Çocukları çok uzun zamandır götürmeyi istediğim bir yere ‘’İpek Hanım çiftliği’’ ne götürüyorum. Aydın’ın uzun yaşayan insanların ilçesi Nazilli’nin Ocaklı köyünde çiftlik. Aydın – Denizli yolu üzerinde, Nazilli’ye gelmeden İsabey’i geçtikten sonraki ilk döner kavşaktan sola sapıp 77.sokağa ulaşıyorsunuz. Bizi yolda sorduğumuz yurdumun güzel insanlarından biri, kendi yolunu değiştirerek 77.sokağın başına kadar götürüyor.
Ocaklı köyü, hafifçe tepedeki yaylalara uzanan küçük bir köy, daha ziyade bir mezra. Dağlardan gelen suyun şişelendiği fabrikanın tam karşısı, İpek Hanım Çiftliği. Küçücük köy bakkalını görünce hemen anlıyorsunuz zaten. Arkadaki büyük yapı, çatısından anlaşılacağı üzere sebze meyveleri kurutmak için kullanılıyor. Gelen arabaların sesini duyan çalışan kızlar hemen terasa çıkıyorlar. Bizden hemen önce gelen bir başka araç daha var. Onlar 10 km. daha ilerideki yayla evlerinde konaklamaya gelen bir aile. Binali Bey hepimizi karşılıyor, onları yerleştirmek üzere yaylaya götürüyor, bizi de Esma Hanım’a teslim ediyor. Esma Hanım, elinde Samsung telefonu, ayağında çiçekli pazen şalvarı, kahverengi gözleri gülen, yumuşacık hitabıyla öğlen sıcağında yüreğinizi serinleten genç bir hanım.
Çiftliğin kırmızı demir kapısından içeri giriyoruz. Bu noktada su içen diğer bir çiftlik sakiniyle karşılaşıyoruz. Hemen işini bırakıp yanımıza geliyor ve tüm gezimiz boyunca bir an olsun bizi refakatsiz bırakmıyor. Daisy, şimdiye kadar gördüğümüz en sevecen köpeklerden biri. Öyle parlıyor ki iri ıslak kahverengi gözleri, kendinizi onu okşamaktan alıkoyamıyorsunuz. Daisy, bizi önce taş evin üst katına götürmek için hamle yapıyor , belli ki onun alıştığı bir yer. Çalışan kızların odası ya da ofis olmalı. Merdivenin neredeyse her bir basamağına yayılmış kediler grubu, Daisy’nin misafirperverliğine karşı kıllarını bile kıpırdatmıyorlar, hatta neden rahatlarının bozulduğunu anlamak için ters ters bakıyorlar. Kedidir diyoruz.
Esma hanım bize çiftliğin birimlerini gösteriyor. Sabun deposunda bin bir çeşit sabunun kokusu buram buram, keskinliği genzinize doluyor. Hanımeli, lavanta, badem, beyaz gül arasından seçim yapmayı zorlaştırıyor. Sonraki bölüm pastane bölümü, yemenili kızlar reçel yapıyor, bugün reçel yapma günüymüş. Kolay gelsin denmesiyle yüzlerindeki gülümseme kulaklara varıyor. Ziyaretçi görmekten mutlu oluyorlar. Pastanedeki mekik, cookies ve bizküvilerden getiren altın dişli hanımda neredeyse kahkaha atacak. Diyet olmayan ne kadar ürün kaldıysa ( cumartesi ) getiriver alalım diyoruz. ( ! )( Eğer öleceksek bari sağlıkla ölelim )
Bahçe içinde dolaşan tavuklar bizim etrafımızda pervane, bizim çocuklar onların etrafında pervane. Neredeyse her biri ayrı tel, başka çeşit. Kimi bildiğimiz tavuk, kimi paçası püsküllü, kimi kafası kahküllü. Arada kazlar, bıldırcınlar ve tavus kuşları da cabası. Ne bulurlarsa yerleri didikliyorlar, bazı köşelerde toplaşıp gelenleri tartışıyorlar ve olur olmaz orta yeri eşeleyip yumurtlayıveriyorlar.
Ekmeklerin yapıldığı taş fırını geçip arka depolara geçiriyor bizi Esma Hanım. Burada Daisy başka arkadaşlarıyla buluşuyor, bizi anlatıyor gözlerinden anlıyorum. Arkadaşları üç tane yerden bitme av köğeği. Uzun kulakları suratlarına biraz şapşal ama bir o kadar sevimli bir hava vermiş. Bir müddet sarsak sarsak peşimizde takılıyorlar, Daisy gerek yok deyince kendi sineksiz yazlarına dönüyorlar. Arkada peynir ve süt ürünlerinin saklandığı mandıradan, peynir ve zeytinyağı siparişlerimizi veriyoruz. İllaki yumurta da istiyoruz, asıl kümes daha arkada diyorlar.
Geniş depoda yıllardır sipariş verdiğim kolilerin hazırlandığını görüyorum ve soğutmak için yanlarına konan su şişelerini. Her hafta istediğim siparişlerin küçücük bir köy ortamında ne kadar organize işletildiğini fark etmek beni şaşırtıyor. Demek her şey biraz emek, biraz sabır gerektiriyor. Burada çalışanlarda bir selam veriyor.
Hep birlikte taş evin bahçesine dönüyoruz. Aç olduğumuzu söylediğimiz için gözlemeler hazırlanmış. Yanında soğuk bir sürahi ayran. Bir kedi baronu yattığı masadan zorla kaldırıp, ahşap masalara geçiyoruz. Hemen etrafımızı sarıyor bir kaç kedi ve tavuk. İllaki bir sürtünüp biz buradayız diyorlar. Yağma yok bulmuşuz böyle gözlemeleri, biz yiyeceğiz.
Gözüm taş evde, güzelce toparlanmış, şık cephesi olan bir ev. Keşke Pınar Hanım evde olsaydı diye içimden geçiriyorum, içeriyi görme isteğimi bastıramıyorum, öyle serin ve davetkar bir havası var.
Siparişlerimizi alıp arabaya yerleştirdikten sonra çocuklara, kaymaklı diye içmeye zor alıştırdığım sütlerin, kokulu diye kavga dövüş yedirmeye çalıştığım peynirlerin nereden geldiğini göstermek istiyoruz. Esma Hanım ile biraz yukarı ineklerin olduğu bölüme çıkıyoruz. Önce kesif bir gübre kokusu bizi çarpıyor. Şehirli insanlarız, her gün gübre koklamıyoruz, yakıyor haliyle. Ancak beş dakika içinde alışılıyor. Hayvanların güzelliğiyle kokuyu unutuveriyoruz.
Yeni bir buzağı olmuş, daha iki günlük. Göz kenarları ve burnu pembe. Büyüyünce tonluk bir hayvan olacak olsa da onun şu an bir bebek olduğu her haliyle anlaşılıyor. Bizi görünce yanımıza gelen teyze kendi torununu anlatır gibi anlatıyor, sesinde sevgi titremeleriyle. Onu görünce nasıl hemen yanına geldiğini, acıkınca nasıl seslendiğini. Belli, içi eriyor. Beyaz yüzü, kıvrık kirpikleriyle buzağı bebek sevilmeyecek gibi değil. Bırakın sevmeyi öpmek geliyor içimizden.
Her yaş grubundan inekler var, hepsini belli yerlere ayırmışlar. En arkalarda hamile inekler, yeni anne olmuş inekler ve daha yaşlı olanlar. Hepsi o kadar gürbüz ki, o koca yalpalı göbeklerinden hangisi hamile, hangisi süt dolu anlayamıyoruz. Tüm çiftliği saran sevecenlik ineklere de bulaşmış. Kendilerini sevdirmek için başlarını uzatıyorlar. Çaka önce cesaret gösteriyor sonra teyzeyi yalayan dillerini görünce ürküyor. Koca gözleri, şişman karınlarıyla öyle güzel hayvanlar, ayrılasımız gelmiyor.
Esma Hanımı çiftliğe bırakıyoruz, Daisy ile vedalaşıyoruz. Çiftlik güzel hoş, inşallah kalmaya da geliriz ama en zoru sanırım Daisy’den ayrılmak oluyor. Onun arkadaşlığını arayacağımızı hissediyoruz. Çaka tüm hayvanların içinde mutluluktan uçuyor. Daha ayrılmadan tekrar gelme planları yapmaya başlıyor.
Ertesi sabah artık nereden nasıl geldiğini gördükleri süte de peynire de itiraz etmiyor çocuklar, hemen yiyorlar. Oldu bu iş, bir nesli kurtardık….
Behiye Işın – Ağustos 2015