24 Ağustos Pazartesi 2009
Rodos‘a, Bodrum gümrüğünden geçiş yapılabiliyor. Su yüzeyinde havalanarak giden ”yunus”lar ( Hydrophile ) Rodos‘a haftanın iki günü karşılıklı sefer yapıyor. Ama Bodrum çıkışlı gitmek istediğinizde, malesef sefer günleri nedeni ile üç gece kalma zorunluluğu var. Buna karşılık Marmaris’ten her iki günde bir feribot mevcut.
Üç geceye çocuklar sıkılırmı diye cesaret edemediğimiz için, araba ile Bodrum’dan Marmaris’e geçerek, arabayı Marmaris gümrüğünün otoparkına bırakmayı planlıyoruz. Saat 09.00 daki feribotun hareket saatine yetişebilmemi gerekiyor. Bu nedenle, sabah 05.30 gibi kalkıp yola çıkıyoruz. Yıllardır çocukları oraya buraya sürüklemenin verdiği alışkanlıkla, artık uyandırılır uyandırılmaz hemen kalkan çocuklar, yine sorun çıkarmadan uyanıyorlar.
Kahvaltı için, Gökova Körfezine inmeden, Net Turistik Tesisleri’nde duruyoruz. İlk müşteri biz olunca bize özel kahvaltı hazırlanıyor. Gökova Körfezinin görkemli güzelliğini aydınlatan günün ilk ışıkları eşliğinde köy ürünlerinden oluşan kahvaltımızı, yetişme heyecanı ile fazla uzatamıyoruz.
Marmaris Marina, denizin duruluğu yansımış gibi sakin. Otopark boş, görevliler pek bir rehavette. Ama feribotun kalkma saati yaklaşınca kalabalık artıyor hatta cam kenarı kapmak için telaş başlıyor. Marmaris Koyu’nun sabah güzelliğine kendimizi kaptırınca, cam kenarlarına veda ediyoruz. Bu durum Çaka’yı fena bozuyor. Allahtan büyüdü de daha küçükken yaptığı gibi cam kenarında oturan insanların boğazına sarılıp ”kalk orası benim yerim” diye bağırınmıyor. Yinede bakışları dişine göre birini arama ifadesinde olduğundan, gözümü üstünden ayıramıyorum.
Etrafını saran yeşil tepeleri ile Marmaris Koyu’nun kendisi ve yine yeşil bir darboğazdan geçerek açık denize çıktığımız boğaz görsel olarak etkileyici manzaralar sunuyor. Turistlerin çoğu makineye saldırmış durumda, gururlanıyoruz haliyle.
Neredeyse binmemiz ile inmemiz bir oluyor ve tam olarak 1 saat bile sürmeden Rodos‘a ulaşmış oluyoruz.
Rodos Adası, üç ayrı limana sahip. Mandraki Limanı marina. Efsanelere konu olan antik dünyanın yedi harikasından biri olan Rodos Heykeli ( Kolossos ), bu limanın girişinde yükseliyormuş deprem ile yıkılmadan önce. Şimdi yerinde Agios Nikolaos Feneri yer alıyor.
Feribotun yanaştığı ticari liman. Yani gümrüğün bulunduğu koy. Aynı zamanda, 1522’de Osmanlı donanmasınında, Rodos kuşatmasında adayı teslim olmaya zorladığı nokta. ”Akantia”adlı hemen yanındaki liman ise sayısız cruise gemisinin yanaştığı Cruise Limanı.
Gümrükte iyi karşılanıyoruz. Pasaportlardaki kimlik bilgilerinde Gaziantep kelimesini okuyan görevli Türkiye’nin neresinde olduğunu soruyor. Güneydoğu Anadolu’da olduğunu söyleyince şaşırıyor, İzmir’den ötesini tanımıyorlar sanırım.
Gümrükten çıkar çıkmaz, görkemli Rodos Kalesi’nin eski kente açılan ikiz kuleli Agias Ekaterinis Kapısı sizi karşılıyor. Otelimiz eski şehirde değilde, tüm yeni oteller gibi Rodos‘un modern kesiminde olduğu için şimdilik kapının bizi fazla etkilemesine izin vermeden önünden geçerek sahil boyunca, adanın burnuna doğru ilerlemeye başlıyoruz. Otelimiz, verilen harita bilgisine göre, adanın tam burnunda, bir adım atarak Ege’yi, bir adım atarak Akdeniz’i aynı anda hissedebileceğiz.
Oteller bölgesi ile liman arası, haritada da kısa gözüktüğü üzere, çocuklarında yürüyebileceği bir mesafe, bavullarda tekerlekli olduğundan sahili tanımak adına yürümekte ısrar ediyoruz.
Kale duvarları bitince hemen göze çarpan Osmanlı’dan kalma Yeni Çarşı, Mandraki Limanı‘nın sahilinde yer alıyor. Fotoğraf çekmeye çalışmanın şamatasını yaparken fazla bağırmış olmalıyız ki, ”Hoşgeldiniz, nereden ?” diye bir soru dikkatimizi arkamızdaki yaşlı bir adama çevirmemize sebep oluyor. İstanbul’lu olduğumuzu Bodrum’dan geldiğimizi anlatınca, kendiside buranın müftüsü olduğunu söylüyor ve bize güzel bir tatil diliyor.
Yürüyüş keyifli başlasa da, otele canımız burnumuzda geliyoruz. Bizi vuran yol değil, sıcak. Tamam eğlendik ama yine de liman ile otel arası taksinin sadece 6 euro olduğunu öğrenmek biraz sinir bozucu geliyor yorgunluğun üstüne.
Kalacağımız otel, Hotel Mediterranean, Rodos‘un en modern ve havalı oteli olduğunu iddia eden, hemen plajın önündeki konumu ile gerçekten iddialı, Türkiye otel standartları ile kıyaslamamak kaydı ile de temiz ve yeterli bir otel.
Oda hazır olana kadar, terasta oturup, üstüne basarak ”Türk Kahvesi”soruyorum. Güleryüzle, Kos’taki gibi illaki Yunan kahvesi diye kompleks yapmadan, Türk kahvesi lafını kabul edip, nasıl içtiğimi soruyorlar.
Beklerken, otelin yanındaki araç kiralama ofisinden, yarın için kiralamak üzere bir araç araştırıyoruz. Sahibi,Türk isek sorun olmadığını söyleyip, ehliyeti bile görmeyi gerekli bulmuyor.Türkiye’de araba kullanabilen, her ortam ve şartta araba kullanabilir diye düşünüyor olmalı, bir yere kaçıracak imkanımızda olmadığına göre.
Otele yerleştikten sonra, acıkan çocukların dırdırı başlamadan, gelenekselimiz olan, yabancı memlekete gelindiğinde ilk gidilecek yer MC Donalds’ı aramak üzere yeni şehir merkezinde olacağını varsayarak, Lambraki Caddesi’ne doğru yürüyüşe geçiyoruz.
Yeni Rodos kent merkezinde mağazalar çok olmasa da bir ada olarak oldukça alternatifli düzeyde. Geniş ve hareketli bir merkez var. Şık kafelerin yanısıra çok sayıda dönercide bulunuyor. Ama nedense Mc Donalds’ı bir türlü bulamıyoruz. Sorduğum Yunanlı bir genç Mc kısmını ”Mek” şeklinde telaffuz ettiğim için, bir türlü nereyi sorduğumu anlayamıyor. Yaklaşık bir beş dakika beni debelendirdikten sonra ”Haa, Mak Danılds” şeklinde telaffuz ederek, hata yapmışım gibi bir de beni aşağılar şekilde bakıyor. Onun tarif ettiği yeride biz bulamıyoruz. Galiba milletçe Yunanlılar ile bir iletişim problemimiz var.
Ben devreden çıkıp, Çağan’ın koklaması devreye girince, çöpte gördüğü karton bardak izinden Mc Donalds’ın yerini buluyor. Yemek yemenin her zaman üzerimizdeki sakinleştirici etkisi ile gevşedikten ve iyice dinlendikten sonra, artık eski şehir turumuza hazır hale geliyoruz.
