Çocukla Geziyorum

MÜNİH – 2.gün SWANGAU,FÜSSEN

20 Mayıs Perşembe 2010

Dün buz gibi getirdikleri çay suyu konusunda bugün ısrarla çok sıcak olsun desem de yine ılık getiriyorlar. Yurtdışındaki en ciddi sıkıntı maalesef demleme çay kültürlerinin olmaması. Çay sanatının farklı boyutlarını görmek için İngiliz beş çaylarını denemeye ya da Uzakdoğu’ya gitmeye  takıyorum bu sabah, yakışıklılığından dolayı kızamadığım Alman genç yine az ısınmış su getirince.

Kahvaltı güzel, kahvaltı salonunun manzarası Isar nehrinin koluna bakıyor. Nehir kenarındaki dar yeşil alanı, hemen bir ‘’biergarten’’ yaparak değerlendirmişler. Bizdeki çay bahçesi esprisi, Münih’te bira bahçesine dönüşmüş durumda.

Bugünü, Münih gezimizin anlam ve önemini oluşturan Neuschwanstein Şatosu’nu gezmeye ayırıyoruz. Şatonun bulunduğu Swangau kasabası, Münih’e tren ile yaklaşık 1 saat uzaklıkta. Münih’in merkezinden kalkan çok sayıda tur şirketi  otobüsler ile Almanya’nın en çok ziyaret edilen bu şatosuna rehberli günübirlik turlar düzenliyorlar. Biz tren ile gitmeyi tercih ediyoruz. Ancak 066haritalardan ve Google earth’den baktığımızda Almanya’nın neredeyse ‘’dibi’’ sayılacak bir konumda olması, ulaşma güçlüğü yaşayacakmışız hissi verdiğinden, biraz  tedirgin durumdayız.

Münih ana garı Hauptbahnhof’dan kalkan tren, Swangau kasabasına en yakın merkez olan Füssen’e kadar gidiyor. Yaklaşık 1-1,5 saat kadar süren tren yolculuğu ,batıda Bodensee Gölü’ne ,doğuda da Lach Nehri’ne uzanan , Allgau bölgesinin tam ortasından  seyrederek, Almanya kırsalının en ünlü bölgelerinden birini bize gösteriyor.

Trenden son durak olan Füssen’de iner inmez, neredeyse trendeki bütün yolcular, küçük istasyonun hemen yanında Swangau’ya gitmek üzere trenin gelmesini bekleyen iki belediye otobüsüne doluşuyor. Biz kime sorsak nasıl gideriz tarzında bir Türk yaklaşımı ile endişelenirken, Almanlar Füssen’e ancak turist gelir diye düşünüp, tren saatlerine göre otobüs, trene binen kişi sayısına göre de iki otobüs organize etmişler.

Hem hayrete düşüp, hem rahatlamışken, Deusche Bahn (DB )(Alman Tren Yolları )biletimiz olduğu için belediye otobüsünün  bedava olduğunu öğrenince daha bir şaşırıyoruz.

Oldukça sevimli bulduğumuz küçük Füssen merkezini geçip, Swangau’ya doğru ilerliyoruz. 10 dakika bile sürmeyen yolculuk, kırların ilerisinde, bir tepenin üzerinde, sisler arasında Neuschwanstein Şatosu‘nun görünmesi ile bir anda büyülü bir atmosfere bürünüveriyor.( www.schwangau.de )

Otobüsler, yolcuları son durak Swangau’nun meydanında bırakıyorlar. Bu noktadan sonra tepeye çıkmak için at arabaları mevcut ki şatonun çok kısa mesafe yakınına kadar 069götürüyorlar. Sadece 1 euro’ya, shuttle belediye otobüsleri de, şatonun daha üzerindeki tepeye, Marienbrücke ( Maria Bridge ) nin bulunduğu noktaya çıkartıyorlar. Buradan aşağı şatoya inmek tırmanmaktan daha cazip olarak görülebilir. Tamamen yürüyerek tırmanmak da, sporcu kimliğe sahip olanların tercihi.

Yukarı çıkmadan önce, at arabalarının bulunduğu noktadaki ‘’ticket center’’dan, şatolar için bilet almak gerekiyor çünkü yukarıda bilet satışı yok. Yürüme mesafesinde bulunan diğer şato Hohenschwangau Şatosu da gezilmek istenirse, kombine bilet almak daha ekonomik.

Hohenschwangau Şatosu, Neuschwanstein Şatosu’nu yaptıran Bavyera Kralı II.Ludwig’in babası II.Maximilien’in yazlık ikametgahı. Ludwig’de kendi hayallerinin gerçekleşmesi sürecini bu şatoda kalarak takip etmiş.

Hohenschwangau Şatosu’nun bir başka özelliği ise Kral Ludwig’in amcasının Yunanistan’a yaptığı bir ziyaret neticesinde İstanbul’dan etkilenerek, şatonun bazı tavan resimlerinde Beylerbeyi, Küçüksu manzaralarını kullanmış olması.

Çocuklar direkt olarak at arabalarına saldırdıkları için biz farklı alternatifler üzerinde duramadan, oldukça iyi bir bedel ödeyerek, at arabasının en önüne, arabacının yanına sıralanıyoruz. Atlar da Almanlar gibi oldukça büyükler. Özel bir ırk olmalı, çünkü gördüğümüz sütçü beygirlerinin iki katı genişliği ve iriliğine sahipler.

Yola koyulunca tam önümdeki dev at, biraz sorun çıkararak ilerlemek istemiyor. Ağır mı geldik hayvana diye düşünürken, açı olarak tam göz hizamda bulunan, dev atın, dev poposuna bağlı dev kuyruk havaya kalkıyor. Eyvah bile diyemeden, yüzümün nerdeyse 3 katı büyüklüğündeki popodan hayvacağızın mecburi hacetini seyretmek durumunda kalıyoruz. Dev hayvanın dev hacetini devasa kokular eşliğinde seyrederek, iyiki kuru fasülye yememiş diye şükretmekten başka bir şey yapamıyoruz.

Diğer atında aklına başka bir şey gelmeden, şatonun kırmızı tuğla kaplı ana giriş kapısına ulaşıyoruz. ( www.neuschwanstein.de ) Şatoya rehbersiz girişi kabul etmiyorlar. Giriş için numara alarak numaramızı kapsayan grubun girmesini baklerken etrafı dolaşıyoruz. Bu 094moktadan bile Alplerin etekleri ve alabildiğine uzanan yeşillikler göz okşuyor.

Şato, Forggensee, Alpsee ve Schwansee ( Kuğu Gölü )göllerine hakim muhteşem bir dağ manzarasına sahip. 1869-1886 yılları arasında, II.Ludwig tarafından bir tiyatro mimarına yaptırılmış. Çeşitli tarihi tarzların bir araya getirildiği bu şato için Kral Ludwig II, neredeyse kısa hayatının ve servetinin tümünü harcamış. Sonuç, kendisini akli dengesizlikle suçlanmaya ve intihar mı yoksa suikast mı olduğu belirlenememiş bir erken ölüme götürmüş.

Şatonun etkileyici konumu ve masalsı dış cephesi gibi iç dekorasyonuna harcanan emek, para ve detaycı hayal gücü, şatoyu gezmeye başladığınız anda sizi sarmalıyor.

Sadece ikamet edilen bölümlerin gezdirildiği rehberli turda, 1.kattaki meşe kaplamalı hizmetlilerin odasını geçerek, asla bitirilememiş 2.kattan, kralın özel bölümü olan 3.kata ulaşılıyor. 3.kat ve 4.kat, bir kralın yalnızlığını ve içinde yaşattığı romantizm ile dehayı nasıl birleştirdiğini gösteren etkileyici ve ihtişamlı görsel bir şölen.

