Çocukla Geziyorum

Rumeli Hisari- Aşiyan – Nisan 2016

rumeli klj için

14 Nisan Perşembe 2016

“Edebiyat Bahane Gezmek Şahane” adı altında bir etkinlik yarattık kendi kendimize, gezmeyi ve okumayı seven dostlarla birlikte. Bir güzel zaman yakaladık, tüm mor salkımların arsızca kendilerini bahçe duvarlarından dışarı attığı, erguvanların güneşi görür görmez açılıp saçılmak fikriyle utançtan mora çaldığı bir bahar zamanını durağan akan saatlerden kopardık. Hiç acımadık, tepeler tırmandık, merdivenler çıktık, bayırlardan süzüldük, eski bir İstanbul masalını seyreylemeyi ister gibi ahşap cumbalı evlerin dantel örtülü pencerelerinden içeri baktık, bize bahşedilen bu pervasız günde, sanki cennetin kapısını araladık…

Rumeli HisarıGünümüz, kahvaltı mekânı olarak seçtiğimiz Rumeli Hisarı’nın sahilinde başlıyor. Burası İstanbul’un sabah kahvaltılarının özellikle hafta sonları Pazar sabahlarının en çok tercih edilen semtlerinden biri. Yan yana sıralanmış kahvaltıcılara her gün ya yenisi eklendi ya da olan kendini yeniledi. Çoğu yokken benim bildiğim bir Kale vardı, bir de tabak altı kağıtlarında her daim bir şairin şiiri okunabilen Sade Kahve.

Arkasındaki politik güce dayanarak pek bir afili personeliyle daimi sinirimi bozan, her gördüğümde bir kat ilavesiyle genişleye genişleye bir hal olan, son yılların popüler kahvaltı mekânını aklımıza bile getirmeyip eski dostum “Sade Kahve” de alıyoruz soluğu. Alıştığımın aksine, birkaç gün öncesinde yağan şiddetli yağmurdan mıdır nedir, bu sefer Sade Kahve üstündeki brandayı kaldırmış. Her zaman gRumeli Hisarıözler bir yol mesafesi uzağındaki denizi izlerken bu sefer gelenler, bakışlarını tepeden alamıyor. Çünkü hisar, natürmort bir tablo edasıyla tepede yükseliyor, mor salkımlar ve erguvanlarda boynuna sıralanmış dizi dizi inciler misali her biri ayrı bir mücevher gibi sallanıyor.

Rumeli Hisarı tarihi bir ören yeri olduğu için şükürler olsun yapılaşmadan kurtulmuş bahçesiyle boğazda erguvanların en güzel izlenebileceği yerlerden biri. imagesNitekim bizde manzarayı görünce bu kadim kalenin etrafında yapacağımız Rumeli Hisarı-Aşiyan turumuz için daha bir heyecan duyuyor oluyoruz.

Kahvaltının şehvetine fazla kapılmadan, tuvalet bahanesiyle bahçeye gölge yapan ahşap binanın içine girmeyi ihmal etmiyoruz. Özel bir bakım ve düzenleme yapılmamış olsa da ahşap ve mermer zeminli bir zamandan kalma evin mutfak bölümü ve rastgele yerleştirilmiş çoktan miladı dolmuş mekanik eşyaları görmek, her seferinde hoşuma giden tatlı untitled2nostaljik bir his yaratıyor bende.

Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethinden önce boğazın kuzeyinden gelebilecek saldırıları engellemek için Anadolu yakasındaki Anadolu Hisarı’nın tam karşısına, boğazın en dar noktasına inşa ettirmiş Rumeli Hisarı’nı. Hisarın inşaatına 15 Nisan 1452’de başlanmış.( tesadüfe bakın- 564 yıl sonra oradayız ) İş bölümü yapılarak her bölümün inşası bir paşanın denetimine verilmiş, deniz tarafına düşen bölümü imagesHD6O70VCde Fatih Sultan Mehmet bizzat kendisi üstlenmiş.

4 ay gibi kısa bir sürede tamamlanan hisarın üç büyük kulesi, dünyanın en büyük kale burçlarına sahip. Büyüklü küçüklü 13 adet burcu var. Kale, Avrupa’da büyük topların kullanılabilmesi için yapılmış ilk kalelerden biri aynı zamanda. Bugün ne olduğu anlaşılamayacak hale düşmüş, denize bakan ön duvarındaki çeşme, İstanbul’da bilinen en eski çeşme ve 15.yya imagesOPLGS08Dait.

Fatih Sultan Mehmet burada bir kale yapmaya karar verip o zamanki Bizans imparatorundan arazi isteyince, imparator sadece bir inek postunun kaplayacağı alan kadar yer verebileceğini söylemiş. Fatih’te muhtemelen eski bir Kartaca efsanesinden faydalanarak inek postundan iplik yaptırmış. Yapılan bu ipliğin uzunluğu kalenin bugünkü çevresini oluşturuyor.

untitledBugün müze olarak kullanılan kale, Çarşamba hariç her gün ziyarete açık. Eskiden gezmiş, burada yapılan efsanevi yaz konserlerine katılmış olanlar şimdi giderlerse sahnenin yerine yapılmış mescidi görünce şaşırmasınlar. Zamanında kalenin içinde yer alan ahşap evlerle birlikte Fatih’in yaptırmış olduğu bir de mescid varmış, güncel belediye onu canlandırmak istemiş herhalde.

Rumeli Hisarı bu gezimizin mihenk taşı olarak kullanılacak olsa de içine Hacı kemaleddin camigirmiyoruz çünkü zaman ve efor gerektiren bir büyüklüğe sahip. Kahvaltımızı bitirdikten sonra sahil yolundan aksi istikamete doğru ilerleyerek turumuza başlıyoruz. Nar Kafe ile Antik Kafe arasında kalan çok güzel, ama güzelliği kahvaltı tabaklarının şıkırtıları ve masa örtülerinin tozları arkasında kapanmış bir camii ilk durak; Hacı Kemaleddin Camii.

imagesIE4LSNG9Ön cephesi kırmızı tuğla, taş karışımı, giriş bölümü ahşap olan ve üç sütün üzerine yerleştirilmiş cumbasıyla dikkat çeken bu camii, Sultan II.Mehmet zamanında inşa edilmiş ancak Sultan I.Mahmut zamanında 1746 da yeniden yapılarak önüne göremediğimiz bir çeşme ilave edilmiş. Alt katındaki tonozlu bölmeler kafe olarak işletiliyor ve caminin güzelliğini hatta kimliğini yok ediyor. Ahşap bölümden içerisini Ali Petek Camigörmeye çalışıyoruz ama namaz saati olmadığı için kapalı olan camiye camdan bakmakla yetiniyoruz. Açık olduğu bir zamanda görülesi bir izlenim bırakıyor bizde.

Yolumuza devam ederek pek çok kahvaltı mekânını ve tarihi iskele binasını geçip tepelere tırmanmaya başlayacağımız Arpacı Çeşme Sokağı’nın başına geliyoruz. Sokağın başında 17.yy ortalarında yapılmış ve 2000’li yıllarda restore edilmiş Ali Petek Camii yer alıyor. Mermer çeşmesini geçip yokuş başına vurduğumuzda ben kendimi bildim bileli var olan küçük köfteci dükkânı bize sevimli bir göz kırpıyor. Halil Öker’in sahibi olduğu bu köftecinin özelliği köftesine baharat yerine sevgi katıyor olmasından başka, bir caminin dükkânına yakışır şekilde “askıda köfte” usulünü yaşatıyor olması. Yani gelip bir askıda köfte Arpacı çeşme sokakyerseniz aynı zamanda sizden sonra parası elvermeyen birine köfte ısmarlamış oluyorsunuz. Kahvaltıdan kalkmamış olsam kesin yerdim diye düşündüğüm köfteciye mutlaka çocukları getirerek onlara bu uygulamayı anlatmayı arzu ediyorum.

Hafif yokuş olan Arpacı Çeşme Sokağından etrafımızı saran ahşap cumbalı evlere bakına bakına ilerlemeye başlamışken yanımızdan geçen bir bey “Kiliseyi arıyorsanız bu yoldan daha kısa” diyerek bizi dar bir merdivene yönlendiriyor. Programda yokken önümüze gelen bu daveti reddetmemeye ve kiliseyi ziyaret etmeye karar veriyoruz. Haritadan bakarak şu an gittiğimiz sokak isimlerini yazıyorum, Karakoyun Sokak, Durmuş Dede Sokak ve Kilise Sokak. Ama kiliseye giderken etrafımızı saran kendilerini bahara vurmuş mor salkımlara, güzelim ahşap evlere, Borusan’a DSC_0505ait Perili Köşk’e hükmeden Boğaz Manzarasına bakmaktan nereye gittiğime dikkat etmediğimi belirtmeliyim.

Surp Santuht Ermeni Kilisesi’nin elbette kapısını kapalı buluyoruz. Kapısını çalınca bir görevli kapıyı açıyor. Kibarca gezmek için izin istiyoruz ve içeri davet ediliyoruz. İçerde resim çekmemek kaydıyla küçük kiliseyi bize sunuyor Hatay Samandağ’dan gelmiş görevli. Artık maalesef cemaat kalmadığından bu kiliselerde çalışacak görevli bulmakta zorlanıldığını ve çoğunun Hatay’dan getirildiğini öğreniyoruz.

Sadece her ayın ilk cumartesi günü ayin yapılıyormuş bu kadim kilisede. Kadim kelimesini bizzat kendisi kullanıyor. Çünkü bu kilise Hisarın inşası sırasında yapılmış, çok büyük olasılıkla ermeni taş işçileri için surp santuht kilisesiolmalı diye düşünüyorum. Tabii ahşap kilise zamanla harabeye dönüştüğünden 1816’da yenilenmiş. Kilise aynı sene yıkılmış ve mütevellisi Canig Amira sürgün edilmiş. Dönemin yöneticileri kürek cezasına mahkum edilmişler. Daha sonra Canig Amira’nın vasiyetiyle 1856’da yeniden inşa edilen Kilise 1972’de de kül olmuş. Patrik Şınorhk’un çabasıyla geçici bir onarım görerek ibadete devam edilmiş ve 1978’de son yapımı gerçekleştirilerek Patrik Şınorhk tarafından yeniden ibadete açılmış.

Başından epey macera geçmiş kilisenin bahçesi bakımsız ama manzarası bir ömre bedel. Sol tarafınızda Boğaz Köprüsü, sağ tarafınızda Perili Köşk yükseliyor, şu kuleli kırmızı tuğladan yapılmış masal şatolarını andıran bina. Köşk aslında untitled4Mısır Hidivi’nin başyaveri Mısırlı Yusuf Ziya Paşa tarafından yaptırılmaya başlanmış ama paşa ölünce yarım kalmış. Uzun süre inşaat tamamlanmayınca da adı “Perli Köşk”e çıkmış. Bina bugün Borusan Holding tarafından kullanılıyor ve hafta sonları içindeki modern sanat koleksiyonu sergileri ziyaret edilebiliyor. Bazı insanların nasıl bir manzarada çalıştığını görmek için bir hafta sonu gidin gezin derim.

untitledKöprünün altında ise Boğaz’ın en egzantirik yalılarından biri yer alıyor. Perili Köşk’ten sonra Uğursuz Yalı. 20.yy.ın başlarında Alexandre Valluary tarafından Tophane müşiri Zeki Paşa için tasarlanmış taş yalı, sahiplerine pek yâr olamamış. Paşa yalının inşası çok dikkat çekince bir türlü içinde kalabilmek için padişahtan izin alamamış. Israrlı yazışmalar sonucu nihayet izin alınca da taş binada zatürre aşiyanolarak ölmüş. O günden sonra da adı hep uğursuz olarak anılmış.

Bahçesinde bol bol resim çekip görevli beye teşekkür ederek gerisin geri yolumuza devam ediyoruz. Tekrar indiğimiz Arpacı Çeşme Sokak’tan yukarı doğru tırmanmaya devam ediyoruz. Geçtiğimiz her bir yapı illaki durup fotoğraf çekmemize sebep oluyor.

Tamamı sarmaşıklarla kaplı üç katlı bir apartmanın önünden geçiyoruz. Apartmanın adının “Uçuk Apt.” olması mı sarmaşıklara sebep yoksa sarmaşıklar olduğu için mi uçuk, karar veremiyoruz. Her bir bahçeden mor salkımlar önümüze atlayarak bize reverans yapıp “ bana bak” diye haykırıyor.

Kısmen bir düzlüğe geldiğimizde daha fazla yukarı doğru gitmeyerek Sırçacı aşiyanSokağı’na sapıyoruz. Burası düz bir cadde, gerisin geri deniz tarafına doğru dönüyor. Caddeye sıralanmış ahşap evlerin arka yüzlerinden önlerinde uzanan manzarayı göremiyoruz ama çıktığımız vadinin tabak gibi önlerine serilmiş olabileceğini tahmin ederek hafif bir kıskançlık krizi yaşıyoruz. Önümüze çıkan bir erguvan ağacı, kendi mora kesmiş utangaçlığıyla bizim kıskançlığımızı söndürüyor.

Yolun üst tarafındaki Şair Nigar İlköğretim Okulundan çocukların teneffüs çığlıklarını bir öğretmen gür sesiyle bastırmaya çalışıyor. İlkokulun nihayetinde Sırçacı Sokak yerini Mektep Sokak’a bırakmış. Aradığımız yer, Mektep Sokak 13 numara. Namı-ı diğer Paşa Kütüphanesi. Ama yol tabelalarıyla bulunamıyor çünkü Boğaziçi Üniversitesinin DSC_0525Bümed etkinlik merkez binasının tam karşısındaki çıkmaz sokak yazan yere girmek gerekiyor. Mal sahibi olsanız tabi ki giriş bahçe kapısından yani Mektep Sokak köşesinden ama özel mülk olduğu için, ancak aralık kapıdan şöyle bir görebildiğimiz geniş bahçesinde yıllanmış asırlık çam ağaçlarının gölgesindeki “kuş kafesi” adı verilen evi görebilmek, bu çıkmaz sokağa doğru ilerlemekle mümkün.

hEvi yaptıran, ilk Türkçe sözlüğü derleyen Ahmed Vefik Paşa, ( 1823-1891 )Osmanlı devlet adamı, diplomatı, çevirmen ve oyun yazarı. Bursa valiliği sırasında bu kentte bir tiyatro yaptırmakla ün kazanmış. Büyük Fransız şair Alphonse de Lamartine’in Türkiye’de rehberliğini yaparak onunla bir buçuk ay geçirmiş. 16 dil bilen, Fransızcayı babasının Paris elçiliği sırasında ana dili gibi öğrenen Paşa önemli bir bilim insanı, devlet kademesinde çok önemli mevkilerde yer almış.

IMG-20160414-WA0064 (1)Ahmet Vefik Paşa, ölümüne kadar Rumelihisarı’ndaki bu evde ilmi ve edebi çalışmalar yapmış. Oluşturduğu kütüphane, “İstanbul’un en zengin kütüphanesi” olarak tanınıyormuş. Ama Ahmet Vefik Paşa’nın ünlü kütüphanesi, ölümünden sonra kısım kısım satılmış. Boğaziçi Üniversitesi’nin arazisi de Paşa’ya aitken borçları yüzünden kaybetmiş. Bina 1902 yılında Alexandre Valluary tarafından elden geçirilmiş.

Bina için “kuş kafesi” deniyor ama girilmez yazan tabelanın sonundaki yokuşu inmeye başlayınca aslında bir “kartal yuvası” olduğunu anlıyoruz. Son derece geniş bir tepe düzlüğü bahçe için bırakılmış, bina ise olduğu gibi kayaların üzerine ayaklarla monte edilmiş. Böylece önünde ne bir dal, ne bir engel olan yapıya adeta denizin üstünde uçuyor etkisi verilmiş.

Rumeli HisarıŞimdiye kadar Boğaz’da gördüğüm en olağanüstü yapılardan biri. Aşağıdan kesinlikle fark edilemeyen bu eve, bizim geldiğimiz şekilde Levent sırtlarından inilebildiği gibi aşağıdan da çıkılabiliyor. Kale kafenin tepesindeki Seyir terasının üst katındaki otoparkın yanından bizim indiğimiz kayalıkların yarılarak oluşturduğu yokuşa çıkabiliyorsunuz.

Boğaz’da en etkilendiğim binalardan biri olan yapının önünden birazda yokuşu geri çıkma stresi yüzünden zor ayrılıyoruz.

Sonrasında girdiğimiz Kaleağası yolu, bizi Hisar’ın arka duvarları etrafında dolaştırarak kalenin görmediğimiz başka bir yüzünü bize sunuyor. Yürüdüğümüz sur duvarları ile Kaleağası Sokak arasındaki vadi, mülkiyeti Hisar’a ait olduğu için doğal haliyle kalmış, belki de Rumeli Hisarıİstanbul şehir içindeki görebileceğiniz en yeşil alan. Ağaçlar, erguvanlar, çalılar ve sarmaşıklar, binlerce yılın dostluğuyla kucaklaşmış yemyeşil bir sıcaklık yayıyorlar. Bir küçük ceviz kabuğu kadar bile toprağı görmek mümkün değil, öyle arsız, öyle coşkun, öyle bir aidiyet duygusuyla etrafı sarmalamışlar ki bu eşsiz doğanın içinde tek tük ahşap evler bile kifayetsiz kalmışlar.

Boğaziçi ÜniversitesiHisar, koca kulesiyle kendi bahçesini gözler, gözler de yan bakan var mı gibilerden kontrol edercesine tepede şaha kalkmış ama o da kuzey cephelerini bu arsız samimiyete teslim etmekten geri duramamış.

Nihayet ulaştığımız Aşiyan yolunda bu gezinin artık ritüeli olarak indiğimiz yokuşu şimdi yeniden tırmanmaya başlıyoruz. Büyük burcu geçer geçmez Boğaziçi Üniversitesi’nin Kale Kapısı karşımıza çıkıyor. Rumeli Hisarına bitişik olan Aşiyan Mezarlığına paralel olarak ilerleyerek Aşiyan Müzesinin girişine ulaşıyoruz. Elbette aşağıdan yani sahil yolundan gelmek çok daha kolay, sadece mezarlığın köşesinde yazan oka sapıyorsunuz.

IMG-20160414-WA0035Araba park etmek için sadece bir iki araçlık yer var. Zaten müzeye ancak ve ancak yürüyerek daha doğrusu tırmanarak ulaşmak mümkün. Boğaziçi tepelerinden indiğiniz yokuşu tekrar çıkmanız gerekiyor. ( bizim için ) http://www.asiyanmuzesi.com/index.php/tr/

Aşiyan Müzesi – Şair Tevfik Fikret’in evi – şairin 1906-1915 arasında yaşadığı, 1945 yılından bu yana müze olarak hizmet veren ev. Tevfik Fikret ve ailesine ait eşyalar ile Tanzimat Edebiyatı ve özellikle Edebiyat-ı Cedide döneminin önemli sanatçılarının eşyaları sergileniyor.

Planlarını bizzat Tevfik Fikret’in çizdiği müze binası, şairin öğretmenlik yaptığı Robert Kolej’in yakınında bahçeli bir ev olarak inşa edilmiş ve yapımı 1906’da untitledtamamlanmış. Bina, Tevfik Fikret’in ölümünden bir süre sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından eşinden satın alınarak 1945’te Edebiyat-ı Cedide Müzesi adıyla ziyarete açılmış. Şairin Eyüp’teki aile mezarlığında bulunan mezarı 1961’de müzenin bahçesine taşınmış ve müze bu tarihten sonra Aşiyan Müzesi adını almış.

Sıkı bir yokuş çıkıyor olsanız da bahçeye adım atar atmaz karşılaştığınız manzara Aşiyan Müzesibırakın yorgunluğu kendinizi unutturacak cinsten. ( Yalnız kafeterya yok, su taşıyın ) Ev küçük, mütevazi ama neredeyse her bölmesinden her camından sere serpe bir Boğaz görebiliyorsunuz. Bahçesinden uzun süre ayrılamayacağınız, bir gün geçirebileceğiniz bir yer. Bu nedenle olmalı ki bahçeye küçük bir yazma odası koymuşlar, isteyen gelip burada yazı çalışması yapabiliyor. Öyle bir manzara ki olmayanı bile şair yapar doğrusu.

Genelde okulların ve lise gruplarının ziyaret ettiği müze personeli, inanamadığım kadar bilinçli ve yardımcı. Belli ki çalıştıkları bu evi seviyor ve önemsiyorlar. Fıstık çamları altında, Boğazın erguvan ve mor salkımlarının arasında, gelen geçen tankerlerin kuşbakışı en ince ayrıntısına kadar izlenebildiği bu tepede igesolmanın, bir ayrıcalık olduğunun farkındalar.

Müze ücretsiz. İsterseniz giydiğiniz galoşların satın alınabilmesi için bozuk para bırakıyorsunuz. Bir audioguide- sesli tanıtıcı – alınabiliyor ki mutlaka alın. Zaten az olan odaları kısaca ve ana detaylarla anlatıyor. Fikret’in oğlu Haluk’un akıbetini, Nigar Hanım’ın dönemin veliaht prenslerini konuk ettiği Salı toplantılarından sonra düştüğü yalnızlığını dinleyin.

imasGiriş katı salona açılıyor. Tevfik Fikret’in mumyası, son İslam halifesi, ressam, müzisyen Abdülmecid Efendiye ait ünlü “Sis” tablosunun yanında sizi karşılıyor. Bu müzeye gelmeden bu tablonun yapılma sebebi Tevfik Fikret’in “Sis” şiirini kesinlikle okumanızı öneririm. Böylece tabloya baktıkça arkasında beliren Fikret’in tasvirlerini ve şairin neden Türk edebiyatının en önemli şairlerinden biri olduğunu daha iyi anlayacaksınız.

iSalonun yanındaki oda Fikret’in edebiyatçı dostlarını ağırladığı konuk odası, aynı zamanda Edebiyat-ı Cedide bölümü. Tevfik Fikret’in edebiyatçı dostlarının fotoğrafları sergileniyor. Recaizade Mahmut Ekrem’in son halife Abdülmecit Efendi tarafından yapılmış tablosu da bu bölümde yer alıyor.

Bu arada evde gördüğünüz tabloların nerdeyse tamamı Fikret’e ait. Kendinin ve eşinin giydiklerini, evin mimarisini, salondaki kalem işlerini tasarlayan dahilik images6QNIVCIDsınırında bir insan. Ve evi gezmeye devam ettikçe sadece yeterli ölçekte olan insani yönünün sizi kucakladığını, belki şairin oğluyla yaşadığı hüzün nedeniyle, belki eşyaların kullanılmışlığının samimiyet nedeniyle oldukça net  hissedecek, kendinizi Fikret’in konuklarından biri gibi görmeye başlayacaksınız.

Üst katta Fikret’in yatak odası ve Boğaziçi üniversitesine ders vermeye giderken kullandığı köprünün bağlı olduğu çalışma odası yer alıyor. Yatak odasındaki manzara kendisi tarafından dünyanın en güzel manzarası olarak nitelendirilmiş ki camı açınca da abartmadığını açıkça DSC_0545görebiliyorsunuz.

En alt katta ise mutfak ve yemek odası bulunuyor. Binada ayrıca alt kat odada Abdülhak Hamit Tarhan bölümü yapılmış. Abdülhak Hamit’in ölümünün ardından eşi tarafından İstanbul Belediyesi’ne bağışlanmış eşyalar bu bölümde sergileniyor. Şairin fotoğrafları ve birebir boyutlarda yapılmış Şehzade Abdülmecid imzalı tablosu bu bölümün duvarlarında yer alıyor.

imagesAPNPGB4LÜst kat küçük odada ise Şair Nigar bölümü, Şair Nigâr Hanım’ın oğlu Salih Keramet Nigar’ın 1959’da müzeye bağışladığı eşyalar ile kütüphane ve arşivini içeriyor.

Bahçede Fikret’in mezarı, üç güzeller dediği yan yana üç ağacın önünde taştan bir oturma bankı bulunuyor. Şairlerin derin ruhunun sindiği bu güzelim evi her sene ziyaret edin, her geldiğiniz de de mutlaka bir şiir okuyup gelin derim.

Aşiyan Mezarlığının yanından inerken burada yatan büyük yazarlarımıza da bir untitledselam vermeden geçmeyelim diyoruz. Girer girmez, “Ne içindeyim zamanın, ne de büsbütün dışında” diyen Ahmet Hamdi Tanpınar ve biraz ilerisinde Yahya Kemal Beyatlı’nın kabirleri bulunuyor. Orhan Veli’nin mezarı için daha yukarı çıkmak gerekiyor. ( Münir Nurettin Selçuk da aile kabristanlığında )

Artık bir adım daha yokuş yukarı çıkamayacağımız için onu, Aşiyan yolu sapağının yanındaki parka konmuş heykelinin önünde anıyoruz. 1950’de, sadece DSC_055836 yaşındayken yolda bir çukura düşerek geçirdiği beyin kanaması nedeniyle vefat eden bu büyük insan, çok kısa hayatında edebiyatımıza neredeyse bir çığır atlatmış. Melih Cevdet ve Oktay Rifat ile birlikte yenilikçi Garip akımının kurucusu olan Kanık, Türk şiirindeki eski yapıyı temelinden değiştirmeyi amaçlayarak sokaktaki adamın söyleyişini şiir diline taşımış.

Oktay Rifat bu durumu “Orhan, Fransız şairlerinin birkaç nesillik şiir macerasını kısacık ömründe yaşadı. Türk şiiri onun kalemi sayesinde Avrupa şiiriyle at başı geldi.” ve “Birkaç neslin belki arka arkaya başarabileceği bir değişmeyi o birkaç yılın içinde tamamladı.” sözleriyle açıklıyor.

“Rumeli Hisarı’na oturmuşum

Oturmuş da bir türkü tutturmuşum

İstanbul’un mermer taşları;

Başıma da konuyor konuyor aman

Martı kuşları….”

İstanbul Türküsü, Orhan Veli Kanık

İstanbul, yeniden görüşmek üzere…sevgiyle kal….

orhan_veli

 

 

Paylaşın: