Çocukla Geziyorum

OSLO- 5.gün CITY CENTER,VİGELAND

17 Kasım 2010 Çarşamba

220px-Oslofjord_svgYatakta dönmek isterken iki kez kafamı üst ranzaya vurmak ve Çaka’ nında ayağını burnuma sokması haricinde sorunsuz bir gece geçiriyoruz. Aynı anda uyandığımız için banyoya girip çıkmak ve giyinmek gibi oda içindeki faaliyetler, biraz sıkıntı yaratıyor. Yapılması gereken işleri sırayla yapmak usulü ile hareket alanının yetersizliğine çözüm bulmuş oluyoruz.

Bütün gece ilerleyen gemi, sabaha doğru Oslo Fjord bölgesine girmiş oluyor. Gemi, Kopenhag’dan çıkıp İsveç ile aralarındaki dar boğazı geçerek, gece İsveç kıyılarına paralel Kuzey Buz Denizi‘nde ilerliyor ve sabaha karşı, ucunda Oslo şehir merkezinin bulunduğu Norveç’in, Oslo Fjord adı verilen körfezine giriş yapıyor. Bizde ilk kez 24 saat içinde, fiziki olarak üç ayrı ülkede bulunmuş oluyoruz. Kopenhag-Danimarka,  Malmö-İsveç ve Oslo-Norveç.

Kahvaltı için kapıların açıldığı saatte salonda olup, en ön masaya oturarak, geminin önündeki geniş camekandan, OsloFjord manzarasını hayranlıkla seyrediyoruz. Burası dar bir körfez, etrafındaki kıyılarda, tepeler üzerinde küçük evlerle dolu küçük yerleşimler var. Yılın ilk karları yağdığı için hafifçe karla örtülü olmaları romantik bir görüntü vermiş ama kar bizi biraz ürkütüyor.

oslofjord[1]Pürüzsüz bir denizde sakince ilerleyen geminin en önünde sıcak çaylarımızı yudumlayarak karlı köy evlerini, hafif karlı küçük tepelerin yarattığı yumuşak hareketi seyrederken, servis yapan garson ‘’Türk müsünüz ?’’ diye soruyor İngilizce olarak. Kendisi Yunan olduğu için bazı Türkçe kelimeleri yakalamış. Komşumuza bir selam verip, Oslo Körfezi’nin güzelliğine kapılıp gidiyoruz ve sonuçta odaya inmekte gecikiyoruz.

Gemi Oslo Limanı’na yanaştığı zaman  ancak odaya indiğimizde, diğer odalarda kalanların çoğunun çıkmış olduğunu görüyoruz. Zaten fazla dağılmamış olduğumuz ve dağılacak da yer olmadığı için sorun etmeden çıkmaya hazırlanırken odada bir ses yankılanıyor. Bize hitaben söylenen, odayı hemen terkedin tarzındaki cümleyi genel kanaldan yapıldığı için muhtemelen bizimle birlikte gemideki diğer 2000 kişinin de duymuş olduğunu varsaydığımız anonstaki, ’immediately’’ kelimesi, çok sevimsiz geliyor.

Sonuç olarak kimse kolumuzdan tutup çıkarmıyor, anlıyruz ki kapıların açık olması sistemin görmesi için gerekli imiş, kapıyı açık tutup fazla oyalanmadan çıkıyoruz. Gemi, akşamüzeri saat 17.00’te tekrar Kopenhag için hareket edeceğinden acele ettiklerini anlıyoruz. Kapılar kapalı olunca odada uyuyoruz filan sanıyorlar herhalde diye düşünüyoruz yoksa  ‘’immediately ‘’ kelimesini başka türlü hazmetmek kolay gelmiyor.

Gemiden inip gümrükten çıkınca bizi bekleyen asıl gerçekle karşılaşıyoruz. Sabahın 10.00’u olmasına rağmen Kopenhag sıcakmış diyebileceğimiz mertebede bir soğuk, bizi aniden kendimize getiriyor.

Liman bölgesinden kısa bir yürüyüşle otelimize ulaşıyoruz. Kullanacağımız için bu seferde, Oslo Garı’nın yakınında seçtiğimiz Scandic Byporten otelimiz. Garın bulunduğu meydan,( Jernbanetorget ) aynı zamanda pek çok tramvay ve otobüs hattının geçtiği, merkezi bir ulaşım noktası. Oslo’da, çok örgün bir sistem olmasa da metro ağı  var. Ancak otobüs ve tramvay güzergahları daha pratik ve ulaşım kolaylığına sahip. İki günü Oslo dışında geçireceğimiz için tüm ulaşım sisteminin ve müzelerin bedava olduğu Oslo Card’ı almıyoruz. Otobüs ve tramvaylara arka kapıdan binerseniz, yakalanmamak kaydı ile bilet soran da olmuyor ya da namuslu davranıp şoförden bilet alınabiliyor.

