Çocukla Geziyorum

ANTAKYA – 2.gün HATAY

12 Kasım Cuma 2008

Otelimiz Narin Hotel, Antakya Merkez deki diğer otellerin çoğu gibi Atatürk Caddesi üzerinde. Yeni ve modern bir otel, odalar temiz, kahvaltı çeşitli ve yeterli. Akşam otelin tv kanalı yayınında ise, çok güzel bir belgesel olarak, Hatay‘ın Cumhuriyet dönemi Türkiye Devleti’ne katılım süreci ve öncesi anlatılıyordu ki, Hatay siyasi yapısı ve halkı hakkında çok bilgilendirici oldu. Bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşı olarak, bu konuda ne kadar az şey bildiğimi utanarak fark ettim.

Antakya‘nın, şehir merkezinin dışında, termal banyo ağırlıklı konaklama tesisleri mevcut. Yol ararken yanlışlıkla tuvaleti kullanmak üzere girdiğimiz, üstelik büyük reklamlarla yeni açılan bir tanesi, iyi ki burada kalmamışız dedirtti. Termal ve banyo söz konusu olunca, en önemli faktör hijyen oluyor sanırım.

Otelden çıkış yapmadan önce, girişi hemen meydanda olan Hatay Arkeoloji Müzesi yani, Mozaik Müzesi’ni geziyoruz. Müze, mozaik zenginliği yönünden dünyanın ikinci büyük müzesi. ( Gaziantep Zeugma Müzesinden önce yazılmıştır bu yazı )Birincisi Tunus’daki Bardo Müzesi. Antakya, İskenderun ve yakın yerlerdeki yerleşimlerden çıkarılmış, Bizans ve Roma mozaiklerinde, mitolojik olaylar ve kişiler sembolize edilmiş. Son derece etkileyici ve hayranlık uyandırıcı bu müze için, çalışmaların Fransızlar tarafından başlatıldığını söylemek gereğini duyuyorum, yoksa büyük olasıkla böyle bir müzemiz olmayabilirdi.

Eski tarihlerde yaşayan insanların, yaşadıkları mekanı nasıl bizlerden farklı bir şekilde dekore ettiklerini görmek ve teknoloji yokluğuna rağmen işçilikteki zarafet ve emek, Çağan ‘ı olduğu kadar bizi de etkiliyor. Evlerimizdeki ucuz fabrikasyon seramikleri düşünüyorum, sanırım bu mozaikler o yüzden şu anda müzedeler.

M.s.265-270 yıllarına ait özel bir salonda sergilenen Antakya Lahiti‘de, eski dönemlerdeki ince zevkin ve insan emeğinin bir başka muhteşem kanıtı olarak zihinlerimizde yer ediyor.

Etkilenmiş ve gözlerimiz kamaşmış olarak otele dönüp, duvardan duvara fabrikasyon halı ile kaplı odamızı topluyoruz ve çıkışımızı yapıyoruz.

Harbiye‘ye gitmeden önce, buraya kadar gelmişken, hacca gidip Müslüman hacısı olamıyorsak, bari Hıristiyan hacısı olalım diyoruz.

Saint Pierre Kilisesi‘ne, şehrin hemen dışında kısa bir mesafede ulaşılıyor. Kurtuluş Caddesi üzerinde oklar sizi yönlendiriyor. Hafif bir tepenin yamacında, tüm Asi Nehri ve şehir manzarasına hakim bir konumda yerleşmiş St.Pierre Kilisesi. Ama bu dünyanın ilk mağara kilisesi, adandığı Allaha emanet. Elimizdeki böyle bir değeri, sahip olduğumuz diğer tüm değerler gibi kendi halinde yok olup gitmeye terk etmişiz, tüm dünya Hıristiyanlarını buraya hacı olmaya çağırmak varken.

İlk Hıristiyanlardan Barnabas’ın gelip, Tarsus’lu Pavlos’uda getirerek, burada Hıristiyanlığı yaydıkları ve bu inanışa sahip olanlara da ”Hıristiyan” denmesinin, yine ilk kez bu mağara kilisede yapılan toplantılarda kararlaştırıldığı biliniyor.

Kendi inanç sistemimizden farklı bir din olsa da, dünya dini ve siyasi tarihi için bir başlangıç noktası kabul edilebilecek böyle bir yerin, özenle müzeleştirilmesi ve korunması gerekir diye düşünüyoruz. Bizim yaşadığımız bu ürperme ve saygı hissini, bu ülkeyi yöneten birileri hiç mi duymaz anlamak zor.

Yorulduğumuz ve sıkı kahvaltıya rağmen acıktığımız için, Harbiye iyi bir mola merkezi oluyor. Müthiş bir doğa yapısına sahip. Bir dağın tepesinde olduğumuz için, yoğun derecede hissedilen Akdeniz flora coşkunluğu, bu özelliği,  Antalya-Mersin gibi deniz seviyesinde görmeye alışmış bizim gibilere tuhaf geliyor.

Mitolojideki Daphne ( Defne )hikayesinin Harbiye’de geçtiğine inanılıyor. Apollon, Daphne adlı periye aşık oluyor, peri de başına bir iş gelmemesi için Apollon’dan kaçarak kendini kurtarabilmek için dua ediyor ve bir ağaca dönüşüyor. Gözyaşlarının şelaleleri oluşturduğuna, Apollon’unda aşkına ulaşamadığı için, başına bu sebeple defne dalı taktığına inanılıyor. Bu tür hikayeler etrafın güzelliğinden daha çok büyülüyor çocukları, zaten mitolojiden de kim hoşlanmaz ki.

Zengin Hatay mutfağını, burada da tatma imkanı var tabii. Muhteşem humus olmazsa olmazımız. Antakya’da pilice, cerfun diyorlar ve çocuklar için söyleyip de tadına baktığımızda mutlaka yemek gerekenler listemize ekleniyor. Pilicin, balık gibi tuzda pişirileni de mevcut Hatay‘da ama, o biraz zaman alıyor yada önceden sipariş verip gelmek gerekiyor.

Hava fazla kararmadan Samandağ‘ına yetişebilmek için acele ediyoruz, çünkü ters istikametlerdeyiz. Harbiye, Suriye sınırına yakın, Samandağ ise deniz kenarı.

Samandağ ilçesinin merkezine gelmeden önce, yol üzerinde, saparak St.Simone Manastırı‘na gidilebiliyor. Guıness Rekorlar Kitabı’nda bile yer alan St.Simone Stiliste’in, ömrünün 45 yılını, kilise avlusundaki bir sütunun üstünde yaptırdığı korunaklı mekanda geçirdiği yeri görmek ile; necropol(eski toplu mezar) de ölüleri görmek arasında bocalıyor Çağan ve ölüler ağır basıyor.

Samandağ ilçe merkezinden geçerek sahile iniyoruz ve Akdeniz tüm maviliği ile çıkıyor karşımıza. Ülke topraklarındaki en uç noktasındayız Akdeniz’in, illaki elimizi denize sokup bir saygı selamı veriyoruz. Deniz kenarındaki Hızır(A.Ş.)nin türbeside Çağan’a akıl, fikir, sükunet dilemem için bir başka vesile noktası oluyor.

Deniz kenarı aslında, M.Ö.310 yılında Seleucia adı ile kurulan bir liman kenti ve varolduğu dönemde bölgenin en önemlisi. Liman kalıntıları açıkça görülüyor ve anladığımız kadarı ile de kazılar devam ediyor.

Belli belirsiz farkedilen necropol yazısını ısrarla takip ediyoruz ve 5 km kadar kuzeye gittiğimizde Titus Tüneli‘nin yakınında yer alan Roma dönemi 12 kaya mezarına ulaşıyoruz. En ünlüsü, en büyüğü olan Beşikli Mağara. Çok kısa bir mesafede bulunan Titus Tüneli‘nede kısa bir ziyaret yaparak, hava kararmadan Çağan’a verdiğimiz ölü görme ( sadece mezarı tabii )sözünü tutmuş oluyoruz.

2 gün ve 1 gecenin Hatay için yeterli bir süre olmadığını anlamış olarak dönüş yoluna koyuluyoruz (Gaziantep). Listemizde, Kızlar Sarayı, İssos Harabeleri, Bakras Kalesi, Payas Kalesi, Ulucamii, Barnabas Manastırı gibi gidilebilecek yerler, gezilecek köyler, tuzda tavuk gibi tadılacak lezzetler vardı.

Hatay, kültürel açıdan o kadar zengin bir ilimiz ki, 2 günde, ne listemizi tamamlamaya, ne de Hatay’ın Cumhuriyet tarihindeki ayrıcalıklı yerini daha fazla incelemeye vakit kalıyor.

Neyse ki, il bizim, ülke bizim, yine geliriz…..

antakya-kasim-2008

antakya-1-gun-antakya

 

antakya-mozaik-muzesi-hatay

daphne-efsanesi-hatay-harbiye

Paylaşın: