Çocukla Geziyorum

YEDİGÖLLER – Ekim 2015

yedigöller

31 Ekim Cumartesi 2015

1642 hektar büyüklüğündeki Yedigöller Havzası, 1965 yılında milli park olarak korumaya alınmış bir doğal cennet. Çok kere Abant Gölü’ne gidip, Yedigöller’e kadar uzanmışlığımız olmadı nedense. Uzunca bir seçim tatilini fırsat bilip tam da mevsiminde bir ziyaret yapmayı planladık.

b_14Ülkemizde, çoğunu bilmediğimiz, adını bile duymadığımız milli parklarımız var. Yedigöller, konum olarak şanslı ve ziyaret yoğunluğuna sahip bir bölgede. Batı Karadeniz Bölgesi’nde Bolu’nun 42 km. kuzeyinde Zonguldak’ın güneyinde yer alan Milli Parka Ankara–İstanbul karayolunun 152. km’sindeki Yeniçağa ve 190. km’sindeki Bolu’dan kuzeye ayrılan yollarla ulaşılıyor.

yedigöllerEvet bu cümle web’de arama yaptığınızda karşınıza çıkan bir söz. Bizde buna kanıyoruz. Uzatmadan hemen söyleyeyim. Yedigöller’ e Bolu’nun içinden giden  yolu daha yeni – en fazla bir hafta üç günlük – asfaltlamışlar ve son derece rahat güzel bir ulaşım imkanı sağlamışlar.

Dolayısıyla eski sözleri bir kenara atın ve sakın Yeniçağa-Mengen üzerinden gitmeyin. Yol en az 20 km. daha uzadığı gibi en az bir 30 km.si bozuk ve şose. Yedigöller’e ulaşmanın artık en kolay – gerçekten kolay – yolu Bolu içinden giden yol. Buradaki tek sorun Bolu’nun içindeki sapağı bulmakta. Herhalde bir yön tabelası koyarlar diye umuyorum. Hiç bulamazsanız Ovadüzü Mahallesine doğru gidin.

Yol

bercesteSabah erken yola çıkıyoruz. Malum asıl sorun İstanbul’dan çıkabilmek. Ama uzun bir tatil olduğu için İstanbul boş. Bolu’ya kadar çok rahat geliyoruz. Kahvaltıyı Bolu’da yapmak için acele ediyoruz. Amaç biraz nostalji, epey bir zaman oldu bu coğrafyalara uğramayalı. Abant veya Kartalkaya’ya İstanbul üzerinden gidenler bilirler, yol üzeri durakları caziptir.

Biz görmeyeli Berceste bayağı bir gelişmiş artık tröst halini almış. Şube sayısı 02Ankara-İstanbul karayolu üzerinde üçe çıkmış, satılan ürünlerde ise yok yok. Aynı şekilde Bolu Dağı’nın üzerindeki İsmail’in Yeri’ne de tünel girişi öncesi başka bir yer daha vermişler. Orijinalin havası ve manzarası yok, yol üstü durağı olmuş ama temiz, ilgi çekici bir yer. Açık büfe kahvaltıları denemeye değer gibi görünüyor. Yeni yerin adı İsmail’in Yeri Taytem olmuş, ilki Bolu Kaynaşlı çıkışı sonrası dağın üstünde. Birde ayrıca Abant İzzet Baysal Üni. İçinde bir şubeden haber_1387294773bahsediliyor. Görmeyeli herkes ve her yer kendini geliştirmiş.

İstanbul’dan gelişte ilk Berceste’den sonra bir Park Shop Outlet açılmış, daha ziyade kendi içinde fazla büyük olmayan bir açık alışveriş alanı. Ama asıl Abant sapağı karşısına Highway Outlet yapılmış. Yol boyu o kadar çok tanıtıcı tabela konmuş ki ister istemez merak ediyorsunuz. Avrupa’nın en büyüğü olarak lanse ediliyor. O kadarını bilemem ama göründüğü kadarıyla gerçekten büyük. Amerika’daki Premium Outlet’ler sanki biraz taklit edilmiş, özellikle mimari olarak. Park yerindeki araçlardan talep gördüğü belli oluyor.

koru-hotelNeler olmuş böyle diye bakına bakına Abant Gölü’ne geliyoruz. Bir zamanlar yemekleriyle ilgi odağı olan Koru Oteli hala duruyor ama eski günlerinden uzak gibi. Biraz çukurda kalmış, sinmiş. Oysa bir hafta sonu geçirmek için tabiatı ve havasıyla çok sevdiğimiz bir oteldi.

Koru oteli biraz geçince tünele girmeyerek Kaynaşlı sapağından eski dağ yoluna yönleniyoruz. Eğer tünelden gidilirse gerçekten Bolu’ya ulaşmak çok pratik ama dedim ya amaç biraz nostalji.

ng01Dağ yolu boşalmış. Öyle uzun kuyruklarda saatlerce bekleşilen şaşaalı günler geçmiş gitmiş. Etçiler ve ekmekçiler duruyor , sanırım  dağlarda otlayan hayvanların kekik kokulu lezzetli etlerini yemek isteyenler buradan vazgeçmemiş hâlâ. Eski coşku yok ama. Bir zamanların otobüs yolculuklarının fenomen mola yerlerinden, manzarası  ve domates çorbası efsane Varan mola yeri kaderine terkedilmiş. Yaşlı ve işe yaramaz bir çöküntü olarak toz olup tarihten silinmeyi bekliyor.

DSC_1567Hemen yakınındaki İsmail’in Yeri’nde duruyoruz. Gelen giden tek tük insan var. Kaymaklı ballı ve sucuklu mükellef bir Bolu kahvaltısı yapıyoruz. Hava burada aşağıya göre daha serin hissediliyor. Önümüzde Köroğlu’nun mertliğini sınadığı dağlar uzanıp gidiyor. Oksijen, fazla içinize çekerseniz baş döndürecek. Kendimi vedalaşmaya gelmiş gibi hissediyorum. Etraftaki az sayıda insan, ara sıra geçen araçlar, bana bir devrin kapandığını anlatıyorlar. Çalışanlarda coşku yok, onlar çoktan anlamış artık bittiğini, ölecek olana son vazifelerini yapıyorlar. Birbirimize söylemiyoruz buraya tekrar gelmeyeceğimizi ama eşim de bende biliyoruz, eğer yolumuz Bolu taraflarına düşerse aşağıdaki yeni ve modern şubeyi tercih edeceğiz.

Dağdan inen yol sizi Bolu’ya sokar. Yeni yapılan toplu konutlar ve modern binalar ile gelişimi fark edilen, bu havası suyu başka güzel şehri geçince Kartalkaya img4913ud0sapağından sonra Yeniçağa Mengen sapağına dönüyoruz. Ankara’nın ulaşım konusunda yakınlık olarak daha şanslı olduğunu düşünüyorum.

Oklar sizi Yedigöller diye yönlendiriyor. Bir nehir yatağını takip eden dar yol üzerinde kum, taş , mıcır ocakları var sıra sıra. Kum ve taş kalitesinin çok iyi olduğu anlaşılıyor ama yol bu fırsattan istifade moloz döküp kaçanların ilgisini çekmiş. Bir noktası ise tamamen çöplük. Valilik hiç mi bu konuda bir denetim yapmıyor diye yakınmadan edemiyorsunuz. Böyle cennet bir coğrafyaya yakışmıyor, tek bir çöp parçasına tahammül edemeyeceğiniz kadar güzel doğa.

Mengen

bolu-mengenMengen, adıyla cazip ama fiziki olarak beklentileri sunmayan bir kasaba. 1453 yılında, Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethedince, saray mutfağını, Mengenli Yakup Ağa adlı Paşa’ya kurdurmuş. Mengenli Yakup Ağa da, yakınlarını ve hemşerilerini saray mutafında görevlendirmiş ve böylece aşçılık, Mengenlilerin bir ata mesleği haline gelmiş deniliyor.

Bugün ilçede Anadolu Aşçılık-Otelcilik ve Turizm Meslek Lisesi var. Bolu-Abant İzzet Baysal Üniversitesine bağlı bir Meslek Yüksek Okulu da bulunuyor. Bu okul, mengen-genel1997-1998 eğitim-öğretim yılında, 21 öğrenciyle eğitime başlamış ve günümüzde, 100 civarında öğrenciyle devam ediyor. Meslek Lisesinde ise yaklaşık 450 civarında öğrenci eğitim görmekte. Aslında kökeni bu kadar eskiye dayanan böyle bir hikâye Türk aşçılığı için muhteşem bir potansiyel. Yine de gereken ilgiyi görmediğini düşünüyorum. Birinci sebep yol-ulaşım, ikincisi ise tanıtım olmalı.

Her yıl, Ağustos ayının ilk haftası, Cumartesi ve Pazar günleri,  “Mengen Aşçılar Festivali” düzenleniyor. Festival 1981 yılında düzenlenmeye başlanmış. Ama festivalin sansasyonelliği şu yönde; 4 metre boyunda döner, 101 metre mengen-pilavıuzunluğunda şiş kebap, 4.5 metre çapındaki tencerede hazırlanan 10.000 porsiyon kapasiteli Mengen pilavı.

Belki skorer boyutlardan ziyade lezzet ve yeni yorumlar üzerinde durularak önce yerli otoritelerin sonra yabancı basının bu konuya daha fazla ilgi sağlaması sağlanmalı. Tabi böyle lafla olacak şey değil. Çünkü normalde festival dışında Mengen’e gittiğinizde yiyecek bir yer bulmakta güçlük çekiyorsunuz birkaç ev yemeği yapan yerin dışında. Daimi yaşayan, ilgi gören ve yemeğe para harcayabilecek kesimlere yedigöllerhitap eden boyutlara ulaşacak konaklama- lüks yeme içme imkanları olmadığı taktirde kendi kendimize her yıl daha uzun şiş kebap yaptık diye mutlu olur dururuz.

Yedigöller

Mengen’den sonraki Yedigöller’e giden yol tam bir çile. Web’den bakıp, bu yolu tercih ettiğimize bin pişman oluyoruz. Dar, bozuk ve çukurlarla dolu. Oldukça sıkıntılı bir 30 km. geçiriyoruz. Allahtan orman manzaraları muhteşem ki biraz oyalıyor.

Yedigöller Milli Parkı bilimsel inceleme ve araştırmalar için kuvvetli bir altyapıya ve yurdumuzun en güzel, karışık doğal ormanlarına sahip. Başlıca ağaç türleri olan kayın, gürgen, meşe, kızılağaç, akçaağaç, karaağaç, titrek kavak, sarı ve kara çam, yedigöllerköknar, fındık, ıhlamur ve dişbudak ağaçları. Ağaçların çoğu yüksek boylu ve düzgün gövdeli. Porsuk gibi nesli azalmakta olan bitki türleri de mevcut. Yol boyu Orman işletmelerinin ayıkladığı yaşlı ve çürümüş ağaçların kesilerek stoklandığı alanları görüyoruz. Orman sıklıkla tanık olmadığımız başka bir çalışma dünyasını içeriyor.

Orman içinde av alanları da bulunuyor. Bazı bölgeler ise avlanmaya yasak, doğal üreme alanları. Yaban hayvanlarından ayı, domuz, kurt, tilki, sansar, sincap, yedigöllergeyik, karaca ve tavşan ile kuşlardan yabani ördek, yabani güvercin ve keklik var. Milli Park sahasında 100’ün üzerinde kuş türü tespit edilmiş. Bu özellikleriyle Yedigöller Milli Parkı tam bir doğa cenneti durumunda. Her yıl mayıs-eylül dönemlerinde Büyükgöl ve Deringöl’de ücret karşılığı sportif olta balıkçılığı yapılabiliyormuş. Göllerde göl alası ve gökkuşağı alabalığı var.

Aynı zamanda Büyükgöl, Yedigöller’de canlı alabalık yetiştirilmesi için damızlık amaçlı kullanılmakta. Ülkemizde ilk alabalık üretme istasyonu 1969 yılında burada kurulmuştur. Mengen yönünden gelince tamda alabalık üretme alanından giriyorsunuz. Milli park girişinde ne yapacağınıza göre belli bir ücret alıyorlar. Kamp, piknik, mangal, doğa yürüyüşü çok revaçta. Bizim kadar ne HARÄ°TAyapacağını bilmez gelen pek yok. Turlar, fazlasıyla var.

Milli parkın girişinde sizi küçük Seringöl karşılıyor. Milli park bünyesinde, Büyükgöl, Seringöl, Deringöl, Nazlıgöl, Küçükgöl, İncegöl ve Sazlıgöl olarak 7 göl var. Bu göller, aralarında 100 m. yükselti farkı bulunan iki plato üzerinde. Ortalama 780 m. yükseklikte olan platodaki göllerin en büyüğü Büyükgöl. En derin yeri ise 15 m. Büyükgöl’ün güneydoğusundaki Deringöl, 20 m. uzunluğundaki akan bölümü ile Büyükgöl’e bağlı.

Genelde ana kalabalığın bulunduğu ve aktivitelerin çoğunun toplandığı merkezi nokta burası. Deringöl ve Büyükgöl arası. Otoparkın ve mangal-piknik alanının, yedigöllerkafeterya ile tuvaletin burada bulunması , herkesin bu noktada toplanmasında en önemli etkenler. Bu noktaya park edip gezmek veya yapmak istediğinizi yapabiliyorsunuz. Otopark doluysa görevliler sizi yol kenarlarına yönlendiriyor. Alan dar bir havza, göller kadar geniş, gerisi yamaçlarla yukarılara doğru devam ediyor.

Havzanın tamamı 1642 hektar ve kayan kütlelerin vadilerin önlerini kapatması yedigöllersonucu oluşmuş. Göller,  yüzeysel ve yeraltı akışlarıyla birbirine bağlı, kuzeyden güneye 1500 m. mesafede sıralanmış irili ufaklı 7 göl. Milli park içindeki “Köyyeri” denilen merkezi noktada yeni Bizans dönemine ait kalıntılar bulunmuş. Eski dönemlerde bölgenin bir yerleşim yeri olduğu düşünülüyor.

Arabayı bir şekilde park edip hemen çevreyi keşfe odaklanıyoruz. Otoparkın yedigöllerönündeki Deringöl’ün neredeyse tamamı düşen yapraklarla kaplanmış. Görünüm kolay kolay şehirde rastlayamayacağınız bir bakirlik sunuyor. Göl kenarları ağaçların arası, sıklıkla kamp yapmaya gelenler tarafından işgal edilmiş. Gençler çoğunlukla üniversiteliler çadırlarını alıp hafta sonunu geçirmeye gelmişler.

Aileler daha ziyade mangal-piknik yapılacak Büyükgöl tarafında. Grupları da yedigölleroradaki uzun ahşap piknik masalarında ağırlıyorlar. Bir grup müzisyenlerini de getirmiş. Gitarlar eşliğinde coşkulu bir kalabalıklıkla yemek yiyorlar. Çoğu kişi evden yiyeceğini getirmiş. Düzenli mangal yapma ocakları başında erkekler dumanı tüten hummalı bir uğraş içindeler. Ağaçlar arasında akustik çok güzel olduğu için kendini ses yarışmasında sanan pek çok kişi durup durup aşka gelerek yüksek sesle şarkı söylüyor.

yedigöllerBisikletle gelende var, elinde uzun batonlar yada çubuklarla bayırlarda yürüyüşe çıkanda. En çok dikkat çeken çoğunluk tripotlarıyla fotoğraf çekme meraklıları. Selfi çekenler daha ziyade göl kenarlarında manzara noktalarını tercih ederken, profesyonel yaklaşanlar akan sular, ya da farklı bitkilerin olduğu kuytu köşeler etrafında dolaşıyorlar.

Bu kadar kalabalığa rağmen genel olarak ortama hakim olan mangal dumanları yedigöllerarasına yayılmış olan şey; neşe. Herkes çoluk çocuk burada bulunmaktan hoşnut görünüyor. Doğanın, ormanın tam kalbinde olmanın keyfini sürüyor. Parkın ziyarete en uygun zamanı nisan-kasım ayları arası ve şu an bulunduğumuz zaman gerçekten doğanın yavaşça, acelesiz olgun bir duruşla kendini kışlık dönüşümüne hazırladığı, veda ederken arkasında izlenesi görsellikler bıraktığı nadide bir zamanı.

yedigöllerlk önce tabelaları takip ederek şelaleye gidiyoruz. Dağların yukarısından gelen yüzey suyu şelale noktasında kısa bir dikliği dağılarak iniyor. Gürleyen bir su kütlesi değil daha ziyade ortamın huzur veren sakinliğine yakışan kibar bir dağılış diyelim. Fotoğrafçıların olmazsa olmaz noktalarından biri.

Gülen kayalar içinde aynı doğrultuda ok gösteriyor ama oğlumun biraz denediği üzere bu noktadan ulaşmak için yamacı tırmanmak gerekli. Zemin biraz çamurlu olunca ve yol tam bir patika olunca denemeden dönüyor oğlum. Sanırım üst platodan ulaşmak daha makul.

Diğer plato 100 m. yükseklikte. En geniş gölü Nazlıgöl. Dibinden sızdırdığı bol yedigöllermiktardaki su, gölün kuzeydoğusunda yüzeye çıkarak aşağıda bakmış olduğumuz şelalenin oluşmasına sebep olduğundan “Şelale Gölü” adı da veriliyor. Aynı platoda Sazlıgöl, İncegöl ve Küçükgöl de bulunuyor. Kuzeyden güneye doğru alçalma gösteren bölgede, en yüksek yer 1488 m. ile Eğrikiriş Tepesi, en alçak yer ise 465 m. ile Kirazçatı.

Bu diğer göllere granit kesme taş döşeli araç yolundan yürüyerek ulaşmak gayet yedigöllerkolay ve çoğunluk böyle yapıyor. Ama biz tembel bir aileyiz. Nasıl olsa araçla geçeceğimiz için yürüyerek yorulmak yerine yemek yemeyi tercih ediyoruz. Yukarıdaki göller daha küçük ve birbirine daha yakın, fazla bir düzlük alan, gezinti alanı bulunmuyor. Bolu tarafından gelirken veya giderken yanından geçiyorsunuz zaten. Ama amaç orman içinde yürümekse tabi ki daha keyifli bir yol yok, birazcık tırmanmak şartıyla.

yedigöllerÜst platoda, göllerden başka o noktada birde geyik üretme istasyonu var ki buraya gelme sebeplerimizden biriydi. Ancak parkın girişinde görevliye sorduğumuz üzere istasyondaki tüm geyikleri doğaya salmışlar, görecek geyik kalmamış. Halbuki burada bir iki çift daimi bulundursalar çocuklar için müthiş bir deneyim olabilirdi.

Yine üst plato sonrasında haritada bir anıt ağaç ve’’kapankaya’’ manzara seyir yedigöllerterası bulunuyor ama aşağı otoparktan bu noktalara kadar yürümek zor. Arabayla çıkarken ya da gelirken durup bakacaksınız ki bunu mutlaka yapın derim. Özellikle manzara noktasında, Yedigölller havzasını yukardan görmek, girdiğiniz ormanın ne kadar dip ve derin noktasında olduğunuzu anlamanız açısından önemli. Göller yukarıdan fark edilemiyor çünkü havza dar ve dik ama insanı etkileyen bir görüş sunuyor.

yedigöllerBiz, bu kadar geldik ayıp olmasın diye Büyükgöl etrafında bir tur atıyoruz. Doğanın su yüzeyine yansıyan rengiyle uyumlu ahşap köprüler ve küçük seyir noktaları yapılmış. Gölün çevresini dar bir patikadan dolaşabiliyorsunuz ve her noktada ağaçların suya yansıyan zarafeti bir başka güzellikle gözlerinizi okşuyor. Havzanın dar olması ve ağaçların sık ve boylu oluşları güneşin her zaman gelmesine engel bu yüzden mutlaka güzel açık havalarda yedigöllergelmenizi tavsiye ederim. Mangal dumanları da gölde sis etkisi yapınca özellikle durup güneşin parlayarak ışığın iyi olduğu anları beklemeniz gerekli ki doğanın renklerinin bin bir tonunu tüm canlılığıyla içinize çekebilin.

Piknik alanındaki kafeteryada içeceklerle köfte ekmek veya sucuk ekmek yeme olasılığı var. Çocuklar balık yapan da görmüş ama ben fark edemedim. Oksijen bolluğuyla iyice acıkmış olduğumuz için köfte ekmeğin emeğinin büyüklüğüne aldırmayıp hepsini mideye indiriveriyoruz.

Arka masamızdaki bir aile ormandan topladığı mantarları da köftenin piştiği mangala atıyor. Epeyce bir toplamışlar. Çok bakmış yedigöllerolmalıyız ki bize de üç tane pişmiş mantar ikram ediyorlar. Türk insanının bu yüce gönüllülüğü takdir edilesi insani bir sıcaklık ama kendi aramızda ciddi bir muhalefete sebep oluyor.

Mantar benim sevdiğim ama genelde yemek olarak fazla kullanmadığımız bir bitki. Dünyadaki en çok mantar çeşitliliğine sahip ülke olduğumuzu biliyorum. ( Özellikle İzmit-Kocaeli tarafları )Ancak mantarın yanlış tipi yendiğinde kesin ölüm getirdiğini de biliyorum. Öyle ki hastaneye yetişseniz bile- en yakın mesafe 40 km.- tedavi şansınız yok.

Aile pek bir bayılarak mantarları yiyor, hatta kendi çocuklarına da yedirmeye çalışıyorlar. Çocuklar yemiyor. Sevmiyor olabilirler bir DSC_1581ihtimal. Unutulmaması gereken konu çocukların her zaman yetişkinlerden daha duyarlı olduklarıdır. Herhalde emin olmadıkları bir mantarı kendi çocuklarına yedirmeye çalışmazlar diye düşünüyorum. Çocukların ısrarlı yapma anne çağırışları arasında tereddütler içinde kendimi feda ederek bir diş alıyorum gayet lezzetli ve şimdiye kadar bir şey olmadığına göre zehirsiz olan mantardan.

Ama ‘’Biz Türk’üz bize bir şey olmaz’’  vurdumduymazlığı  daimi olarak kafamda bir soru işareti. Sonunda çözümü oğlum buluyor ve yemek zorunda olmadığımı ( ! ) hatırlatarak ikram mantarları görünmeyecek şekilde çöplerin arasına karıştırıyor. Yani ikram edenleri kırmadan yemiş gibi yaparak konuyu kapatıyoruz. Neden yedigöllerillaki yemek zorunda hissettiysem.

Polar ve montlarla dolaştığımız hava biz çay içerken biraz daha ayaza kesmeye başlıyor. Nede olsa orman, güneş çekildiği an donacağımızı hissediyorum. Yolumuz uzun olduğu için fazla geçe kalmadan dönüşe geçiyoruz. Sorup soruşturarak Bolu içinden gitmemiz gerektiğini anlıyoruz ve böylece yeni yapılmış güzel yolu görünce gelmek için çektiğimiz gereksiz eziyeti daha iyi anlıyoruz.

Dönüş yolu yavaşça batmaya yüz tutan kış güneşiyle bir başka güzel görünüyor. Vadinin sıklığı, ormanın görkemi bu yoldan daha net anlaşılıyor. Havzanın tepesinde küçük bir mola noktasında köylüler çay demleyip yedigöllermısır közlüyorlar. Buradan, üstünde kurt yeniklerini görebileceğiniz kendi bahçelerinden toplanmış elmalarla yabani armut alıç ve ceviz alabiliyorsunuz. Ihlamurlar ise kesinlikle almadan dönülmemeli. Patatesleri isteseniz beşer kiloluk poşetlere bölebiliyorlar ki bölgenin patatesi mısır közleyen hanımın dediği gibi gerçekten pek bir lezzetli. Ayvalar bu yedigölleryıl biraz erken çıkmış gibi geliyor.

Yedigöller nadide milli değerlerimizden biri. Yol biraz uzun sürse de doğa sizi sarmaladığında kendinizi ona teslim ediveriyorsunuz. Soluduğunuz hava tüm içinizi, beyninizi temizliyor, ağaçlar sessiz şarkılarıyla ruhunuzu tedavi ediyor. İnsanın aslında doğada yaşayan bir canlı olduğunu hatırlıyorsunuz. Bu sükûnet ortamından kopmak zor geliyor, tekrar gelmek için daha gitmeden bahaneler üretmeye başlıyorsunuz.

Sonbahar Yedigöller’de bütün görkemini sunuyor. Yaprak dökmeyen iğne yapraklı ağaçlar yeşillerine sıkı sıkıya sarılırken, diğer ağaçlar kahve, kızıl ve sarının her tonunu cömertçe sunuyorlar. Göğün mavisi onlara fon oluyor, bir resmin yedigöllertualine yayılmış pastel boyaları andırıyorlar. Ağaçları tek tek ayırt edemiyor sadece renklerin, ancak doğanın başarabileceği bir senfoniyi seslendirişini dinliyorsunuz.

Sonbahar hüzündür derler. Doğanın veda edişi, ağaçların kendini kışa hazırlamak için yapraklarını dökmesi bir ölümdür bazıları için. Ölüdür dökülen yapraklar ve bu yüzden sonbahar, ayrılışı, vedayı akla getirir. Ama ben önümdeki tabloda bir hüzün görmüyorum. Benim gördüğüm yüce bir gücün, anlamı daimiliğinde olan sessiz ve mağrur dönüşümü oluyor. Saygıyla önünde eğiliyorum…..

Yedigöller’de sonbahar….

yedigöller

Paylaşın: