23 Mayıs Pazar 2010
Son günümüzü, Münih halkının Pazar günlerini geçirdiği geniş park alanlarına ayırıyoruz; Olympiapark ve English Garden.
Olympiapark, 1972 olimpiyat oyunları için inşaa edilen dev bir spor kompleksi. Üzerinde bir restoran ile rock müzesinin bulunduğu 290 mt. yüksekliğindeki televizyon kulesi Olympiaturm, Münih’in her yerinden görülebiliyor.
Komplekste, olimpiyat stadyumu, salonu, olimpik yüzme havuzu, sürat pateni pisti, bisiklet parkuru, tenis kortları, yapay bir göl, göl üzerinde gezme imkanı ve bir akvaryum ile oldukça geniş bir park alanı bulunuyor.
Biz bu devasa kompleksin yanında yer alan dünyanın en büyük BMW koleksiyonuna ev sahipliği yapan BMW Welt ile ilgileniyoruz. ( www.bmw-welt.de )
İddialı mimarisi ile bile görülmeye değer yapılardan olan showroom’un içi de dışı kadar iddialı tasarlanmış. En son model araç ve motorların sunumu yapılıyor, her showroom gibi bilgi alınabiliyor, isteyen satın alıyor, alamayan da bizim gibi sadece içine binmekle yetiniyor.
Aynı binanın dördüncü katında BMW Welt Junior Campus var. Burada 9 yaş üstü çocuklara arabalar hakkında bilgi veriliyor ve kendi arabalarını tasarlama imkanı sunularak ilgi çekici olanlar sergileniyor. Sadece buraya katılması için bile Çaka’nın almanca öğrenmesine razı olabilirim diye düşünüyorum . Doğduğundan beri neredeyse sadece araba ile oynayıp, her markayı ve modeli ilk görüşte tanıyabilen, çizgi filmden önce discovery channel’da araba montajı izleyen bir çocuk için burası, Legoland’dan bile önde gelen tapılası bir mekan .
Showroom’un karşısındaki bina da BMW Müzesi yer alıyor. Arka planda dev araba lastikleri üst üste yapıştırılarak oluşturulmuş görüntüsü veren plaza ise BMW’nin idari merkezi. Müze, girişte eski model arabalar ile karşılıyor ziyaretçileri. Arabalar ile fazla ilgilenmeyen biri olarak sıkılacağımı düşünüyorken son derece iyi tasarlanmış, herkese hitap edebilecek bir müze ile karşılaşıyoruz. BMW’lerin ilk üretildiği tarihlerden günümüz modellerine kadar gelişi, bir toplumsal değişim süreci olarak yansıtılmış arabalar ekseninde. Değişen teknoloji, değişen ihtiyaçlar, değişen trendler ve değişen yaşam biçimleri gözümüzün önünden geçen hızlı bir film şeridi etkisi veriyor adeta.
James Bond’un filmde kullandığı 007 plakalı spor BMW ile prototip bir mini BMW ve ışık topları ile hologram olarak sergilenen BMW, müzenin kaçırılmayacak figürleri. Farklı sergileme şekilleri ile de ilgi çekici olmayı çok iyi yakalamışlar.
Arabalara dalıp zamanı anlamayınca ancak çıktığımız zaman acıktığımızı farkediyoruz. Ve bir diğer açık alan olan English Garden’a gidiyoruz.
Burayı adındaki ‘’garden’’ ( bahçe ) kelimesine bakıpta, basit bir park alanı sanmamak gerekiyor. Münih tarihi merkezinin neredeyse üç katı büyüklüğünde, içinde ayrı bir gölü olan düzenli bir orman demek daha doğru. Münih’lilerin, gezmek, koşmak, hayvan gezdirmek, bisiklete binmek ve bira içmek amaçlı geldikleri, içinde bizim gibi yabancıların kaybolmasının çok ama çok kolay olduğu büyüklükte bir alan. ( 15 km2 )
Münih Üniversitesi’nin önünden belediye otobüsüne binerek parkın içinde ( otobüs tek bir yoldan geçiyor sadece ) herkesin indiği bir durakta iniyoruz ve parktaki çok sayıdaki ‘’biergarten ‘’ bira bahçelerinin en ilgi çekici olanlarından biri tam önümüzde bizi karşılıyor.
English Garden, 1789-1790 yılında yapılmış Japon Çayevi veya Çin Kulesi ( Chinesister tower ) tarzı ilgi çekici eski yapılara sahip. Bizim kalabalığı izleyerek geldiğimiz bira bahçeside, Çin Kulesi’nin etrafındaki açık alanda sıra sıra banklara oturarak bira içmek şeklinde düzenlenmiş bir alan. Kulede, Bavyera kıyafetleri ile müzisyenler müzik yapıyor. Etrafta yine Bavyera kıyafetli gençler mevcut ancak o kadar kalabalık ki zor farkediliyor olmuşlar.
Her şey self servis. Yemek ve bira satışı yapan yerler çeşitli. Patates kızartması, sosis, domuz budu ve tütsülenmiş ringa balığı yemek seçenekleri. Biralar da çeşitli boy bardaklarda sarı ( pils ), koyu sarı ( weise-buğday birası ) ve kahverengi ( daha sert ve daha alkollü olanlar ) renklerde.
Bu sefer kahverengi birayı ve ringa balığını deniyorum. Çocuklarda patates kızartması ile mutlu oluyorlar. Bardaklar depozitli, birayı bitirip bardağı geri götürünce depozitoyu iade ediyorlar, böylece bu kargaşada bardak kalmadı muhabbeti yaşanmıyor.
Yanımıza bebekli bir Alman aile oturuyor. Bu kadar çok insanın ve alkolün olduğu yerde, ne bir itişme, ne bir bağırtı, ne bir kavga yaşanıyor, herkes dip dibe ama sakince birasını içiyor, yemeğini yiyor.
Kurutulmuş ringa balığı lezzetli, ortam ise çok keyifli. Tam bir Pazar günü kır eğlencesi. Ama koyu bira, üstelik büyük boy bardakta, durduğu kadar masum değil benim açımdan. Akşam uçağı düşünerek zorlamıyorum.
Burada görüyoruz ki Almanlar içmeyi de, içmenin keyfini de keşfetmişler. Şaldır şuldur bira içeceğime bir duble rakıyı tercih ederim diyenlere hak vermemem mümkün olmasa da sanırım Almanya’da amaç alkol almak değil, alkolü uzun süreye yayarak hayattan alınan keyfi uzatmak.
Bu sakin ve neşeli ortamlar bulaşıcı olmalı ki bizde Münih gezimizden müthiş keyif aldığımızı düşünerek unutulmaz anılarla ayrılmış olacağız diye düşünürken, niye anı olsun fikri düşüyor zihnimize. Bira bahçeleri ve Legoland için yine gelinir Münih’e. Gelmişken de; yine Bavyera’da bulunan savaştan sonra küllerinden doğmuş Würzburg, 1993 yılında Unesco Dünya Mirası Listesi’ne alınan İS.902 yılına kadar uzanan tarihi ile Bamberg, Richar Wagner’in adı ile özdeşleşmiş Bayreuth, Almanya tarihinin simgelerinden Nürnberg, ortaçağın atmosferini hala taşıyarak tarihi 12.yy.a uzanan Rothenburg ( özel favorim ), Chiemsee gölü çevresi ve yakınındaki Linderhof Sarayı ayrıca vakit ayrılarak daha detaylı gezi programına alınabilir.
O zaman, yeniden görüşmek üzere MÜNİH diyelim……