Oslo, Norveç’in başkenti ve en büyük şehri. Dünyanın en pahalı şehirleri arasında gösteriliyor ki biz de bunu acı bir şekilde deneyimleme fırsatını çok geçmeden yakalamış oluyoruz. 8.yy.dan 13.yy.a kadar hüküm sürmüş Viking çağında, kuzey adamlarının ülkesi ( Northmen – Nort-wag )den adını alan bu ülkenin başkenti, mütevazi ve kibar yapısı ile daha başından hoşumuza gidiyor.

Otelin hemen önünden başlayan, şehrin merkezi turistik caddesi K arl Johans Gate ‘i gezmeye başlıyoruz. Önce, klasik turistik hediyelik eşya satan dükkanlarla başlayan cadde – ki bunlar ağırlıklı olarak kuzeye özgü kazak, bere ve çorap satan mağazalar – Akersgate Caddesi’nden sonra önemli büyük yapıların, sağlı sollu yer alması ile çehre değiştiriyor ve şıklaşıyor.

Startinget ‘ ( Norveç Parlamento Binası )den, caddenin sonundaki Slotlet ‘ e ( Kraliyet Sarayı ) ( Norveç’te anayasal monarşi ile yönetilen bir krallık ) kadar olan bölgede, Oslo Üniversitesi, Ulusal Tiyatro Binası ( Nationaltheatret ) Ulusal Tarih Müzesi ( Historisk Museum ) ve Ulusal Resim Galerisi( Nasjonalgalleriet ) yer alıyor. Ulusal galeride meraklıları için Edward Munch’ın ünlü ‘’Çığlık ‘’( The Scream ) tablosu  görülebiliyor.( www.nasjonalmuseet.no )

Parlamento Binası’nın önündeki küçük parkta biriken yılın ilk karları çocukları cezbediyor. Caddenin etrafındaki yapıların alt katları hoş mağazalar ve restoranlarla dolu. Bazı binalarda,  içerilere uzanan büyük pasajlar bulunuyor. Bu soğuk ülkede alışverişe çıkmanın en iyi şekli  de sanırım bu pasajlarda dolaşmak.

Kartopu oynayıp daha bir donunca, fazla dayanamayarak, yerel bir zincir olduğunu düşündüğümüz, ‘’Peppes Pizza ‘’ya giriyoruz. ( www.peppes.no ). Gayet lezzetli olan pizzaların üzerine serpmek için getirdikleri baharatlardan, ‘’lime ‘’lı olanı ilgimizi çekiyor. İsveç malı olan bu baharatları mutlaka arayıp almaya karar veriyoruz. ( Santa Maria – daha sonra İkea Türkiye ‘ye de getirdi. ) Üstüne yediğimiz ‘’My Oleo Dream ‘’isimli tatlı ise hepimizin ciddi beğenisini kazanıyor. ( Norveç’te ve başka ülkelerde bu tatlının bisküvilerini sattıklarını görüyoruz ileri tarihlerde )

Ancak hesap gelince Norveç’te yiyip yiyebileceğimiz her şeyin bu kadarla sınırlı olduğu ortaya çıkıyor. Kuzey ülkeleri, paralarından sıfır atmadıkları için hala 100’ler 1000’ler mertebesinde IMG_2657olduklarından gelen hesap, 1.000.000 civarında olunca psikolojik bir yıkım yaşıyoruz öncelikle. Faturada görüyoruz ki ülkede vergi  %25. ( KDV) Yani ne yiyip içersen birde dörtte birini devlete ( üstelik bizim olmayan bir devlete ) ödüyorsun. Hayatımızın en pahalı pizzasını yiyerek, gördüğümüz en pahalı şehirle tanışmış oluyoruz böylece.

Hesap sonrasında ateş bastığı için şehrin açık alanında gezebilecek cesareti buluyoruz ve Vigeland Park’a gidiyoruz.( www.vigeland.museum.no ) Oslo şehir merkezinin biraz dışında kalan parka ring sefer yapan tramvaylarla ulaşılabiliyor. Yol boyunca geçtiğimiz şehrin yerleşim bölgeleri, Oslo sakinleri hakkında fikir veriyor. Konutlar genelde müstakil, bahçeli yada 3-4 katlı kısa apartmanlar şeklinde. Düzenli, kendi halinde ve mütevazi bir görünüm sunuyor tramvaydan geçerken izlediğimiz Frogner ve Briskeby mahalleleri. Ve bu kadar soğuk da olsa burada yaşardım, duygusunu hissettiriyor bana nedense, bu duyguyu yaşadığım ikinci şehir olarak. ( Birinci Vevey-İsviçre )

Vigeland Park adını, içinde 212 heykeli bulunan Gustav Vigeland’ dan alan Oslo’nun en büyük park alanı. 1924’te çalışmalara başlayıp, 1950’de ölümünden  7 yıl sonra bütün heykellerin yerleştirilmesi bitirilmiş. Heykellerin konusu, hayatın sonsuz döngüsünü sembolize eden kadın-erkek ve çocuk figürleri. Farklı form ve şekillerde olan kadın-erkek-çocuk figürlerinin çeşitlemeleri ile oluşturulmuş yapıtlar, asla erotik olmadığı gibi son derece estetik.

Dünyanın başka hiçbir yerinde benzeri olmayan bu park ve heykelleri  için,  heykeltraş Gustav Vigeland’ı mı, bu parkın gerçekleşmesine maddi manevi önayak olmuş yöneticilerimi, yoksa Oslo halkının medeniyetini mi takdir etmeliyiz, karar veremiyoruz.

Yine geldiğimiz gibi tramvaya binerek  belediye binası bulunduğu için adı ‘’Radhusplassen’’olan liman kesimindeki meydanda iniyoruz. ’’Radhusbrygge ‘’, şehir yerleşiminin karşısındaki adalara yada şehir merkezinden uzak bölgelere seferleri olan deniz otobüslerinin iskelesi. Genellikle Türkiye’deki deniz otobüsleri de Norveç yapımı olmasına karşın buradakilerin daha küçük boy ve daha geniş camlı olmaları dikkatimizi çekiyor.

Nobel Merkezi’nin binasını geçerek ( Nobel Peace Center ) Aker Brygge denilen limanın alışveriş ve eğlence bölgesine yönleniyoruz. Yüksek ve modern yapılar deniz kenarı boyunca sıralanmış. Binaların alt katlarında yol boyu şık restoranlar, binaların içlerinde ise alışveriş merkezleri var. Koyun diğer ucundaki Akerhus Kalesi, yaklaşan gece öncesi, gökyüzünün değişken renkleri ile oldukça hoş görünüyor.

Yol üzerine, kafede oturan çift ve ateş kenarında balık tutan adam heykelleri koymuşlar. Kışın soğuğunda, sokakta fazla insan olmamasının yaratacağı boşluğu sanki heykellerle doldurmak ister gibi, bu ince esprili fikir, Oslo’yu ve Norveç halkını daha bir sevmemize sebep oluyor. Küçük ama şık liman boyunu çok beğeniyoruz.

Aynı zamanda donduğumuz için alışveriş merkezlerinden birine girip özellikle soğuğu yoğun hissetmesini engelleyemediğimiz bacaklarımıza, uzun çoraplar alalım istiyoruz. Karşımıza çıkan H&M mağazasının envai çeşit çoraplarına elimizi atınca, gördüğümüz detay karşısında, elimiz ateşe değmiş gibi oluyor. Bütün çorapların etiketi ‘’Made in Turkey ‘’.

Norveç’e gelip Türkiye’de onda bir fiyatına satılan Türk malı çorap almayı kendimize yediremeyeceğimizden özellikle tek tek etiketlere bakıp Portekiz malı ‘’leg saver’’ denilen bacak koruyucularından ( bir çeşit uzun konç ) almayı tercih ediyoruz.

Pizzaya ödediğimiz milyonlar mertebesindeki rakamdan sonra, son derece cazip görünen balık restoranlarına girmeye asla cesaret edemeyince mecburen kös kös otele dönüp, çocuklara hamburger alarak bizde bulduğumuz marketin ıvır zıvırı ile idare ediyoruz.

Vikingler de sonuçta aç kalmamak için farklı coğrafyalara yöneldiler. Düşününce, haklıymış adamlar …

danimarka-norvec-kasim-2010

 

oslo-6-gun-flam-treni

oslo-7-gun-bergen

oslo-8-gun-bygdovakerhus

thor-norve/

oslo

Paylaşın: