeyse dünyanın iki ucundan bahsediyoruz.

Bmacauuluştuğumuz otobüsler ile yarımadanın burnunda yer alan A-Ma tapınağına gidiyoruz. Bu nokta Portekizlilerin ilk kez karaya ayak bastığı yer. ( Jorge Alvares )Küçük A-Ma tapınağı, adadaki tarihi değeri olan en eski tapınak ve adanın en eski yapısı. Denizin dar bir boğaz ile sokulduğu nehir etkisi yapan girintinin karşı kıyısı Çin ama geçilemiyor.

16.yy.da, Portekizliler tapınağa ilk geldiklerinde bulundukları yerin adını sorunca ‘’A-Ma Gau’’ cevabını almışlar ve bu isim Portekiz dilinde Macau olarak kalmış.

macauKüçük tapınağın biri Budist olmak üzere üç ayrı pavilyonu var. Her yerde tütsüler yanıyor özellikle üçgen koni şeklinde olanlar ilgi çekici. Bir ucundan yakılıyor ve o bitene kadar denize gidenlerin döneceğine inanılıyormuş.

Çin pavilyonunda metal bir kap içinde su var ve kabın geniş kalın kenarlarına ellerinizi sürterek suyu titretebilirseniz size şans getireceğine inanılıyor. Sarsmadan, düzenli hızlı ve ritmik hareketler gerekli. Kimileri yapıyor, kimileri yapamıyor.

Çeşitli inanış ve efsanelere fazla önem veren Uzakdoğuluların, Macau’da şans için ekstra bir çaba harcamalarının özel bir sebebi var. Macau, Uzakdoğu’nun Las Vegas’ı. Yani bir kumarhane şehri. 2002 yılına kadar bütün kumarhaneler ünlü Çin mafyası Stanley Ho’nun elinde iken bu tarihten sonra Amerikalı devler, Las Vegas kumarhaneleri  gelmeye macaubaşlamış, MGM, Venetian, Lynn, v.s. Yatırımlar halen devam ediyormuş çünkü Çinliler kumara inanılmaz derecede düşkünler. Öyle ki buradaki Venetian Hotel ve kumarhanesi, Las Vegas’tan daha büyük yani dünyanın en büyüğü.

Macau’nun, pek çok otelin yer aldığı modern şehir merkezinde bir otelde yemek yedikten sonra bizde bu kumarhanelerin en ünlülerinden birine gidiyoruz; The Venetian Hotel. Hotel bölümüne değil direkt olarak kumarhane ile birleşen AVM kısmına geçiyoruz. Tamamı yer altında bulunan 600 tane mağazanın olduğu alışveriş merkezi, Venedik görüntüsü ile inşa edilmiş, ana meydan da San Marco meydanı.

Otelin altında toprak altına gömülü olarak yapılmış bu devasa yapının ortasında, Venedik kanalları gibi su akıyor ve gondolla dolaşılıyor. Tavanlar gökyüzü gibi boyandığı için, açık havada Venedik’te dolaşıyormuşsunuz etkisi macauyapıyor.

Ve bu 600 mağazalık dev merkez yetmezmiş gibi birde yakındaki Four Seasons Otel’in alışveriş merkezi ile birleşiyor. Yer üstünde otobüs ile dolaşırken öyle kolay kolay fark edemiyor sadece aralıklarla otel yapıları görüyorsunuz ama yerin altı bir köstebek yuvası gibi milyonlarca dolarlık ürünün yer aldığı bir başka dünya. Kumarhanelerde dönen ciro ise milyarlar mertebesinde olmalı çünkü rehberin kibarlık edip 21 yaş altı grubun çocukları ile oturması sonucu girip göz attığımız casino’da bir dipsiz kuyu.

Casino oyunlarında ağırlık bir kart oyunu olan Baccarat masalarında ( punto banco- kuzey amerikadaki ismi ). Canlı rulet, blackjack ve Stad poker masaları daha sınırlı. Hatırı sayılır bir slot makineleri bölümü de var. Giriş ücretsiz.

macauŞansa bağlı kart gelmesi ile alakalı bir oyun olan baccarat masaları ve  diğer canlı oyunların masalarında  ‘’minimum bet’’ yani bir seferde yatırabileceğiniz en az para miktarı 500HKD ( 50 euro=25 USD gibi ) ki çok yüksek bir meblağ bu. Dolayısı ile sonsuz gibi görünen masalarda dönen para miktarı milyarları bile geçiyordur bu durumda.

Birde Las Vegas’ı görmeli kararı ile bu gezide özellikle görmek istediğim ilk yer olan Macau’ya hoşça kal deyip aynı deniz otobüsü ile Hong Kong’a dönüyoruz.

Hong Kong

macauSon gecemizi değerlendirmek adına otelden hemen çıksak da, iş çıkışı saatine denk geldiğimiz için sıkıntılı ve agresif bir trafik oluşmuş. Taksi kuyruğunda biraz bekliyoruz gelmeyince başka arayışlara giriyoruz. 600 mağaza ve kumarhane gezmiş olmanın yorgunluğu ile Tsim Sha Tsui yani boğaz kıyısına kadar yürüyecek hali bulamadığımız için üzerindeki tabelada Tsim Sha Tsui yazan boş geçen bir ‘’Light Bus’’ , bizim deyişimiz ile minibüs dolmuşa biniyoruz.

Ancak sorun şu ki şoför ile anlaşmak hatta kelime söylemek dahi mümkün olmuyor. Aynı bölgeye kadar taksi parası olan 20 HKD’ ını uzatıyoruz ve şoför parayı alarak hemen önümüzde duran şeffaf ve üstü kapalı boş bilet kutusuna atıyor. macauSonrasında yol boyu biz, bir kutuda duran paraya bir adama, adam, bir bize bir kutuya ve parada bir bize bir adama öylece bakıp duruyor ve bu Meksika üçgeninde kimse ne bir hamle yapıyor ne de bir kelime ediyor. İneceğimiz yere gelince inip, hala bize kutunun içinden bakmakta olan paraya el sallayarak elveda diyoruz. Gel de şimdi Uzakdoğuluları sev.

Sophia Coppola’nın 2003 yapımı, Bil Murray ve Scarlet Johansson’un başrolde oynadığı Lost İn Translation filmini hatırlıyorum ister istemez, Bill Murray’ın yaşadığı iç sıkıntısını, anlamadığı konuşmalarla insanın kendini kaybolmuşçasına çaresiz hissedişini…

Tsim Sha Tsui

Tsim Sha Tsui’nin doğu tarafında küçük bir AVM var ve buradaki restoranlarda ilgi hong kongçekici göründüğü gibi oldukça güzel de bir Hong Kong adası manzarası sunuyorlar ama heyhat hafta sonu olduğu için bu şık ve elit görünen restoranlarda yer bulmak mümkün olmuyor. Hong Kong Adası’nın  1 Michelin yıldızı olan ünlü Cantonese Restaurantı  Yung Kee’ye gitmemizde bu saatte olası değil. Oysa  1942’de açılan bu restoranın Michelin yıldızı haricinde bir sürü ödülü var ve Asya’nın en iyi restoranlarından birisi. Yung Kee özellikle ördek konusunda bir uzman ve tüm Cantonese mutfağından örnek yemekler tadılabiliyor. Ayrıca Dim Sum (Çin Mantısı)larıda çok ünlü fakat bu ünlü mantılarını tadabilmek için gündüz gitmek gerekiyor.

aveBizde sahildeki gezinti yolu olan Avenue of Stars’da dolaşarak bir gece önce tekne turu ile izlemiş olduğumuz Hong Kong manzarasını bu sefer yürüme temposunda içimize sindire sindire seyrediyoruz. Bu kordon boyu, ince bir saat kulesi olan Hong Kong Cultural Center’ın bulunduğu noktada Victoria Harbour’a dönmeden son buluyor ( yada başlıyor ).Yol boyu yerlerde Çinli artistlerin el izleri var. Bruce Lee’nin ise bir heykelini koymuşlar.

Son gecemizde illaki Hong Kong adası manzarası görmek istediğimiz için Harbour City AVM’de Londra’dan tanıyıp sevdiğimiz Pizza Express’e isim yazdırıp yarım saat beklemek usulü ile yer bularak clock_tower_hong_kong[1]girebiliyoruz. Hemen yanındaki bir başka çok şubeli BLT Steak House da ise isim bile almıyorlar. Hafta sonu her yer hınca hınç ve ağırlık batılılarda.

( www.pizzaexpress.com.hk ) Salata olarak ‘’new leggere’’ alıyoruz ki salata sevmeyen biri olarak bu kadar lezzet dengesine bayıldığım, hala tadını unutamadığım bir salata olmamıştı. Mozarella, avokado, kavrulmuş kabak, pancar, mercimek, yeşil fasulye, bebek ıspanak, karışık yeşillik, çam fıstığı, fesleğen ve balsamik sos. Pizzalar alıştığımız lezzette, ince, çıtır ama maalesef burada dondurmadan başka tatlı yok ve Çinlilerin zayıf olmasının nedeni de büyük olasılıkla tatlı kültürlerinin olmaması.

Dönüşte duraktan bindiğiniz taksimetreli taksi kuyruğu metrelerce uzadığı için yoldan çevirdiğimiz bir taksiye fiyat soruyoruz ve taksimetre ile 20 HKD olan yere 100 HKD isteyince artık Uzakdoğulular bizim gözümüzde kesin olarak üçkağıtçı, dolandırıcı sıfatını yiyorlar. Acaba onların 123parasına göre çok düşük olan Asya paraları yüzünden ukala Avrupalı ve Amerikalılar mı bu insanları böyle yabancı görünce kazıkla mantığına alıştırdı ? İstisnasız herkes mi dolandırıcı olur ya ?

Metroya da binmeye üşenip, ılık bir hafta sonu akşamında herkes sokaklarda dolandığı için bizde yürüyerek dönüyoruz otele. Hong Kong bizim için dünyanın bir ucu, Asya için ise dünyanın merkezi. Dolandırıcı ulaşımcılar hariç Hong Kong’u sevdiğimizi düşünüyoruz. Baskın Çin kültürü tarafından biraz gölgelenmiş çok uluslu kozmopolit bir yapıda ve şehrin fiziksel yapısından ziyade simgeledikleri sizi daha fazla etkiliyor.

Hong Kong adasının renkli ışıklarına veda ediyoruz son gecemizde, bir daha gelir miyiz yada kim bilir ne zaman geliriz ? …

singapur-bangkok-hongkong-ekim-2013

 

hong-kong-9-gun-lantau-adasi-big-budha

Hong_Kong_Skyline,_as_seen_from_the_Avenue_of_Stars,_Tsim_Sha_Tsui,_Hong_Kong[1]

Paylaşın: