04 Eylül Cumartesi 2010
Gazetede, 2010 senesinde Şile Deniz Feneri’nin 150.yılının kutlandığını okuyoruz ve ülkemizdeki deniz fenerlerinden ne kadar bi’haber yaşadığımız aklımıza geliyor.
Boğaz hattında, modern sistemle donatılmış yeni mimari tipteki deniz fenerleri, fenerden ziyade radar uyarı sistemi olarak görev yaptıkları için bizde alıştığımız klasik deniz feneri imajı uyandırmıyor ve her zaman önünden gelip geçilen, görsel alışkanlık yapmış bu fenerler, bir deniz feneri ziyaret etmiş olmanın hazzını yaşatmıyor.
Deniz feneri dendiği zaman, her zaman akla, uzak coğrafyalarda uçlardaki kara parçaları ya da okyanusların ortasında ıssız adacıklar, illaki dalgalı fırtınalı denizler,sarp kayalıklar, uçurumlar, bakir manzaralar, biraz tehlikeli, ürkütücü, biraz da yalnız ve romantik senaryolar gelir.
Rastladığımız bu haber vesilesi ile dekorasyon mağazalarında sıkça rastladığımız denizi simgeleyen öğelerin başlıcalarından olan bir deniz fenerini, canlı olarak ziyaret edelim, hemde İstanbul’un Karadeniz kıyısındaki sayfiye ilçesi Şile‘yi bir görelim diyoruz.
Şile, İstanbul iline bağlı Karadeniz kıyısında bir ilçe . Anadolu yakası tarafında, Şile oklarını takip ederek, yakın tarihte yapılan otoyol ile rahatça ulaşılabiliyor.
Şile’nin tarihi, çok eskilere dayanıyor . İstanbul’un en eski buluntu yerleri arasında Şile’nin, Ağva ve Sahilköy Köyleri bulunuyor. Antik çağa ait, Roma döneminin izlerinide Şile’de görmek mümkün. Ayrıca eski dönem insanının yaşamı için elverişli çok sayıda mağarada var.
Şile, Karadeniz kıyısında 60 km.lik kumsallara sahip ama şanssızlığı kıyılarının Karadeniz olması. Dalgalı ve tehlikeli bir deniz olan Karadeniz, Şile’nin turistik açıdan fazla gelişememesine sebep 0lmuş . Şile‘de sadece kısıtlı bir sayfiye yerleşimi büyümüş .
İstanbul yolu Cumhuriyet caddesi ile birleşip sizi Şile‘nin merkezine götürüyor. Şile Merkez Camii‘nin bulunduğu alana park edip sahile giden Vali Muhiddin Caddesi‘nde ilerliyoruz. Ana cadde burası ve tek yön olduğu için araçla girince, aşağı sahile yada Karadeniz tarafına inip tekrar dönmek gerekiyor.
Yol boyu dükkanlar, balık lokantaları ve özellikle kendine has dokusu ve yazları serin tutması ile bizim yaşımızdakilerin gençlik dönemlerinde pek bir popüler olan Şile bezinden yapılmış konfeksiyon ürünleri satan mağazalar mevcut.
Lokantaların hemen hemen hepsi, ana caddenin bulunduğu alan, tepede yer aldığından tüm Şile sahiline hakim bir manzaraya sahipler. Şile Kalesi’nin bulunduğu ada balıkçı barınağı, geniş sahil şeridi ve uzakta göz alabildiğine kumsal devam edip Türkiye kıyıları olarak uzanıp gidiyor.
Mevsimi olduğundan özellikle tüm balıkçıların kapıya geldi diye not yazmış olduğu ‘’Şile palamudu’’ndan yemeyi seçiyoruz. Gerçektende körpe olan bu palamutlar bildiğimiz palamutlardan daha leziz.
Aracı alıp aşağı sahile iniyoruz. Şile Kalesi’ni uzaktan seyredip, balıkçı barınağını dolaşıyoruz.Ve az önce yemek yediğimiz balıkçıların bulunduğu tepeye dönüp baktığımızda, manzaradan azami faydalanmak için istisnasız tüm yapıların, uçurum kenarına tutturdukları derme çatma ayaklarla çıkmalar yapmış olduklarını görüyoruz. Nasıl bir risk, nasıl bir tehlike, böyle bir şey ancak Türkiye’de olur diyerek, farketmeden o tehlikeli ayaklar üstünde uzun süre oturduğumuz için pişman oluyoruz.
Geniş sahil şeridini anlamsız bir carting alanı ile öldüren Belediye, lokantalara derme çatma çıkma izni vereceğine,bu güzelim sahili değerlendirse daha yerinde olurmuş. Sahil ile tepe arasında görünen yapı ise şimdilik karşılaştığımız tek otel.
Tekrar tepeye çıkıp, sahilin aksi istikametine, Karadeniz tarafına doğru gidiyoruz. Fener diye yönlendiren tabelalar var ancak feneri görsel olarak takip etmek daha doğru. Çünkü hiç ummadığınız ve hiçbir tabelanın olmadığı dar bir sokaktan ulaşılıyor fenere. Aksi takdirde ana yoldaki tabelaya bakıp dalarsanız kaptırıp bir Karadeniz sahil turu mümkün.
Türkiye’nin en büyük, dünyanın 2.büyük deniz feneri olan Şile Deniz Feneri gerçekten görkemli. Kırım harbinde Karadeniz’den İstanbul boğazına girecek gemilerin yollarını bulabilmeleri için yapılmış. 1858-59 yılları arasında Sultan Aziz tarafından inşaa ettirilmiş. Camları ve aksamı ise Fransa’dan getirilmiş.
Yanındaki küçük yapı, müzesi gibi kullanılıyor. Görevli genç hanım bize, anlatacak birilerini bulmuş olmanın sevinci ile fener hakkında teknik bilgiler veriyor ve küçük yapıdaki fenere ait sergilenen parçaları açıklıyor. Arka tarafta bulunan ikinci küçük odada ise yerel bir sanatçının resimleri sergileniyor.
Maalesef fenere çıkmaya izin verilmiyor ki çocuklar bu işe fena bozuluyorlar. Görevli hanım bize izahat verirken gizlice merdivenlere bir hamle yapıyorlarsa da kapı kilitli.
Deniz Feneri’nin küçük bahçesi düzenli ve bakımlı. Fener, Karadeniz’e ve bu çılgın denizin dalgalarının çarptığı kayalıklara hakim bir noktada. Buradan Karadeniz’in gerçek yüzünü görebiliyorsunuz. Kızgın ve acımasız bir duruşu var. Yarın üzerindeki mağara ise dikkat çekecek kadar büyük. Açıklarda, İstanbul Boğazına girmek için bekleyen gemiler görülüyor. Kıyı boyunca da alabildiğine güzel kumsallar. Ama seyrederken anlıyoruz ki bu sert denizin, rüzgarı bile sert.
İlk kez bir deniz feneri gezmiş olmanın ve İstanbul’un yanı başındaki bu küçük ilçeyi tanımış olmanın keyfi ile Şile’ye kısaca hoşça kal diyoruz…