Bulunduğumuz yere daha yakın olduğu için Amboise Kapısı’ndan giriyoruz eski kente. Bu kapı, Üstadlar Sarayı ( Palace of the Grand Masters ) nın arkasına çıkıyor. Sarayın önünden deniz yönüne doğru uzanan Ippoton Caddesi‘de zaten Şövalyeler Sokağı.
St.Jean Şövalyeleri ( tarikatı ), ilk haçlı seferinden sonra askeri bir teşkilat haline geliyorlar ve 1291’de Kudüs düştüğünde önce Kıbrıs’a sığınıp, daha sonra Rodos’u satın alıyorlar.
Fransa, İtalya, İngiltere, Almanya, Provence, İspanya ve Auvergne. Yedi ayrı milletten oluşan şövalyeler, tarikatı ömrü boyunca yönetmek üzere bir Büyük Üstad seçiyorlar ve her millet kent surunun bir bölümünü koruyor.
Liman ile Büyük Üstadlar Sarayı arasındaki Şövalyeler Sokağı’nda, işte bu yedi millete ait olan hanlar sıralanıyor. Ortaçağın tozlu ve gizemli ruhunu kemiklerinize kadar hissediyorsunuz. Tabi bu yapıların bu derece güzel bir şekilde ayakta kalmalarının en önemli sebebi, yakın tarihte, her ülkenin kendi milletine ait konutu restore ettirmiş olması.
Buna karşılık adada, 400 yıldan uzun hüküm sürmüş Osmanlıya ait, Muhteşem Süleyman Camii, İbrahim Paşa Camii ve çeşmeler, bakımsızlıktan dökülmek üzere. Türk hükümetimi uyuyor yoksa,Yunan hükümeti mi kasıtlı olarak Türk etkilerini yok sayıyor bilemiyorum ama, her iki durumda da sonuç üzücü.
Eski kentindDar sokaklarına yayılmış, inanılmaz hareketli ve kalabalık çarşıyı kısaca turlayıp, tekrar Büyük Üstadlar Sarayı’na dönüyoruz. Adeta kale içinde kale gibi olan saray, Büyük Üstad‘ın idare makamı, Şövalyelerin merkezi ve kentte yaşayanların tehlike anında sığındığı yer. Şövalyelerin ilk Büyük Üstad‘ı ise ( Magnus Magıster) bir fransız şövalye olan Foulkes de Villaret. Kendisi, adanın beyaz şarapları Villaret ‘ninde isim babası.
Sarayın bölümlerindeki zemin mozaikleri, sarayın görkem ve karizmasına romantizm katıyor. Mozaiklerin çoğunun Kos’tan getirilmiş olması ise ayrıca dikkat çekici.
Saray, şövalyeler, Büyük Üstad ve etraflarında gelişen hikaye o kadar masalsı ki çocuklar ne sıcağın ne de ne kadar yorulduğumuzun farkında. Ortaçağın savaşlarla dolu dünyası onlar için her zaman duymak istedikleri efsaneler gibi, üstelik canlı olarak izlerini sürebilecekleri bir gerçekliği de var.
Sokratus Caddesi ana alışveriş caddesi. Saraydan çıkınca doğruca, sabah liman çıkışı bizi karşılayan Ekaterinas kapısına ulaşılıyor. Bu caddeyi takip ederek çarşının büyük ve önemli bir bölümünü dolaşmış oluyoruz. Özellikle kuyumcu dükkanları ağırlıkta olmasına rağmen çok alternatifli bir seçenek çeşnisi de mevcut. Bakına bakına, eski kentten çıkıp liman boyunca ilerliyoruz. Limandaki arkadlı caddede sıralanmış kafelerin sunduğu lezzetler, ne kadar acıktığımızı hatırlatıyor.
Yunan yemeklerine bu gece cesaret edemeyip ,pizza ve pasta türü klasiklerle karnımızı doyururken ,tüm bu şövalyelerin görkemine rağmen sonunda Türklerin gelip onları yenerek adayı ele geçirdiklerini anlatıyoruz çocuklara ve bu güzel günü en üst seviyede kahramanlık duyguları ile tamamlıyoruz…
rodos-kalesi-eski-kent-rodos-yunanistan