Sahip olduğu imkanların ve mahiyetinin görkemine rağmen, akşam yemeklerini mutlaka tek başına yediği küçücük masasının yer aldığı yemek odasından yatak odasına geçince, pek çoğumuzun yatak odasından daha küçük olan bu meşe kaplı odaya dünyalar sığdırılmış olduğu görülüyor.

Dini inancına kuvvetle bağlı olan II.Ludwig’in karyolasının çatısı, Notre-Dame kilisesini andıran gotik bir kilise maketi olarak tasarlanmış ki sadece buradaki ahşap işçiliğinin yapımı dört yılda tamamlanabilmiş. Sarayın tamamında görülebilen kraliyet rengi gök mavisi, yatak odasında göz alıcı bir parlaklık segiliyorsa da odanın dekorasyonunda ki vurucu öğe, duvar resimlerinin ‘’Tristan ve İsolde’’ hikayesinden pasajları içermesi. Bu resimlerin yoğun duygusallığı, hiç evlenmemiş olan kralın ulaşamadığı gizli bir aşkı olup olmadığı sorusunu  akla getiriyor. Kız kardeşi ile 8 ay nişanlı kalıp ayrıldığı bir başka 19.y.y. aristokrasi trajedisi kahramanı, kuzeni, Bavyera Düşesi Avusturya –Macaristan İmparatoriçesi Elisabeth ya da daha bilinen adı ile ‘’Sisi ‘’, söylentilere göre en güçlü aday.

Çalışma odasından geçilen bölüm, şatonun kral dairesinin  vurucu noktalarından bir diğeri. Wagner’in Tannhauser operasından esinlenilerek yapay kayalarla oluşturulmuş mağara, kısa bir dehliz ile kralı, bir dağın kovuğundan Swangau gölünü seyrediyor hissini verecek şekilde düzenlenmiş olan balkona çıkarıyor.

3. ve 4.katı kaplayan heybetli kraliyet salonu, mimari zarafetin ve estetiğin sergilendiği bir Bizans sarayının ideal kopyası adeta. Tüm sarayda yaklaşık olarak 1 milyon adet kullanılan kraliyet sembolü kuğu figürleri, bu salonda da göze çarpıyor. Salon, altın, emaye ve  mozaiklerle bezeli. Büyük Salonun duvar resimlerinin ‘’Kuğuların Şövalyesi ‘’ olarak bilinen Lohengrin efsanesine adanmış olması bu efsanenin genç kralı etkilediğini ve ona ilham verdiğini gösteriyor.

4.Katta yer alan ‘’Şarkıcılar Salonu ‘’ freskleri ise, 1885 yılında F.Pilory tarafından yapılmış ve yine Wagner’in Parsifal efsanesine yer veriyor. Wagner, kralın hayranı olduğu bir müzisyen ve neusuntitledkral onu himaye ederek desteklemiş  ilişkilerini zamanla arkadaşlığa dönüştürmüş. Hayatının anlamı olan şatonun duvar resimlerinde çoğunlukla Wagner operalarından pasajlar yer alıyor  ancak ironik olan, Wagner’in bu şatoya hiç gelme fırsatının olmaması ve Kral Ludwig’inde hayatını verdiği bu şatoda sadece 3 hafta kalabilmiş olması. Şato ölümünden 6 hafta sonra halka açılmış.

Walt Disney’in de etkilendiği  ve ‘’Güzel ve Çirkin ‘’masalının mekanı olarak kullandığı şatodan çıkınca, gerçek dünyaya adapte olmakta bir müddet zorlanıyoruz. Masallar, efsaneler, ihtişam, trajedi… Çağan’ın şatoyu 3638286434_7229a34dbc_z[1]gezerken gördüğü içinden nehir geçen bir yarın üzerine asılmış, Marienbrücke’ye gidelim konusundaki ısrarlı çekiştirmeleri ile kendimize geliyoruz. Daha tepeye tırmanmak gerekiyor, şatoda katlar çıkıp üstüne yokuş tırmanmak zorunda kalınca, Çağan’a söylenirken son nefesimde köprünün okunu görüyoruz.

İki tepeyi birbirine bağlayan bir uçurumun iki yakasını birleştirmek amaçlı yapılan asma köprü, üzerinde sayısız insanda olduğu için beni korkutuyor. Ancak şatonun en güzel görüntüsünün bu noktada olduğunu söylemek gerekir. Kral Ludwig’de buradan şato inşaatının gidişini seyredip gerektiğinde müdahalede bulunuyormuş.

Muhteşem dağ ve göl manzaraları, tırmanmak, uçurum heyecanı, masal dünyası ve bol oksijen hepimizi çarptığı için aşağı otobüs shuttle ile iniyoruz ki kullanan hanım şoför, dar ve virajlı orman yollarına fazla aşina olduğu ama biz olmadığımız için, aşırı hızlı ve rahat kullanınca, tüm bunların üstüne bir de devrileceğiz stresi yaşatıyor.

füssenSisler içindeki şatoya ve Kral’a veda edip Füssen’e dönüyoruz. Füssen, önemini ortaçağda yaşamış küçük bir kasaba. Tepede bulunan Augsburg prens-piskoposlarının sarayına uzanan yaya caddesi tek merkezi aksı. Kısa bir yürüyüşle bu caddeyi şöyle bir dolaşıp 1700’lerden beri var olan Dallmayr ( www.dallmayr.com ) ürünlerinin satıldığı, hoşumuza giden bir pastanede biraz dinlenerek, muhteşem beyaz çikolatalı pralinler alıyoruz.

Münih’e döndüğümüzde, bir gün önce mutlaka diye düşündüğümüz Hofbrahaus’a gidiyoruz akşam yemeği için. Çocukların olması sorun yaratmıyor. Saat geç olmamasına rağmen oldukça arkalarda dört kişilik yeri zorla buluyoruz. ( www.hofbraeuhaus.de ) 1589 Bavyera Dükü Wilhelm V tarafından kurulmuş bir bira evi burası. Mekanda bugün 4500 kişi aynı anda bira içebiliyor. Bira üretimi ile başlayıp bira evine dönüşmüş. Kendi ismini taşıyan biraları, Almanya’nın en tanınmışlarından.

Bize servis yapan garsonun önce farkettirmeyip, biz ne yiyeceğimizi anlayamayınca mecburen müdahale etmesi ile Türk olduğunu anlıyoruz ve onun tavsiyelerine uyuyoruz. Almanlar biranın yanında çoğunluk olarak dana budu boyutundaki fırında domuz budu yiyorlar. Ellerinde  sürekli olarak, yine dev boyutta ( Almalarda bize göre dev boyuttalar ) kıvrık kraker tipinde aynı tada sahip Bretzel’lerle dolaşan garson kızları da  boş çeviren yok. Bizde biranın yanında illaki tuzlu çerez yada cips yeniyorsa, onlarda mutlaka bu bretzel simitleri yiyorlar.

Meşhur Alman sosislerinin domuz ürünlerinden yapılıyor olması dolayısı ile garsonun önerdiği ne olduğu pek belli olmayan yemeği yiyoruz ama ne yemek, ne illa deneyelim dediğimiz buğday birası ne de garsonun Türkçe konuşmaktan ve Türklerle konuşmaktan kaçınıyor gibi görünen tavrı hoşumuza gidiyor.

Amaç sadece Almanların birahane ortamını görmek olduğu için çok da üstünde durmadan, aklımızda hala şatonun masalları ile otelimize dönüyoruz.

Artık bizim için , alem buysa kral, Ludwig II…

munih-3-gun-salzburg-rathaus

munih-4-gun-legoland

munih-5-gun-olympiapark-english-garden

 

neuschwanstein-satosu-almanya-swangau

neuschwanstein-satosu-bir-kralin-masal-dunyasi

neuschwanstein-castle-germany-pictures[1]

Paylaşın: