29 Haziran Cumartesi 2013
Key Largo, Miami Bayside Marketplace, Coral Gables, Espanola Way, Lincoln Road Mall
Sabah gözümüze dolan okyanus ile uyanıyoruz. Yattığımız yerden perdeleri açık tutarsak yataktan okyanus görülebiliyor. İçimize dolan sonsuz mavi ile bir gece evvel yediğimiz kazığın acısı hafifliyor. Bugün ufuk biraz bulutlu ve açık maviye dönmüş kıyılar beyaz kırılgan tepeli dalgaları daha bir sıklıkla kıyıya vuruyor. Tropik bir yağmura şahit olabiliriz.
Türk grup kahvaltıdan sonra oteli terk edeceği için telaşlı, oyalanmıyorlar. Bizde geç inince geniş açık büfe bize kalıyor. Kahvaltı sonrasında ise yine kısa bir deniz turu ile okyanusa veda ediyoruz.
Keys
Bugünün planında Keys’ ler var. Kuzey Amerika’nın en güney ucunda mercan resiflerinin koruduğu adalar zinciri yer alıyor ve bu adalara topluca’’Keys’’ adı veriliyor. Bu adaları Denizaşırı Karayolu ile birbirine bağlamışlar ki bir denizaşırı yolda gitme fikri bile bizim için başlı başına bir ziyaret sebebi. Okyanusun üzerinde araba kullanıyorsunuz.
Ancak mesafe kısa değil. Adalar dizisinin en ucunda yer alan ve Amerikan Başkanlarının bile ara sıra sayfiye ve tatil amaçlı kullandıkları Key West’e gitmek araba ile 3,5 – 4 saat kadar sürebileceği için aslında uçak ile gitmek daha mantıklı.
Keys’lere Miami’den tek bir karayolu hattı gidiyor ama asıl zorlayıcı sorun, Miami’den çıkarak bu tek hatta girebilmek oluyor. Yoğun şehirlerin şehir dışına çıkışlarında olduğu gibi bir otobanlar karmaşasında biraz debeleniyoruz ki bu durumda yapılacak en iyi çözüm GPS’den veya telefonunuzdaki Google haritalardan yol tarifi alarak harfiyen uymak olmalı.
Stresli bir şehir çıkışı sonrasında doğru yola ulaşınca otobanın son durağı olan Florida City şehrinde gördüğümüz bir outlette mola vererek biraz dinleniyoruz. Outletlerde de, normal alışveriş merkezlerinde de hemen hemen hep aynı mağazalar mevcut. Belli markaların dışında ise ( Coach gibi ) Amerikan ürünlerinin, Avrupalı muadilleri kadar kaliteli ve tasarım zevkine sahip olduklarını söylemek zor.
Florida City’den mercan adalarının ilk yerleşim alanı olan Key Largo adasına yönlendiğimiz zaman geçen araba sayısı artmaya başlıyor ve nedense benzin fiyatları da burada 3.76 dolara çıkıyor. ( Orlando’da 3.33 idi.) Fakat işin daha tuhaf olan kısmı, geçen her beş arabadan birinin tekne taşıyor olması. Arabaların arkalarındaki çekekler ile daha ziyade Fisher denilen balıkçı tipi tekneleri taşıyorlar.
Keys adalarının bulunduğu mercan resifleri, Keys kıyılarının 320 km.si boyunca Miami’den başlayarak en sondaki Key West’in daha açıklarında yer alan Dry Tortugas adasına kadar uzanıyor. Mercan resiflerinin sunduğu karmaşık ve hassas ekosistem, binlerce okyanus bitki ve canlısına ( 550 den fazla balık cinsi ) ev sahipliği yapıyor. Bu nedenle bu bölge, özellikle balıkçılığın dünyadaki en önemli merkezlerinden olarak kabul ediliyor.
Gulf Stream akıntısının geldiği bölgelerde derin deniz balıkçılığı yapılıyor. Bu konudaki en tanınmış ve konuyu da tanıtmış kişi, bilinen balıkçılık tutkusu ile ünlü Amerikalı yazar Ernest Hemingway. Adalarda özel olarak balık tutma seferleri düzenleyen turlar mevcut.
Keys adaları, Key Largo ile başlıyor. Key Largo’da, John Pennekamp Mercan Resifleri Eyalet Parkı var ve mercan resiflerini gözlemleyebileceğiniz dalış turları düzenliyorlar.
Key Largo’dan sonra Tavernier adası ve İslamorada yer alıyor. İslamorada ve Marathon adası arasındaki Grassy’de (Dolphin) Yunus Araştırma Merkezi’nde, yunus davranışları inceleniyor ve aynı zamanda hasta, yaralı, yorgun yunuslar tedavi ediliyor.
Big Pine adasından sonra Key West ile denizaşırı karayolu son buluyor.1513’de keşfedilen Key West adası, önceleri korsanların yerleşim yeri iken sonrasında da batık avcılarının gözdesi olmuş. Bölgedeki korsanlar ve İspanyol gemileri nedeni ile Florida açıkları yüzyıllar içinde binlerce batık ile dolmuş ki bunların çoğu Keys açıklarında yer alıyor. 300 milyon dolar değer biçilen ünlü İspanyol batığı Atocha’da buna dahil.
Küba ve Karayipler’den gelen göçmenlerin ruhunu, mutfağını ve mimarisini şekillendirdiği Key West, bugünün önemli turizm ve tatil merkezi. Çok istememize rağmen ufukta kara kara bulutlar çoğalmaya başlayınca o kadar uzağa gitmeye cesaret edemiyoruz ve Key Largo ile yetinmek durumunda kalıyoruz.
Denizaşırı karayolunun kuzeyi Meksika Körfezi’nin durgun sularına, güneyi ise Atlantik Okyanusu’na bakıyor. Meksika Körfezi’ne bakan kıyılara tatil köyleri ve otelleri sıralamışlar. Okyanus kıyıları ise konutlara ayrılmış. Evlerin mimari özellikleri ve yapı adalarının oluşum tarzı tamamı ile okyanusu kullanmak ve bir deniz aracına sahip olmak üzere tasarlanmış. Yani, evlerin dizilimi bir marina sistemine benzetilmiş. Marina pantonları evlerin arka cephelerindeki kara ulaşımını sağlıyor, ön cepheden ise denize açılıyorlar ve böylece otomobil garajı yanında yer alan tekne garajındaki deniz araçlarını hemen önlerinden denize indirebiliyorlar. Nerdeyse istisnasız her evde bir otomobil ve bir tekne yer alıyor, sanki burada teknesi olmayanın yaşama şansı yokmuş gibi.
Kesinlikle başka bir hayat tarzı ve yaşam biçimine sahip bölge, sosyal yönden büyük bir canlılık göstermiyor. Ortak bulunulabilecek restoranlar yok denecek kadar az göze çarpıyor, alışveriş merkezleri ise yol üstü ıvır zıvır satan bazı mağazalardan ibaret. Belki daha ilerideki adalarda sosyal ve ticari yöne hitap eden başka yapılanmalar bulunabilir, inceleme fırsatımız olamıyor. Çünkü öyle bir yağmur bastırıyor ki apar topar hatta telaşla dönüş yoluna geçiyoruz.
Bu bölgelerde yaşayanların eminim ki alışık oldukları bir şiddettir ama karşılaştığımız yağmur Türkiye’de yağsa her yeri sel basacak cinsten, bu nedenle tek düşündüğümüz biran evvel kendimizi Miami yollarına atmak oluyor. Miami’ye yaklaşınca biraz hafifleyen ama kesilmeyen yağmur nedeni ile yapılacak tek şey olarak araba ile biraz tur atmaya çalışıyoruz.
Coral Gables
Yağmurun elverdiği ölçüde görebildiğimiz kadarı ile Miami’nin Coral Gables semtini turluyoruz. Burası ülkenin en zengin semtlerinden. Ağaçlıklı geniş caddelerde, bahçe içlerinin arkalarında zarif malikaneler sıralanıyor. Coral Gables’ı yaratan kişi, 1892’da New England’dan Florida’ya gelen Solomon Merrick.
Merrick’in rüyası henüz yeni gelişmekte olan Miami’de bir hayal şehir yaratmak oluyor ve kısmen İtalyan, kısmen İspanyol mimari tarzına, kendi deyişi ile ‘’her iki stilin en güzel örneklerinin birleşimi ile Floridanın karakterine uygun oranda gösteriş eklenmesi’’ sonucunda bir mimari tarz yaratıyor. Coral Gables ismi ise kendi için yaptığı evin üzerine mercan sanarak fosilleşmiş deniz canlılarını eklemesi ve Coral Gables adını vermesi ile ortaya çıkıyor. Bugün bu bölgede Merrick mimari kalıplarının dışına çıkılması kanunlarla yasaklanmış durumda.
Sahile yakın kesimde yer alan Coconut Grove, Miami’nin en eski semti. 1960’ların efsanevi hippi mekanı olan Coconut Grove, artık burada yer alan uygun fiyatlı restoran ve mağazalar ile Miami’nin hareketli bir bölgesi. Özellikle bir açık hava alışveriş kompleksi olan Cocowalk, bölgenin en canlı yeri.
Bayside Marketplace
Yağmur hala durmayınca Coral Gables’ı arabadan görebildiğimiz kadarı ile yetinip, Downtown’daki Bayside Marina’nın kapalı mekanına kendimizi atıyoruz. Marinada oyalanırken yağmurun durması ile 10 dakika içinde her yerin kuruması bir oluyor ve yağmur durur durmaz da, marinanın gösteri alanında hemen bir canlı müzik başlıyor ve sanki kıyamet kopmamış gök delinmemiş gibi Karayip kökenli insanlar, bizim her oynak havada bel kıvırıp gerdan kıran Türk milleti gibi hemen buldukları ritim ile dans etmeye başlıyorlar. Demek ki tropik memleketlerde yağmur yağsın duası değil yağmur sonrası durdu nihayet dansı yapılıyor.
Önümüzden kalkmak üzere olan Biscayne Körfezi ( Miami Downtown ile Miami Beach arasındaki körfez )gezi teknesi iyi bir fikir gibi görünüyor gözümüze ve anında bilet alarak yağmur yağsa da üstü kapalı olan tekneye yerleşiyoruz. ( www.miamitorucompany.com )
Tekne, saat yönünün aksine seyrederek yaptığı bir daire ile Biscayne Körfezi’nde yer alan Miami adalarını gezdiriyor. Yaklaşık olarak 90 dakikalık bir tur bu.
Önce Miami Downtown’da bulunan Mimai Nehri’nin körfeze dökülen ağız kısmına bir parça giriyor. Burada yüksek katlı bloklarda rezidanslar ve Hotel Continental gibi pahalı lüks oteller yer alıyor.
Daha sonra Miami Cruise limanını boydan boya geçiyor. Yılda yaklaşık 3 milyon turist ağırlayan bu limandan Karayipler turuna gidilebiliyor. Bu noktada dikkat kesiliyorum çünkü gezmek istediğim yerler listesinde Karayipler benim için daimi olarak bir numarada olan tek yer. Türkiye’de hizmet veren Cruise şirketlerinin yanı sıra bilmediğimiz pek çok başka şirketinde limanda gemileri var. Kendimi hayalime yaklaşmış gibi hissediyorum.
Tur, limanın bitiminde tek gerçek doğal kara parçası olan Fisher adasını fazla yaklaşmadan uzaktan anlatarak geçiyor. 1920’lerde zenciler için ayrılan bu ada, şu anda zengin elitlerin özerk bölgesi. Karayolu bağlantısı olmayan adaya, helikopter yada tekne ile ulaşılıyor ama önüne gelen içeri giremiyor. Malikaneler, tanesi birkaç milyon dolardan başlayan sınırlı sayıdaki kondominiumlar ( apartman dairesi kısaca ) ve burada yaşayanlar için gerekli sosyal donatılar bulunuyor adada. Adada evi olduğu söylenen isimlerden biri Nicole Kidman.
Mimai Beach’in batı kıyılarından geçerek önce Star adasını, bayağı bir yakından izleme imkanı buluyoruz. Star adası adı üstünde Hollywood yıldızlarının yada ünlü işadamlarının bahçe içerisindeki özel malikanelerinin bulunduğu bir ada. Karayolu bağlantısı var ama oturmuyorsanız içeri almıyorlar. ( denedik )Malikane sahipleri arasında, Rosie O’Donnel, Scarface filminin seti olarak kullanılmış olan Sylvester Stallone’nin evi, Gloria Estefan, Shaquılle O’Neill, Elisabeth Taylor’un balayını geçirdiği pembe malikanesi ( Richard Burton ile olan balayı )Vanilla Ice ve Julio İglesias ismi geçen evler ve ünlüler.
Star adası ile paralel olarak, arka arkaya, aynı tarz ve yapıda, Palm ve Hibiscus adaları yer alıyor. Bu adalar deniz doldurmak sureti ile oluşmuş suni adalar. Palm adasında, eskiden Al Capone’ye ait yapıda, deniz kenarında güvenlik amacı ile her yeri kapalı olarak yapılmış iki küçük müştemilat bu binayı diğerlerinden ayıran özellik.
Malikanelerin hepsi maksimum iki katlı olsa da, yatayda yayılan bahçelerindeki palmiyeler ve özel iskeleleri ile güzellikleri katlanan, görkemli olmaktan ziyade bulundukları konumun mali değerini sırtlanmış mütevazi yapılar. Avam gösterişler ve araziyi dibine kadar kullanan illaki benimki daha yüksek olsun diye ilave kat çıkılan aykırılıklar hiçbirinde bulunmuyor.
Henry Flagler ( Miami’yi Miami yapan adam )anıtının olduğu küçücük bir adada ise kısa dar bir kumsal bırakılarak normal halk tipi insanlarında tekne ile gelip burada dinlenebilmeleri için imkan sağlanmış.
Köprü ve otoyola ayak zemini görevi gören nihayetteki Watson adası’nda bir papağan jungle’ı ve bir çocuk müzesi bulunuyor. Buraya Miami Beach’i Downtown’a bağlayan yol üzerinden ulaşılabiliyor. Coral Gables’dan sonra körfezi de tanımış ve Miami’nin ne demek olduğunu, sadece dışarıdan binaların cephelerini görmüş olsak da şimdi anlamış bulunuyoruz.
Espanola Way
Otele dönüp biraz toparlandıktan sonra geriye sadece Mimai Beach’te görmemiz gereken Espanola Way ve Lincoln Road Mall kalıyor. Espanola Way, Washington ile Drexel Caddeleri arasında trafiğe kapatılarak, tamamı İspanyol tarzı dekore edilmiş biraz Akdeniz biraz Karayip kokan restoranlarla dolu, içinizi kıpır kıpır hareketlendiren çok güzel bir cadde. Sıcak tropik gecelerde yemek yemenin ateşli bir romantizme dönebileceği harareti yüksek, cazibeli bir mekan.
İspanyol kültürünü sadece bir caddede yemek yemek olarak düşünmemek gerekiyor. Bulunulan coğrafya, Florida eyaleti, Californiya büyük ölçüde bu kültürün etkisi altında hatta, yoğun bir Latin kökenliler nüfusu ile yaşıyor. Karayipler ve Küba’da, İspanyol kültürünün özgünlüklerini bozmayan dominant kimlikleri. Güney Amerika kıtası da keza, arada bir okyanus olan Avrupa veya Asya kültürüne göre kapı dibi, komşu kıta yani yaşanılan tropik coğrafyada Amerikan etkisinden daha baskın bir Latin kimliğini gözlemlemek kaçınılmaz bir sonuç.
Lincoln Road Mall
Lincoln Road Mall ise adından da anlaşılacağı üzere yayalaştırılmış bir alışveriş caddesi. Oldukça uzun, oldukça geniş, oldukça fazla mağaza ve restoran bulunuyor, bu nedenle de oldukça kalabalık. Boşu boşuna Ocean Drive’da para ve zaman harcamak istemeyenler için çok daha ideal.
Miami’deki tüm bu yapılardaki otellerdeki insanlar Ocean Drive’a sığmaz diye düşünürken meğer herkesin burada olduğunu görüyoruz. Gecenin 9.30 unda bile oturacak yer bulamayıp ayak üstü dondurma ile idare etmek zorunda kalıyoruz. Miami’de yemek maceramız bu dondurmalar ile son buluyor halbuki Joe’s Ston Crab’in meşhur olmuş tadı incelenmeli, BLT steak house’da et yenmeli, efsanevi Fontenableau otelinin restoranı şöyle bir ziyaret edilmeli, The Palm da bu listede yerini almalı idi.
Bu gezide Miami’ye hızlı bir göz atmış daha ziyade çevresini tanımaya zaman ayırmış oluyoruz. Yüksek binaların ve beyaz kumsalların donuk bir görünüm verdiği ama kıpır kıpır ruhu ile içi içine sığmayan bu şehri sevdik ne yalan söyleyelim, mutlaka bir kere daha gelme isteği duyduk. Kim bilir bu istek, belki bir Karayip turu için vesile olur….
Görüşmek üzere MİAMİ…!
Görüşmek üzere AMERİKA …!
amerika-9-gun-kenndy-space-center-miami
amerika-10-gun-miami-everglades-ocean-drive