6 Temmuz Cuma 2012
Sabah kahvaltıda anlıyoruz ki tabağınızı çayınızı tepsi içinde alıp, kahvaltınız bitince yine tepsi ile kenarda duran raflara bırakıyorsunuz. Tabldotun kendin getir kendin götür, neredeyse kendin temizle şekli. Anlaşılan Yunanlılar sadece ne kadar daha az çalışırız konusuna kafa yoruyorlar. Çağan’ın örtüye çikolata lekesi yaptığını görünce kimse fark etmeden acele ile salonu terk ediyorum, ne olur ne olmaz.
Akşamüstü 16.30’daki dönüş feribotumuza kadar olan süreyi Kos şehir merkezini tekrar bir turlamaya ve birazda alışveriş yapmaya ayırıyoruz.
Otelin hemen yanındaki Kanari Caddesi’nde rastladığımız bir zeytinyağı mağazası ilgimizi cezbediyor. Zeytinyağından elde edilen her çeşit kozmetik malzemeden ziyade bizim ilgimiz özellikle asiditesi 0,2 olan zeytinyağlarına yönelik oluyor. Türkiye’de de, piyasada kullanılan zeytinyağların tamamına yakını 0,3 asiditeye sahiptir. Sitia marka bu zeytinyağların, Girit zeytinlerinden üretildiğini anlatıyor satıcı çocuk.
Badem şurubu alıyoruz farklı bulduğumuz için. Buz ile veya istenilen herhangi bir şey ile karıştırıp içebiliyorsunuz ancak, fazla tatlı fazla bademsi olduğu için herkesin harcı kesinlikle değil.
Çocukların bitmeyen bir şekilde hoşuna gittiği için vaktin birazını turistik gezi trenlerine binerek kullanmak istiyoruz. Postanenin önünden kalkan yeşil tren ayrı bir şirket, otelin önünden kalkan kırmızı tren ayrı bir şirket. Dört yıl önce sadece yeşil olanı varken talep artmış olmalı ki rekabet başlamış.
Öğle saatlerinde sadece plaj bölgesini gezdiren bir tur yapıyor tren. Şehir içi turları ise Kos’ta görülmesi gereken her şeyin yanından dolaştırdığı ve zahmetsizce görmenizi sağladığı için, tavsiye edeceğim bir gezme şekli.
Plaj turu, Fish taverna’ların olduğu Averof Caddesi’nden başlayıp, Kos’un ana plajı boyunca ilerliyor. Geniş, göz alabildiğine plajlar, insan ve ambiyans yoksunu bir durgunlukta. Türkiye’deki hareket ve canlılığı bu güzelim plajlarda koklamak mümkün değil. Belki, şezlongların 10€, duş almanın 7€ olmasındandır, belki yabancıların Türklere göre daha az gürültücü ve daha az hareketli olmasındandır diye düşünüyoruz.
Şehir dışına doğru çıkmaya başladıkça, güzel sayılabilecek büyük oteller birbiri ardına sıralanıyor ama onların önlerinde plaj dedikleri sahiller de bakir ve dalgalı, şezlong ve duş parası vermek istemeyenlere göre.
Pek bir şey görmüş olmadığımız, sadece trene binmiş olmakla kaldığımız ve 48 saattir artık tıngırtısı beynimizde zonklayan Yunan müziği ile dolup taşmış olarak iniyoruz trenden. Limana doğru yürüyerek, kalenin arkasındaki, adanın en ilgi çekici noktası olan Hipokrat’ın ağacını ziyaret ediyoruz. Tıp biliminin babası olarak kabul edilen Kos doğumlu Hipokrat’ın, bu ağacın altında öğrencilerine ders verdiği rivayet ediliyor.
Gelmediğimiz dört senede bir şey değişmemiş; ağaç 2000 küsur yıldır yerli yerinde, etrafındaki Osmanlı yapıları aynı haraplıkta, kale hala restore edilmemiş, eski Roma agorasında aynı otlar yine bürümüş.
Kos şehir merkezinin en ilgi çekici noktası Hipokrat ağacında her çeşit malzemenin üstüne basılı olarak satılan yemin çok anlamlı; önce zarar vermeyeceksin. Kos’a gelip kendinize zarar vermemenin en iyi yolu da, muhtelif mesafelerde ve şehir tepeliğinde yer alan Roma kalıntılarını bu sıcakta görmek için uğraşmak yerine, gezi treni ile etrafından dolaşmak olmalı.
Meraklıları için erken saati yakalamak şartı ile Elefterias Meydanı’ndaki Arkeolloji Müzesi’de gezilebilir. Ancak, aynı meydandaki daimi halk pazarının daha enteresan olduğunu belirtmeliyim.
Elle tutulur bir iki mağazanın olduğu Vassilou Pavlou Caddesi veya Kos’un barlar sokağı diyebileceğimiz Apelou İfestou Caddesi, tarih ile ilgilenmeyenler için alternatif. 25.Martıou Caddesin’de de ilgi çekici bir iki ayakkabıcıya rastlanabiliyor.
Cuma günü saat tam öğle namazı vaktine rastladığı için, Elefterias Meydanı’ndaki camii dikkatimizi çekiyor. Hiçbir şekilde ezan sesinin duyulmadığı camiye, az sayıda cemaat geliyor. Çoğu işportacılık yapan Malezya, Bangladeş gibi Asya ülkelerinden gelen göçmenlerin oluşturduğu bu cemaat, sessizce namazlarını kılıyorlar. Defterdar İbrahim Paşa Camii, az sayıda cemaatı, duyulmayan ezan sesi, kapıda merakla fotoğraf çeken bir iki turisti ile bulunduğu adanın içinde, kendi dünyasında varolmaya çalışan bir başka ada gibi.
Otele dönerken, genç bir turist çiftin, adada bolca bulunan böcek arabalardan birini elleri ile çekiştirerek park ettiklerini görüyoruz. Motosiklet-araba bozması bu araçlar, adanın gülen yüzü. Havadar olmaları nedeni ile çoğunlukla turistlerce ve uluslarası ehliyet getirmemiş olan Türklerce tercih ediliyor.
Feribotun kalkma zamanına kadar, yine Selim Özekici Bey’in tavsiyesi üzerine, Fish Taverna bölgesinde, bu sefer Nick The Fisherman’in yanındaki , ‘’ Sardalya-Enpdenes ‘’ adlı restoranı denemeye alıyoruz.
Burada deniz ürünleri çeşitleri çok seçenekli olmasa da, pişirme teknikleri daha farklı, daha soslu. Özellikle hardal soslu hamsi tabağı, domates sosunda haşlanmış midye ve deniz ürünlü spagetti mutlaka denenmesi gereken ilk üç. Fiyat ise, daha önce ödediğimizden de az geliyor, 46 €.
Bütün adayı turlayıp, yakın bir ada ziyaretinde krater safari yapıp, Yunan yemeklerini hakkı ile denemiş oluyoruz. İki gece kalmak, adayı ve adadaki yaşamı daha iyi anlamamıza imkan veriyor. Kos, geçen zamanda, kendini bir nebze de olsa geliştirmeye çalışmış. Halk daha bir esnaflaşmış, ticaretin ve para kazanmanın nasıl olması gerektiğinin farkına varmışlar ya da çoğunluk olarak gelen Türk müşterilere ayak uydurmak durumunda kalmışlar.
Hala gitmeleri gereken çok yolları olduğunu düşünüyorum. Bir başka vizesiz giriş devlet politikası uygulanırsa veya yine bir vizeli zamanımıza denk gelirse bu sefer, Kalimnos ve Patmos’a gitmek için Kos ile yollarımız tekrar çakışır diye umut ediyoruz…
Görüşünceye kadar şimdilik HOŞÇAKAL KOS .!
( restoran deneme ve tavsiye grubu )