Nerede doğduğunu bilmiyordu. Yedi kardeşine ne olduğunu da. Baba zaten yoktu, köpeklerde baba olmazdı. Tek hatırladığı sıcaklıktı. Birbirine sokulmuş kıvıl kıvıl bedenlerin yaydığı sıcaklık, birde annesinin memelerinin süt kokan ılıklığı.
Nemli burnu büyümeye başladıkça dünyada şekillenmeye başladı. İlk bellediği annenin kokusu, yattıkları kuytunun güven veren kokusu, üşüten yağmurun kokusu, nedenini anlamadığı kedilerin sinirlendiren kokusu, guruldayan karnını bastıracak yiyecek kokusu, yetişkin köpeklerin kokusu ve insanların değişken kokusu.
Kendi karnını doyuracak hale gelince uzaklaşması gerekti kardeşleri gibi, ne onları gördü bir daha ne de annesini. Yolunu bul demişti annesi her birine, kendine bir yol bul. Dolaştı yollar boyunca, kırlarda, parklarda, yollarda, bahçelerde, arka sokaklarda, mahallelerde. İnsanların olduğu yerde yemeğin olduğunu öğrendi, tehlikenin de. Dikkatli olmak gerekiyordu, insan bazen bir kap yemek sunuyor, bazen bir tekme savuruyor, bazen de geri dönülmez bir yere alıp götürüyordu.
Başka tehlikelerde vardı, saldırgan kediler ve mücadele etmek zorunda olduğu diğer köpekler. Kendi kokusunu bırakıp işaretlediği sayısız bölgesi oldu, bir o kadar da kavgası. Hiçbir zaman ilk kuytunun verdiği güven yoktu, her zaman tetikte olmak, her zaman kavgaya hazır olmak, bölgeyi iyi savunmak gerekiyordu. Yemek bitince yeni yerler bulmak, yeni yemekler aramak, yeni kavgalar etmek.
Dişiler de oldu, rast geldiği zamanlarda kendini kabul eden dişiler. Sonrasını bilmezdi, köpeklerde baba olmak yoktu. Kendi bölgesini bilir, onu korumak için başka köpeklerle kavga ederdi.
Zamanla kavgaları kaybeder oldu, genç ve güçlü köpekler kazandılar, sahiplendiklerini ele geçirir, dişiler tarafından tercih edilir oldular. Her kaybedilen kavgada daha fazla yoruldu. Havlamaktan, aramaktan, baştan başlamaktan, yeniden bir yol bulmaya çalışmaktan bıkar oldu.
Yol aramaktansa yolların ortasında yaşamaya karar verdi. Ne sağ tarafa ne sol tarafa gidiyor, tam ortada yol refüjlerinde yaşıyor, civarda yemek bitince başka bir yolun ortasına geçiyordu. Hızlı geçen arabaların köpeklere ne yaptığını biliyordu, koklamıştı. Yakıcı mazot kokusu, yanmış plastik fren kokusu ve annesinin memesini yakalamayı bir türlü beceremeyen kardeşinin kokusu.
Yol refüjlerinde kırçıllı siyah kısa tüyleri olan iri bir köpeği arabaları seyrederken görenler şaşırıyordu. Köpeğin yoldan ezilmeden nasıl geçtiğine anlam veremiyorlardı. Başka köpekler geçmeye cesaret edemiyordu, dar geliyor olmalıydı ince uzun yeşiller. Rahattı refüjler, ne havlamak gerekiyordu, ne kovalamak.
Geldiği yeni bir refüj şimdiye kadar oturduklarından fazla hoşuna gitti. Havasını kokladı, sıcak ekmek kokuyordu. Gelen geçen insanları kokladı, korku duymadı. Artık aramakta zorlanan bacaklarını dinlendireceği uzun süre kalmak isteyeceği bir yer gibi geldi, bulduğu bu yeri bir başka sevdi.
Refüj boyunca biraz ileri biraz geri gidiyor, mıntıkadan ayrılmadan kendine bir bölge belirliyor, refüj köpeğini görenler onun nasıl ezilmeden ortaya geçtiğini bir türlü anlayamıyorlardı.
Refüjün karşısındaki yolun kenarında, minibüs duraklarının köşesini bellemiş simitçi, refüj köpeğini her gün seyretti, ara sıra götürüp simit verdi. Simit verdiği bir esnada simitçi, köpeğin başını okşadı. İlk kez böyle bir sıcaklık hissetti köpek, içini ürperten yumuşaklık başından dalga dalga yayıldı. Köpek, susam kokan adamı sevdi, simitçi hiç havlamayan refüj köpeğini.
Simitçi refüj köpeğinin yol ortasında ezilmesinden korktu. Simit tezgahının yanında bir yuva yapmaya niyet etti. Bulduğu kalın mukavvalar ile çöpe atılmış tahta parçalarından derme çatma bir kulübe yaptı. Okşaya okşaya getirdi refüj köpeğini ama ne yaptıysa içeri sokamadı. Köpek başının üstünde bir dama alışık değildi, o insanlara özgü bir şeydi. Köpek sadece burnu üşümesin, karnı sıcak kalsın isterdi. Anladı simitçi, bozdu derme çatma kulübeyi, yer yatağı yaptı, kalın mukavvaları üst üste koydu, şimdi artık köpeğin keyfine diyecek yoktu.
Sıcak simit ve susam kokuları arasında günler geçti. Köpek her gün kafasını okşayan sıcak eli arar oldu, simitçi ona bakan bir çift dost gözden memnun oldu. Acıkınca bir parça simit yemek, susayınca önünde hazır su bulabilmek, kendini düşünen bir başkasının olduğunu bilmek güven verdi, içi ilk kez rahat etti.
Bilmediği bir zamanın sonrasında simitçinin kokusunda bir değişiklik hissetti köpek. Simitçinin sesindeki neşe yavaş yavaş sönmeye, minibüs şoförleriyle yaptığı şakalaşmalar azalmaya başladı. Susam kokusunun arasına yayılan ağırlık gün be gün arttı. Simitçi her geçen gün köpeğin yanındaki taburesinde daha uzun oturur, daha zor kalkar oldu. Ona bakan gözleri elindeki sigaranın dumanından beter buğulandı, konuşurken bitmez bir öksürük lafını keser oldu. Refüj köpeği simitçiyi koklamaya devam etti, gelenin kokusunu hissetti.
Bir gün simitçi köpeği, her zamankinden uzun sevdi, sarıldı. Köpek simitçiyi kokladı, simitçi köpeği okşadı. Simitçi hoşça kal dedi köpeğe anlar mı anlamaz mı diye düşünmedi. Hoşça kal dostum, belki dönerim belki dönemem, sen kendine iyi bak yine de. Köpek, simitçinin elinin verdiği sıcaklığı yüreğine taşıdı, simitçiyi her zamankinden uzun kokladı, kokladı, kokladı… Simitçi, tezgahını topladı gitti.
Sabaha karşı saat dört sularında bir cankurtaranın veryansın figanı yankılandı sokaklarda, yataklarında derin sıcak bir uykunun sarmaladığı insanlar duymadı. Bu sesi bekleyen devriye polisleri duydu. Ambulanstan inen görevlilere gösterdiler refüje çıkmış arabada sıkışmış ölmek üzere olan adamı. Ambulans gidince gelen çekici darmadağın arabayı kaldırdı. Altından bir köpek ölüsü çıktı, kırçıllı siyah kısa tüyleri olan iri bir köpek. Bir poşete koyup çöpe attılar refüj köpeğini, çöp arabası geldi aldı poşetini.
Behiye Işın
Arnavutköy – Mart 2015
Galapera Fanzin Mayıs 2015 sayısında yayınlanmıştır.