2 Ağustos Cumartesi 2014 İlk hafta sonumuzda yakın uzakları ziyaret etmeye niyetleniyoruz. Cambridge’i yaşamışken mutlaka Oxford’u da bir görelim istiyoruz ve o taraflara gitmişken İngiltere’nin en çok turist çeken Outlet Center’larından Bicester’daki Designer Outlet’i de bir turlayalım fikrine kapılıyoruz. Cambridge’den Oxfrd’a gitmenin yolu otobüs. Tren ulaşımı mevcut ama çok daha uzun ve dolambaçlı bir yol kullanıyor. Cambridge ve Oxford arasında direkt olarak otobüs güzergâhı oluşturmuşlar. Daha önce de dediğim gibi gidiş dönüş alırsanız, bilet neredeyse tek yön fiyatına geliyor. Yol üzerindeki Milton Keynes kasabasında bir gece kalmayı planlıyoruz çünkü Bicester’de kalacak yer yok gibi ve Oxford’da kalmak da açıkçası pahalı geliyor.
Sabah bir telaş Parker Piece parkına gidiyoruz, parkın yanındaki yol Parker Street, Londra otobüsü dahil, şehirler arası otobüslerin terminali olarak kullanılıyor. Şirket Stagecoach, ( www.stagecoachbus.com )İngiltere genelinde farklı güzergahlar üzerinde çalışıyor. Cambridge ve Oxford arasında çalışan X5 grubu.( www.stagecoachx5.com )Arada beş durak olduğu için bu adı almış, St.Neots, Bedford, Milton Keynes, Buckingham, Bicester. X3 ve X4 olan başka güzergâhlarda var. Hangi şehre saat kaçta gireceği ve saat kaçta kalkacağı belli, pratik bir sistem. Sık saatlerde var ve biletler 90 gün geçerli. ( gidiş dönüş 20 £) İnternetten, information ofisinden ya da otobüsün içinden bilet alınabiliyor.
Yağmura yakalanmaktan son anda kurtularak İngiltere’nin batı tarafına doğru, Thames Valley bölgesine bir yolculuğa başlıyoruz. İlk durak St.Neots. Küçük sevimli bir kasabacık gibi görünse de yerleşim Cambridge gibi 40.000 kişilik nüfusu ile aslında önemli bir popülasyon sunuyor. Londra’ya 80, Cambridge’e 24 km.uzaklıkta. İki sokaklık merkezi geçiyoruz, basit sıra evler ile az katlı şehir evleri dedikleri bize göre apartmanın ilk ve ilkel versiyonu olan ’’public house’’lar var. Daha ziyade bir işçi ve yaşlı kasabası görünümü veriyor, halbuki sahip olduğu iyi restoranlar nedeni ile 2013 yılında The telegraph gazetesi İngiltere’nin en iyi dördüncü gurme merkezi seçmiş.
Aynı yerleşim karakterini devam ettiren üç küçük ara duraktan sonra Bedford’a geliyoruz. Burası daha büyük merkezi bir kasaba, otogara giriliyor. Ne de olsa Londra’ya yaklaşmaya başladığımız için yaklaştıkça şehirler büyüyor. Çevresindeki kırsal nüfus ile artık 157.000’lik bir şehir burası ve hemen bir üniversite göze çarpıyor. Bedford gibi şehirlerin dışında ‘’coachway’’dedikleri otogarlar var, civardan gelip arabanı buradaki otoparka bırakabiliyorsun, bir çeşit havaalanının otobüs versiyonu gibi.
Bedford’dan bir durak sonraki Milton Keynes’te inip otele yerleşiyoruz. Milton Keynes, resmi olarak 23 Ocak 1967’de kurulmaya başlanan bir ‘’yeni kent’’. İkinci Dünya Savaşı sonrası özel statü verilerek, şehirleşme politikaları gereği alınan karar ile kurulması öngörülmüş. Yani bizdeki gibi önce gecekondularla istila et, sonra belki plan yaparsın söz konusu değil. Civar köyler ile birlikte 250.000 nüfusu kaldıracak bir yeni şehir tasarlanmış ve kurulacağı yer mevkii olarak, Londra, Birmingham, Leicester, Oxford ve Cambridge şehirlerinden eşit uzaklıkta seçilmiş ki yöresel bir merkez olarak işleyebilsin. Kentin planlanması için özel bir kurum istihdam edilmiş.
Mesleğimin güzellik ve bilimselliği neticesinde ortaya çıkmış bu ticaret ve sanayi şehrinde durağan bir hava esse de hoşuma giden bir gizem buluyorum. Merkez geniş, otogar geniş, yollar geniş, oteller büyük, alışveriş merkezleri çok büyük. Sadece Cambridge’den sonra, ruhumuza işleyen bisikletli insan görememek biraz tuhaf hissettiriyor o kadar. Otele kısaca yerleşip aynı indiğimiz otogardan yine aynı şirketin bir başka otobüsüne binerek çok eski bir köy görünümündeki Buckingham’ı geçip Bicester’a geliyoruz. Bicester’ın merkezinde değil, son durağında Outlet Center. ( www.bicestervillage.com )
Biz dolambaçlı bir yol izlemiş olsak da aslında Londra’dan Bicester’a direkt tren var ve sanırım uzun da sürmüyor. Designer Center’da pek çok pahalı Avrupalı ve Amerikan markalarının sezon dışı ürünlerinin satıldığı mağazalar bulunuyor. Ama fiyatlar öyle pek outlet’ten aldım denecek gibi ucuz değil, günlük kurdan £ x TL olunca da normalden bile pahalıya geliyor. Çok kalabalık, talep çok. Londra’dan özel otobüs veya özel şoförlü araç ile buraya müşteri getirdiklerini biliyorum. Ziyaretçiler çoğunlukla Asyalılar veya Araplar.
Ara ara snob görünüşlü İngilizler de bulunuyor. Hayal kırıklığımız diz boyu ama kalktık bu kadar yol geldik diye, sevdiğimiz ve her zaman makul fiyatları olan Coach’tan alışveriş yapmış olayım bari diyerek bir cüzdan alıyorum. Bir iki saat aptal aptal dolanıp başka bir şey alamayacağımızı anlayınca dönüyoruz. Dönmek için indiğimiz otobüs durağına giderken tuhaf bir olay yaşanıyor. Tuhaflık olayın kendisinde değil, konuya bir Türk olarak bakmamızdan kaynaklı.
Otobüs durağının karşısındaki açık alanda, bir köpek koştururken bir tavşan fark ederek onu kovalamaya başlıyor. Şokta olan tavşancık sahibi yetişip köpeği yakalayana kadar can havli ile kendini yola atıyor ve yolun ortasında korkudan paralize bir halde donup kalıyor. Bir anda trafikteki bütün arabalar duruyor, hem tavşanın olduğu yönde hem de kaçarsa diye aksi yönde olanlar. Bir anda bütün araçların derdi tavşan oluyor. Biz de kaldırım üzerinde olsak da yolun ortasında donup kalmış tavşandan farklı değiliz. Olayın şokunun yaptığı etki tavşanla bizde aynı derecede, sadece biz köpekten korkmuş değiliz.
Kadının biri BMW X3marka aracını kenara çekip, anahtarı üstünde, kapısını açık bırakarak tavşanı yoldan alıyor, okşayıp sakinleştirmeye çalışıyor ve kırın kenarına koyarak can güvenliğinden emin olup, hayvan kırın içinde gözden kaybolana kadar bekliyor. Ve trafik normal rutinine dönüyor ama bizim şoku atlatmamız daha uzun sürüyor. Bu öyküde kıssadan bir hisse. Hayal kırıklığı günü erken sona erdirince Milton Keynes’i dolaşma fırsatı buluyoruz ve merkezdeki Avm’nin devasalığına hayret ediyoruz. Sonradan
öğreniyorum ki 300 dükkân varmış. Yürü yürü bitmiyor. Beklentimize göre bayağı ucuz alışveriş yapınca da keyfimiz yerine geliyor. Bicester’a boşa vakit ve para harcadığımıza yanarak, keşke Milton Keynes’i daha çok gezseydik diye hayıflanmadan edemiyoruz. Silverstone yarış pistini ve Gulliver’s eğlence parkını gezmek daha iyi bir fikir olabilirmiş…..