İSTANBUL’UN SONBAHARI KARŞILAYACAĞINIZ PARKLARI
Rüzgar esiyor, savuruyor, her yelde bir grup yaprak daha okulu kırmış çocukların coşkusunu taşıyarak nihayet kavuştuğu kısa özgürlüğün hafifliği ile uçuşuyor. Kısacık da olsa bağımsızlığı tatmış olmanın neşesi, bu dünyaya gözü arkada kalmadan veda etmesine yetiyor.
Sonbaharın sertleşmeye yüz tutmuş rüzgarları ile son can kırıntısı koparak yok olan, bir bilinmeze doğru savrularak uçuşan yapraklar, sarı kahve nehirler oluşturuyorlar. Sanki her birinin anlatacak bir hikayesi, söyleyecek bir sözü varmış gibi hep bir ağızdan hışırdayarak dinlemekten yorulmadığınız ince tınılı bir gürültü çıkıyor.
Çıplak kalan ağaçlar artık kuşları gizleyemiyor. Yaklaşan kışın farkında olan kuşlardan giden gitmiş, kalanlar bahardaki neşelerini gösteremiyor, cıvıldayan pek yok. Kızıldan kahveye, kahveden sarıya hüznün her tonunun karıştığı kuru yaprak tarlalarında bulabildikleri son kırıntıları toplamaya çalışıyorlar.
Biten güneşli günleri ardından gelen sonbahar asla bir son değil, ne bir veda, ne bir ayrılış. Doğanın kendi ritüeline hazırlandığı bu mevsim, yeniden doğuş için yaşanan bir süreç sadece. Doğa kendinden emin, yeni geleceklere yer açmak için hazırlığını yapıyor.
İstanbul’da doğanın her sene şaşmadan yaşadığı dönüşüme tanık olabileceğimiz parklar, sayıları az da olsa hala mevcut…
GÜLHANE PARKI
Topkapı Sarayının dış bahçesi olarak düzenlenmiş olan park, adını aldığı gül bahçelerini artık barındırmıyor. İstanbul’da dikimi yasak olan çınar ağaçları Gülhane parkında yıllanmış, kocamış birer abide gibi parkın hikayesini anlatacak tanıklar. Çınarların arkad yaptığı parkı boydan boya geçen yol, dökülerek patlayıp etrafa saçılmış at kestaneleri ile dolu, basıp kaymamaya dikkat.
Ana girişi İstanbul Valiliğinin doğu tarafından olan parka Sarayburnu’ ndaki batı kapısından da giriş yapılabiliyor. Park, doğudan batıya saray duvarları boyunca hafif bir eğim ile denize uzanan 163 ha.lık bir alana sahip.
2003 yılında yeniden düzenlenerek bir kuşağın hatırladığı, bakımsızlıktan dişleri dökülmüş bir aslan ile üç beş tropik hayvanın yer aldığı zavallı hayvanat bahçesi parkı imajını çoktan atmış, şık kafeleri, fıskıyeli süs havuzu, modern tuvaletleri ve sırtını Çinili Köşk müzesinin mavi-yeşil çini kaplı narin pencerelerine dayamış yamaçlarında yer alan kameriyeleri ile göz okşuyor.
Bizans’ın Gotları yenmesi şerefine dikilmiş ‘’Gotlar Sütunu’’nu geçince Başbakanlık Konutu’na giden yokuş boyunca Set üstü Çay Bahçesi yer alıyor. Saray ile aynı konumdaki bu çay bahçesi kademeli yapısı ile İstanbul ve Boğaz manzarasını hangi açıdan görmek isterseniz size bol seçenekli bir dem vakti vadetmekte.
Asırlık ağaçların ham mücevherler gibi terasları süslediği çay bahçesinde mütevazi ahşap oturma grupları, ellerinde İstanbul kitapları ile çok sayıda turisti ağırlıyor.
Alt teraslar Haliç’e daha hakim, en üst set, Kadıköy’den adalara kadar geniş bir görüş veriyor. Bir zamanlar sultanların baktığı manzarayı seyrederken sonbaharın hazin güzelliğini yaşayabileceğiniz bu çay bahçesinde bakır demlikler ile getirilen mis kokulu taze çaydan içmeden dönmemek gerek…
YILDIZ PARKI
Yıldız Parkı, İstanbul’un Beşiktaş İlçesinde yer alan bir başka tarihi park. Biri Palanga Caddesi, diğeri de Çırağan Caddesi üzerinde olmak üzere iki ayrı kapısı var. Önce Çırağan Sarayı’nın arka bahçesi, sonra da 1877’den itibaren Yıldız Sarayı’nın dış koruluğu olan alan, 1940’tan sonra Yıldız Parkı olarak adlandırılmış.
Beşiktaş – Ortaköy Caddesi üzerinden Yıldız Parkı’ na girildiğinde solda sizi karşılayan Malta Köşkü, Neo-Osmanlı uslüpta bir ‘’sedir köşkü’’. İstanbul’un nadide yapılarının mimarları Balyan ailesinin hediyelerinden biri. Bir diğer Balyan eseri ise Malta Köşkü gibi yine Yıldız Parkı içinde yer alan Çadır Köşkü. Bu mekanların dinlenme, seyir ve av köşkü olduğunu belirlemek amacıyla, her iki yapı da Avrupa mimarisindeki gelişmelerin eseri olarak tavan ve duvar resimlerinde, yağlı boya tekniğinde av hayvanları, sebze meyve ve çiçek figürleriyle süslenmiş.
Malta Köşkü’nün önünde Yıldız Parkı’nın iki büyük havuzundan biri bulunuyor. Yeşil başları ile ördek aileleri ve Monet’nin su perilerini anımsatan nilüferler havuzların vazgeçilmezi. Sonbaharda suda yüzen hazan rengi yapraklar, göllerin masalsı etkisine romantizm katıyor.
Osmanlı Sarayı çini gereksinimlerini karşılamak için Sultan II. Abdülhamid’in talimatı ile kurulmuş Yıldız Porselen fabrikasının müzesinde, bugün artık gerileyen çini sanatının zarif örnekleri gezenleri Binbir gece masallarının şarklı prensesleri ile dolu hülyalı hayallere sevk ediyor. Yapıda yer alan işletme, eşsiz konumu ile sabah kahvaltıları ve özel toplantılar için not edilmeli.
Kır Kahvesinin alçak ahşap taburelerinde oturup, porselen fabrikasında daldığınız hülyalı hayallerin tadını bir yudum kahve ile pekiştirdikten sonra Yahya Efendi Mezarlığı’na kadar uzanarak, Topkapı Sarayından Boğaza uzanan geniş ufkun ışığında ancak mezar taşları ile kimliksiz bir iz bırakmış çoktan göçmüş canlara ve sonbaharda göçüp giden kuşlara bir hoşça kal denilebilir….
ATATÜRK ARBORETUMU
Sarıyer İlçesinde, Bahçeköy mahallesinde, İstanbul’un içinde ama bir o kadar kalabalığın dışında, havanın her zerre oksijenini damarlarınızda hissedebileceğiniz özgür bir açıklıkta yer alıyor Atatürk Arboretumu.
Arboretum’da yer alan 2 bine yakın ağaç ve bitkinin bilimsel otoritesi I.Ü. Orman Fakültesi’ne bağlı, idari işletme ise Orman Genel Müdürlüğü tarafından yapılıyor. Belgrad Ormanı’nın güneydoğusunda 296 hektarlık bir orman parçası üzerinde kurulan bu Türkiye’nin ilk fidanlığı, incelemelere ve bilimsel araştırmalara her yönü ile açık bir canlı laboratuar.
Bu nedenle Arboretumda piknik yapmak, köpek dolaştırmak ya da ateş yakmak yasak. Yiyecek ya da içecek satan hiçbir yer olmadığı için en azından kendi suyunuzu ya da daha iyisi bir termos ile sıcak içeceğinizi getirmek gerekli. Çünkü İstanbul’dan birkaç derece daha serin bir sonbahar yaşayacağınız garanti.
Göl boyunca dolaşırken ayaklar altında ezilen yaprakların hışırtısı ile sonbahar nağmeleri çalmadan önce her birinin latince adını bilmek notalarda bir başka ezgi yaratır mı bilinmez ama Brezilya’dan gelen Kaymak Ağacın, Avrupalı Dağ Çamlarının, Amerikan Büyük Çiçekli Manolyanın, Asyalı Bodur Alev Ağacının ve Afrika’dan gelmiş şimşir lerin kışın dökmedikleri yeşillikleri ile sonbaharın hüznünü unutup bir dünya turuna katılmak da mümkün…
EMİRGAN KORUSU
Adı daha çok Nisan ayında düzenlenen Lale Festivali ile anılsa da kış çiçekleri ile sonbaharın coşkusunu yaşayabileceğiniz bir başka park olan Emirgân Korusu, İstanbul’da Sarıyer ilçesi’nde, Emirgân-İstinye semtleri arasında yer alıyor. İstanbul Boğazı kıyısında, 47.2 hektarlık bir alanda sırtlar ve yamaçlar üstüne yayılmış olması her noktasından ayrı ayrı kuşbakışı romantik bir İngiliz bahçe anlayışını izlemenize olanak veriyor.
1871-1878 yılları arasında koru içinde yapılmış 3 köşk, bugün Sarı Köşk, Pembe Köşk ve Beyaz Köşk olarak adlandırılmakta. Şale üslubundaki Sarı köşk, Türklerin kuş sevgisinin işlevsel ve sanatsal bir anlatım biçimi olan bir kuş evi görünümünde.
Tepenin üstünde bulunan küçük havuz, su akıntılarıyla görüşü gerisindeki kaskada çekiyor. Restoran ve Kafeterya hizmeti sunan tesisler, sonbaharın uyku ile uyanıklık arasındaki sabahlarında kahvaltılar için ya da kurumaya yüz tutmuş ağaç gövdelerini artık ısıtamayan kış güneşinde öğlen dinginliğini yaşamak için önerilebilinir…
Behiye Işın – Zamansız Yazılar…2014