12 Ekim Cuma 2007
Bugünkü programda şehri gezmeye devam ediyoruz. Amsterdam çok büyük bir şehir değil, mesafelerin çoğu, yürüme mesafesinde, o yüzden yürümeyi tercih ediyoruz. Aslında en güzeli, neredeyse tüm Amsterdam’lıların yaptığı gibi bisiklet kiralayarak bisikletle ulaşımı sağlamak. Ama şehir içinde bisiklet kullanmak, alışkın olmadığımız bir durum, çocuklarla cesaret edemiyoruz.
Yürüyecek olsak da, resepsiyona uğrayıp taramvaylar için bilet alıyoruz, bulunsun. Biletleri mesela, 15 lik toplu koçanlarla alırsanız ucuz oluyor ve en güzeli başka bir şehire gittiğinizde de kullanabiliyorsunuz. Biletçi ve bilet arama sıkıntısı yok. Bütün bunları bize resepsiyonda çalışan Sivas’lı Metin bey anlatıyor. Ailesi o çocukken çalışmaya gelmiş, Amsterdam’da yaşıyorlar.
İlk durağımız liman bölgesi. NEMO adında, modern bir gemi görünümünde inşaa edilmiş ve Amsterdam Üniversitesi’nin desteklediği Bilim Müzesi. (www.e-NEMO.nl ) Hemen önünde 17.yy Doğu Hindistan Ticaret gemisinin 1/1 yapılmış bir replikası yer alıyor. Müze açılana kadar ilk önce korsan gemisi dediğimiz, aslında ticaret gemisi olan gemiyi geziyoruz. Eski gemilerin hepsi nedense çocuklar için korsan gemisi, korsanlar hangi gemilere saldırıyordu peki diye düşünmüyorlar.
Kaptanın odası o kadar alçak tavanlı ki, çok kısaymış bu kaptanlar diye düşünmemek elde değil. Gemi doktorunun odası, günümüzdeki bir tuvalet kadar. Gemide de zaten tuvalet diye bir şey yok, açık deniz dururken. Aslında gemi 3, hatta 4 katlı. O kadar gerçekçi yapmışlar ki tayfaların kaldığı bölümün arkasında ambarda peynirlere saldıran fareler bile düşünülmüş. Bize 17.yy gemi hayatına dair değişik bir deneyim yaşatıyor.
NEMO‘nun sıkıcı bir müze olacağını varsayıp, o kadar euroyu boşunamı ödedik acaba diye düşünürken, içeri adım atar atmaz fikrimiz şiddetli bir hızla değişiyor. Amsterdam’a sadece bu müze için gelinir. Hatta imkanı olan okulların özel tur düzenlemeleri bile yerinde olur. Fizik, kimya, biyoloji konularında, okulda okuduğunuz ne varsa bu müzede. Cazip olan kısmı, hepsinin oyun şeklinde olması.
Çağan’a ve Çaka’ya bizden sıra gelmiyor demek abartılı olmaz.Tabii Çaka pek bir şey anlamıyor sadece o da oyuna katılmak istiyor, Çağan ise belli konuları anlıyabiliyor. Ortaokul yaşlarında gelmek daha verimli olabilir. Benim favorim yağmurun oluşumunun anlatıldığı özel odacık oluyor.
Genelde okullar grup halinde geliyorlar. Çocukların koşarak geldikleri tek müze burası olmalı. Derste anlamadığınız konuları burada eğlenerek öğrenmek mümkün. Hollandalıları tebrik etmek lazım, öğrencilere yönelik muazzam bir çalışma yapmışlar.
Müzeden kendimizi zor kurtarıyoruz. Doğu Hindistan Ticaret Şirketi’nin kurulduğu bina bugün Gemicilik Müzesi.( www.scheepvaartmuseum.nl ).Malesef bakım için kapalı olduğundan gezemiyoruz.
Tekrar kanallar bölgesine dönüyoruz.Taşıt trafiğinden çok bisiklet trafiğinin olması bizi şaşırtıyor. Bisiklet trafiği o kadar yoğun ki, taşıtlar ile birlikte uyumunu, bisiklet trafik ışıkları ile düzenlemişler.
Herkes trafiktekilere saygılı. İstanbul’da olsa, ufak arabaların bile sol şeritte gitmemesi gerektiğine inanan bilumum BMW, Mercedes ve Jeep sahibi ellisinin üstünden geçer.
Eski şehir bölgesinin dışında, Plantage bölgesindeki, Artis Zoo denilen hayvanat bahçesi ile devam ediyoruz çocukları eğlendirirken kendimizi de gezdirdiğimiz turumuza.( www.artis.nl ) Çağan yürüyüşe rahatlıkla eşlik ediyor. Hayvanat bahçesine başlamadan önce, bir cafede oturup önce biraz mola veriyoruz .Çocuklar sıcak çikolata içip Türkiye’den taşıdığım bisküvileri yiyorlar.
Artis Zoo ; Jeoloji Müzesi, Zooloji Müzesi, Akvaryum ve Planetaryum ‘unda bulunduğu bir kompleks. Çok yakında birde botanik bahçesi var. Oldukça büyük ve hayvan çeşidi bol. Nedense çocukluğumda gezdiğim Gülhane Parkındaki dişleri dökülmüş aslanı hatırlıyorum. Tropik ve egzotik hayvanlarda bulunuyor. Çaka için çok bilgilendirici bir gezi oluyor.Yemek yeme bölümünün yanındaki çocuk parkı da çocuklar açısından çok cazip hazırlanmış. Yemek alternatiflerinde, özellikle tatlılar ve şekerlemeler çocuklara göre düşünülmüş olduğu için, bu öğlen ne yiyeceğiz konusuda sorunsuz çözülmüş oluyor.
Hayvanat Bahçesinin asıl dikkat çekici kısmı PLANETARIUM. Sorun flaman dilinde olması, ama çok fazla bir dil gerekliliği de hissedilmiyor. Zifiri karanlıkta yatarak oturuyorsunuz. İnsan vücudunun damarlarlarındaki mikroorganizmadan başlayıp uzaydan dünyaya bakıyorsunuz. İster istemez Pascal’in ”sonsuz büyük ve sonsuz küçük teorisi”ni düşündürüyor. Kendimizi gerçekten uzay gemisinde, dünyayı uzaydan seyretmiş gibi hissediyoruz, o kadar gerçekçi.
Dışarıdada astroloji ve yıldızlarla ilgili yapılmış çalışmalar flaman dilinde olmasa detaylı bilgi edinmemizi sağlayabilecekken ancak görsel olarak yorum yapabiliyoruz.
Çocukların keyfine diyecek yok, onların gönlünü ettikten sonra, birazda kendimiz için gezmek üzere tramvaya binerek Leidseplein‘de iniyoruz. Dam Square ne kadar tursitik ise, Leidseplein o kadar Amsterdam’lı. Turistlerin yanısıra, yerli halkın daha ziyade kullandığı bir mahalle.
Yürüme mesafesinde bulunan Vondelpark’da, Amsterdam’lıların oldukça tercih ettiği bir yer, geniş park içinde film müzesi de yer alıyor. Parkın yakını, moda ve müzeler bölgesi. Konser Binası (Concertgebouw),Van Gogh Müzesi ve bahçesi, Elmas Müzesi ( Diamant Museum ) ve ünlü Rijkmuseum burada. Müzeyi gezmeyi Çağan çok istiyor ama, Çaka ‘yla gezme şansımız yok malesef, Çağan çok bozuluyor. Yoksa empresyonizt ressamların önemli eserlerini topluca görebileceğimiz kaçırılmaması gereken bir müze burası.
Kanallar boyu gezinerek Flower Markt‘a ( Çiçek pazarı )gidiyoruz. Kadıköy veya Eminönü’ndeki çiçek pazarının daha derli toplusu. Çeşitli çiçek tohumları çocuklara hiç cazip gelmiyor.
Biraz mola veriyoruz. Kafelerde krep üstüne çikolata sosu dökerek, İstanbul’da olsa kimsenin yemeyeceği bir şey yapıyorlar, Çağan bayılıyor.Üzerlerine dökmek için getirilen pudra şekerine de Çaka bayılıyor.Bardak altlıklarının üstüne döküp döküp yalıyor.
Bir grup gösterici petrolün çevreye verdiği zararı protesto ediyor. Çeşitli ritm aletleri ile yaptıkları müzik o kadar hoş ki uzun bir müddet oturup onları dinliyoruz. Kimse kimseye zarar vermiyor.
Otele dönüş yolunda yine Magna Plaza’daki markete uğruyoruz. Çocuklara gazsız su, kendimize gazlı su alıyoruz. Gazlı su, yurtdışında hep katı yemekler yedikten sonra bağırsaklar üzerinde çalıştırıcı ve dijestif etkisi olan ve bizdeki sodalar gibi insanı şişirmeyen bir bileşim. Ama suyun verdiği susamışlık hissini almayı beceremiyor.
Akşam için bu sefer planımız hazır. Otelin hemen yakınında daha önceden gözüme kestirdiğim güzel bir İtalyan Lokantası. Yurtdışında, İtalyan restaurantları da ikinci kurtarıcıdır çünkü bütün çocuklar makarna sever. Her ikiside güzel ve eğlenceli bir günün sonunda sorun çıkarmıyorlar ve restaurantta tek çocuklu aile biz olsak da kimseyi rahatsız etmemeyi başararak şık bir akşam yemeği yiyoruz.
amsterdam-3-gun-den-haagmadurodam
amsterdam-4-gun-muidenmuiderslot