Mutlaka al : Tire’den karadut reçeli mutlaka al.
Mutlaka öğren : Tire’de yetişen farklı otları mutlaka öğren.
Mutlaka kal : Şirince’de bir pansiyonda mutlaka bir gece kal.
Mutlaka çık : Şirince’de kilisenin bulunduğu tepeye mutlaka çık.
Mutlaka iç : Şirince’de okulun bahçesinde çamların
altında, mutlaka çay iç.
12 Ağustos 2010 Perşembe
Ağustos ayını geçirdiğimiz Bodrum’dan, yakın yerleri ziyaret ederek yurdumuzu tanıma ve çocuklara da tanıtma çabamız çerçevesinde bu sefer, Efes’ten sonra çok kısa bir mesafede bulunan, yurdumuza gelen pek çok turistin bizden önce ziyaret etmiş olduğu, Şirince ‘ye gitmek istiyoruz.
Yabancı turistlerin çoğunun Ege gezi programında yer alan ama, Türk vatandaşı olarak, üstelik yazlarını yakında geçiren vatandaşlar olarak henüz görmediğimiz bu küçük kasabaya karşı suçluluk duyuyoruz. Daha önce okul gezisi ile gelerek Şirince’yi ziyaret etmiş olan Çağan, durumu biraz kurtarıyor.
Bodrum’dan yol yaklaşık 3 saat kadar sürdüğü için, önce methini duyduğumuz Tire’ye uğrayıp orada öğle yemeği yemeyi düşünüyoruz. Tire’de Kaplan Dağı Restoran, kullandığı Ege yöresine özgü otlarla, pek bir kulaktan kulağa yayılmış durumda.
Tire, İzmir ile Kuşadası arasında, Ödemiş istikametinde. Otobandan sonra yaklaşık 45 dakikalık bir sürede ulaşılıyor. İzmir’in güneydoğusunda kalıyor ve İzmir‘e yaklaşık 80 km.mesafede bulunuyor.
Mevsim itibarı ile yol boyunca karadut reçelleri ve suyu satılıyor ki özellikle bulduğunuz yerde alınması gereken özel bir üretim. Şifası bir yana, sade dondurma üzerine sos olarak koyduğunuzda tadına doymak mümkün değil. Bu tarifin lor peyniri ile yapılan bir tatlı şekli mevcut yörede; Karadutlu Lor Tatlısı. Tuzlu ile ekşiyi damağına yakıştıramayanlar için dondurmalısı, yaz sıcağında özellikle serinletici bir lezzet şaheseri.
Menderes Ovası ile Aydın Dağları arasında yemyeşil bir ova Tire’nin bulunduğu yer. Tire merkezi, küçük ve tipik bir Ege kasabası. Merkezde Kaplan Dağı’na yönlendiren tabelalar size gideceğiniz yönü gösteriyor.
Tire’de, bulunduğu konumdan dolayı, çok çeşitli bitki yetişebiliyor. Özellikle dağlarında sayısız bitki türü mevcut. Bu nedenle Tire, çeşitli ot yemeklerinin yapıldığı bir ilçe. Her yerde rastlanan kabak çiçeği dolmasının yanısıra, ‘’Heybeli Çorba ‘’, ’’karışık ot kavurması’’, ’’sarmaşık kavurması’’ gibi daha yöreye özgü tatları da bulabilmek mümkün.
Tabelaları takip ederek, Ağustos ayında bile yemyeşil bir tepeye tırmanıyoruz. Burada, ara ara karşımıza çıkan restoranlar, yamacı parsellemiş. Kaplan Dağı Restoran, en tepedeki, yolun bittiği yer. Mekan otantik, kurutulmak üzere asılmış çeşit çeşit otlar, ortamın dekorunu oluşturuyor. Manzara, epeyce bir tırmandığımız için, tüm ovaya hakim. Alabildiğine uzanan Menderes Ovası ‘nda Tire, küçücük .
Ama anlıyoruz ki geldiğimiz mevsim yanlış. Ağustos ayında pek bir ot bulmak mümkün değil, bu nedenle fazla değişik mezede yok hali ile. Yörenin et yemeklerini denemek durumunda kalıyoruz çaresiz. Sonuç, hiçbirimizi 3 saat yol gelip birde dağa tırmandıktan sonra tatmin etmiyor. Üstüne ödediğimiz fiyatta, Boğazda kebapçı mertebesinde olunca, büyük bir hayal kırıklığı ile en azından Tire’yi ve bölgeyi görmüş olmanın yanımıza kalacağı karla çıkıyoruz bir an evvel Şirince’ye gitmek için.
Tire’den deniz istikametine doğru gidince, İzmir otobanının tam karşı tarafına düşüyor Şirince. Selçuk olarak yönlenip, buradan Şirince’ye sapıyoruz. Selçuk’a 8 km .mesafede, tepelik bir alanda kurulmuş ve tarihi mimarisini korumayı başarmış, küçük bir köy Şirince.
19 y.y. da, 1800 haneli bir rum kasabası iken, 1923’te Mübadele sonucu Rumların ayrılması ile Kavala ve Somokol köylerinden gelenlerle iskan edilmiş. Şirince’de üretilen zeytinyağlarının, güney Ege’de üretilenlerin en iyisi olduğu söyleniyor.
Oklara göre geldiğimiz köyün girişinde, oklara göre seçtiğimiz bir otoparka park ediyoruz. Turistik ve çok ziyaret edilen bir yer olduğu, düzenli otoparkların ve yönlendirme levhalarının sıkça olmasından belli oluyor.
Köy içine araçla girilmiyor. Merkez alana kadar yürüdüğümüz yol boyu ve çarşısı, zeytinyağı, sabun, nakış ve özellikle çeşitli meyva şarapları satan dükkanlarla dolu. Bolca şarap imalathanesi var. Hatta çarşı meydanında, denemek istediğiniz her meyvanın şarabını tattırıyorlar.
Çarşı ve meydan düzlüğe yayılmışken, köy, dar sokaklar ve belli belirsiz merdivenli taş yokuşlarla yamaçlara doğru devam ediyor. Konutların çoğu iyi durumda ve büyükçe olanları pansiyona dönüştürülmüş. Yabancılardan da oldukça rağbet görüyor gibi.
Kapısı açık olan birine dalıp, arka iç avlusuna geçiyoruz ve topluca oturmuş çay içen turistlere imrenmeden edemiyoruz.
Yükseldikçe köy, hoş panoramik seyirlikler sunmaya başlıyor. Bir zamanlar adının Çirkince olduğuna inanmak mümkün değil. İri taşlarla döşeli yokuşu tırmanırken evlerin güzelliğine bakıp düşmemek için azami çaba sarf ediyorum.
Köylü hanımlar tezgahlarda, kendi yaptıkları nakışları, toplayıp kuruttukları yöresel otları veya evde yaptıkları ekmekleri satıyor. Biraz adaçayı, bir küçük el havlusu ve son kalan ekmeği kaçırmadan alıyoruz.
Tepedeki kiliseye vardığımızda, ağaçlar altındaki teras, herşeyden daha güzel geliyor, kırk derecenin hayli üstünde olan havada. Buz gibi bir naneli limonata yudumlarken, Şirince’nin güzelliğini, tepenin eteklerine serpiştirilmiş inci taneleri gibi görünen beyaz evlerini ve memleketimin kendine özgülüğünü seyrediyoruz. İçi boş, kısmen onarılmış kiliseyi, ona da ayıp olmasın diye şöyle bir dolanıyoruz ama, buraya çıkmanın asıl ödülü kilise değil, sunduğu Şirince’ye hakim görüş.
Dönüş yolu iniş olduğu için, kayıp düşme riski haricinde daha az zorlayıcı. Önceden Çağan’ın getirdiklerinden tadına baktığımız meyve şaraplarına fazla ilgi göstermeden sabun almakla yetiniyoruz.
Şirince ‘ye gelmeden, bu yöreye özgü ve mutlaka alınması gereken ‘’beyaz şeftali’’den bahsetmişlerdi. Tezgahlarda bulunmayan bu şeftaliyi özellikle sormak ve istemek gerekiyormuş. Sorduğumuz köylü hanım sadece bir kasa olduğunu söyleyerek kendi evinden getiriyor. Görünüşte de hafif beyazımsı ya da daha açık renk olarak tarif edilebilecek bu şeftaliler, lezzet olarak bala, şekere batırılmış gibi bir tada sahip. Ayvalık’taki yassı şeftaliler ile aynı cins olmalı diye düşünüyorum.
Aldıklarımız çoğalınca köyün girişindeki otoparka dönüp, geldiğimiz de de dikkatimizi çeken eski okul binasını gezerek, yaşlı fıstık çamlarının gölgesinde serinlemiş görünen bahçesinde bir çay içelim isteğine kapılıyoruz.
Tek katlı taş binanın, giriş katında derslik olduğunu düşündüğümüz odalar ve inemediğimiz bir alt bodrum katı var. Binanın insani ölçeği, aydınlığı, köye hakim konumu çok hoşumuza gidiyor. Duvarlarında eski mektep döneminden resimlere yer vermişler. Köyün tam karşısında konumlanmış, bahçesindeki büyük büyük çam ağaçları ile gönlümüzü feth eden yapı, Şirince‘yi daha bir sevmemize sebep oluyor. Bu güzelim taş bina, bugün restoran olarak kullanılarak yazık ediliyor. Böyle bir binada okumalı çocuklar, devletin yapıyorum dediği barakadan bozma şekilsiz ucube binalarda değil.
Okulun, yapılış tarihine bakarak ( 1899), ülkemizin Cumhuriyet dönemi pek çok aydının yetişmesinin alt yapısını oluşturmuş olan, Abdülhamit Dönemi’nin eseri olduğunu düşünüyoruz.
Havanın temizliğine ve köyün verdiği huzura doymak mümkün değil. Güzelim köy evlerindeki bir pansiyonda, bir gece konaklamak üzere başka bir gezi programı oluşturmaya karar veriyoruz.
Türkiye’nin her köşesinin başka güzel olduğuna bir örnek Şirince. Turizmden hatırı sayılır şekilde nasibini almış olsa da, havası, doğası ve özgün ruhu için mutlaka gelinmeli.
Sevdik seni ŞİRİNCE, yine görüşmek üzere….