Çocukla Geziyorum

RODOS – 2.gün LİNDOS

25 Ağustos Salı 2009

Tahmin ettiğimiz üzere, otel ne kadar iddialı cümlelerle kendini lanse ederse etsin, kahvaltı başarılı değil. Yabancı ülkelerde, bir Türk’ün beğenebileceği kalitede kahvaltı veren çok az otel olabileceğini düşünüyorum, belli kategorinin üstündekiler hariç. Daha önceki Kos adası deneyimimizden gördüğümüz gibi, Yunan adalarında kahvaltı konusunda fazla bir şey beklememek gerekiyor, çocuklar aç kalmasın yeter.

Dün kiralamış olduğumuz minik arabamız, sabah otelin kapısında hazır bekliyor. Arabalar özel takıntısı olduğu için Çaka, binmeden önce arabanın her tarafını iyice inceliyor, motoru dahil, ne anlıyacaksa.

İstikamet Lindos. Lindos, Rodos adasının, Rodos kentinden sonraki en büyük yerleşim merkezi ve beyaz evleri, dar parke taşlı sokakları, Haçlı Kalesi ve Acropolis ‘i ile turistik olarak en çok ziyaret edilen popüler noktalardan biri.

Lindos, adanın doğu kıyısında. Mesafe 40km., uzak değil. En çok zaman alan, şehirden çıkmaya çalışmak oluyor. Türkiyede yol tariflerinde olduğu gibi, Yunanlılar da yollarda yeterli yönlendirme tabelası koymadıkları için, özellikle kavşak noktasında tahmin etmek durumunda kalıyorsunuz ki yanlış tahminde geri dönüp tekrar yolu bulmak, zaman alıcı beyhude bir çaba oluyor tabiki. Nede olsa komşuyuz, olacak bir benzerliğimiz.

OLYMPUS DIGITAL CAMERASonuçta deneme yanılma yöntemi ile adayı çepeçevre dolaşan çevre yoluna çıkmış oluyoruz. Bu aşamadan sonra artık trafik yok, yollar neredeyse boş.

Lindos, tepede yükselen akropol’ü ve doğal limanının güzelliği ile kendini tereddütsüz olarak belli ediyor.

Erken geldiğimizi sanırken, otopark konusunda sıkıntı yaşayınca geç bile kaldığımızı anlıyoruz. Çünkü turist otobüsleri, arabaların mecburi olarak bırakıldığı ana yol üzerindeki park edilecek her yeri doldurmuş gibiler.

Anayoldan Lindos‘un içine kadar olan mesafeyi yürüyerek iniyoruz ve meydana gelince şimdiye kadar hiç görmediğimiz kadar kalabalık bir turist çokluğu ile karşılaşıyoruz. Bu kadar adam İstanbul’a gelse, ülkenin  ekonomisini bile etkiler.

Kalabalığın arasında dikkat çeken diğer bir hareketlilik unsuru, eşekler. 125m.yüksekliğe konumlanmış akropolün dik yokuşunu tırmanmak istemeyen turistler, ikişerli olarak birbirlerine bağlanmış eşeklere binerek yukarı çıkıyorlar.

Kalabalıktan afallamış çocukların aklında yokken, Tekin’in hadi binelim diyeceği tutuyor. Onu duyan çocuklar bir müddet ısrarcı oluyorlarsa da, her kişi tek başına binmek zorunda olduğundan, Çaka ürküyor ve çok şükür ki vazgeçiyorlar.( şimdilik )

Bu durumda, kalabalığa kendimizi kaptırıp, beyaz evlerin, dar sokakların, mozaik döşeli merdivenli yokuşların arasından kıvrıla kıvrıla kasabayı dolanarak, akropolün eteklerine ulaşıyoruz.

Lindos evleri, girişleri ile dikkat çekici bir özelliğe sahip. Kapıların çoğu ortaçağdan kalma ve eşikleri, avluları gibi dere çakılları ile mozaik olarak döşenmiş. Daha az kalabalık olsa keyfini çıkaracağınız güzelliklerle dolu. Yükseldikçe, kasabanın ve limanın manzarası, göz kamaştırıcı şekilde etkilemeye başlıyor.

Büyük bir çaba ile akropolün sur duvarlarına gelmek yetmiyor. Asıl hedef , Büyük İskender, Truvalı Helen ve Herakles’inde ziyaret ettiği rivayet edilen İ.Ö.4.yydan kalma Athena Tapınağı‘na çıkmak. Biraz dinlenip, tekrar bir gayretle merdivenlere yöneliyoruz. Tişörtün terden ıslanmasını bırakın, sırt çantam dahi sırılsıklam.

Merdivenlerin başında kayalara oyulmuş gemi rölyefi, yukarıya çıkmaya değeceğinin işaretini veriyor. 13.yy.da St.Jean Şövalyeleri’nin yükselttiği ve burçlarla takviye ettiği kale duvarlarına tırmanarak, nihayet akropole ulaşıyoruz.

OLYMPUS DIGITAL CAMERAKazı ve restorasyon çalışmaları devam eden akropol, ne bir Efes kadar kapsamlı, ne de Atinadaki tapınak kadar görkemli. Ama, Athena tapınağı‘na çıktığınız zaman, bulunduğu konum, etraftaki turistleri görmezden gelebilecek hayal gücüne sahipseniz eğer, size greçekten Tanrı’ya yakınmışsınız hissi veriyor.

Yorgunluktan ölme noktasına gelmiş olmanın kendini tanrıya yakın hissetmekle ilgisi olabilir tabi ama, daha etkileyici fırtınalı bir havada, denizin ortasında bir adanın tepesinde tek başınıza olduğunuzu hayal edince, tanrıların gücünü iliklerinizde hissedebiliyorsunuz, konum öylesine müthiş.

Daha somut konuları tercih eden çocuklara tanrısallık fazla bir şey ifade etmediği için, onlar daha ziyade, kilise kalıntısındaki mezarlarda iskelet varmıdır kısmı ile ilgileniyorlar.

Dönüş için nasıl oluyorsa oluyor ve bir anda Tekin’in aklına uyarak kendimizi eşeklerin sırtında buluyoruz. Çocuklar korksunda ağlasın vazgeçelim diye medet umuyorum ama onlardan ses çıkmayınca bende binmeye mecbur oluyorum.

Tavsiyem şudur ki, asla ama asla yokuş aşağı inen herhangi bir hayvana binmeyin. Bu kadar küfrettiğim başka hiçbir zaman hatırlamıyorum.Turist yoğunluğuna göre zaten yorgun olacağını varsaydığım hayvanlar, uçurumun kenarındaki daracık patikadan ayakları kayarak veya tökezleyerek iniyorlar. Ayağı tökezlediğinde ben öne uçacağım ve hayvanda yuvarlanarak üstüme düşecek korkusundan, doğru dürüst düşünme kabiliyetimi de kaybettiğim için, hayvanın altında kalmaktansa lindos rodoskendimi direk olarak uçuruma doğru atsam mı diye bir fikir geliştiriyorum, razı olacak durumdayım çünkü.

Ailesi İzmir’de yaşadığı için muhtemelen benim küfürlerimi anlamış olan eşekçi, ingilizce olarak sorun olmadığını ve ona güvenmemizi söyleyerek, nereden geldiğimizi soruyor. İstanbul deyince dolma yapmayı bilip bilmediğimi araştırmaya başlıyor.

Bir taraftan küfrederken, bir taraftanda dolma ile ilgili yorum yapamadığım için sonuç olarak İstanbul’lu hanımların biraz koket olduklarından bahsediyor ve şükürler olsun ki geldiğimiz kasabanın sokaklarında, bir marketin önünde bulunan kartpostallardaki eşek resimlerini göstererek, bindiğimiz eşek olduğunu ve ”celebrity” bir eşeğe bindiğimizi söylüyor. Bu yaşımıza kadar, hiçbir ünlü yada mevki sahibi bir eşimiz, dostumuz, yakınımız olmamışken, 40 yaşından sonra nihayet ünlü bir eşeğe binmiş olmanın mutluluğu ile mi, yoksa o eşekten inmenin mutluluğu ile mi gözlerim yaşarıyor, tam olarak kestiremiyorum.

Sağ salim meydana gelip, çocuklarıda keyifli görünce biraz sakinleşiyorum. Bir su almak için kendimi ilk gördüğüm markete atıyorum. Önce ingilizce konuşan satıcı, dondurma tutturan Çaka’yı duyunca Türkçe karşılık vermeye başlıyor. Aslında Arnavut olduğunu ama, dört sene İstanbul’da kaldığı için Türkçe öğrendiğini anlatıyor. Dünya çeşitli insan hikayeleri ile dolu, yemek sektöründe olan hikayelerde de ya Türkler yada Türkiye’den geçmiş olanlar hatırı sayılır düzeyde sanırım.

Lindos, korku öğesi eşekler haricinde, gezmeye değecek güzellikte turistik bir yer, tüm turislerde pek bir eğleniyor görünüyor. Ama ben, ancak küçük arabamıza bindiğimde kendimi emin hissedebiliyorum.

Bütün adayı dolaşacak vakit olmadığından aynı yoldan geriye, Rodos şehrine doğru dönüyoruz ve yol üstünde adanın en meşhur koylarından biri olan Faliraki plajına giriyoruz. Bu koya, Lindos ‘ a olduğu gibi, Rodos şehrinden gemi seferleri var.

Faliraki, göz alabildiğine uzanan geniş kumsalı olan, otellerin, hareketin, su sporlarının ve bir su kaydırağı tesisinin olduğu büyük, güzel bir koy. Bir restoranda oturup çocuklara makarna, kendimize Yunan tabağı söylüyoruz. Yemek gelene kadar bizimkiler denize giriyorlar. Denizin tadının yumuşak, sıcaklığın ılık olduğunu ama çabuk derinleştiğini söylüyorlar.

Heyecanla beklediğim Yunan tabağından, bildiğimiz İzmir köfte, pilaki ve zeytinyağlı türünden birşeyler çıkıyor ki tam bir hayal kırıklığı yaşatıyor.

Arabayı teslim etmeden önce biraz daha yer görebilmek için fazla oyalanmıyoruz. Faliraki ‘den sonra Rodos şehrine girmeden sola, havaalanı tarafına sapıyoruz ve adayı burnundan da olsa enine geçmiş oluyoruz.

Küçük havaalanına ulaştıktan sonra, sağa,R odos şehrine doğru yola devam ediyoruz ve Kremasti ile İalyssos kıyılarını gezmiş oluyoruz ki adanın kuzeybatı tarafı olan bu kıyılar, daha ziyade yazlıkçı ve sitelerin olduğu, yani halkın yaşadığı veya tatil geçirdiği yer olarak görülüyor. Bu kıyılar, konumundan dolayı daha rüzgarlı ve dalgalı.
Otele dönüp, arabayı verdikten sonra, biraz dinlenerek tekrar çıkıyoruz. Otelin arka sokağında Georgıou Papanikolaou caddesinde yer alan The Mall2 adlı alışveriş merkezinin önünden, saat başı bir gezi treni kalkıyor. Çocukların her zaman çok sevdiği bu gezi şekli, bizimde rodosyorulmadan gezmemize olanak verdiği için daimi tercihimiz.

Binmeden ikram ettikleri ”Yunan şekeri”adı altındaki Türk lokumlarını atıştırarak, yeni şehiri, Roma akropolisini, kısmen çarşıyı, kent surlarının etrafını ve limanı gezdirerek geri getiriyor.

Yemek yemek için otel çevresinde çok iyi alternatifler varken, çarşı içine gitmeyi tercih ediyoruz. Amerikis caddesi ve Lampraki Caddesi şık mağazaların ve şık cafe-barların olduğu bir yer. Ama biz çocuklu ailelerin yapabileceği şekilde bu şıklıklara uzaktan bakıp, çocukların yiyebileceği bir şeyler araştıryoruz ki bu durumda dönerciler daha cazip bir seçenek oluyor.

Oturduğumuz dönercide, şansımıza servis yapan genç kız, adada yaşayan Türklerden çıkınca sipariş kolaylaşıyor zira dönerin domuz etinden yapılanı da mevcut. Ben ısrarla istediğim, her menüde gözüme çarpan Kılıçbalığından yiyerek,  ilk lokmada pişman oluyorum, o kadar dondurulmuş ki pişirilememiş bile.

Yemekten sonra adanın fethini anlatan, surların hemen kenarında yapılan ses ve ışık gösterisine gitmek istiyoruz. İnformation ofisindeki görevli, 15 ağustostan sonra düşük sezon olduğu için yapılmadığını söylüyor. Düşük sezona girdiğimiz halde,adadaki muhteşem turist kalabalığı biraz kıskançlık duymama sebep oluyor.

Eski şehrin kalabalık meydanlarından birinde oturarak birşeyler içiyoruz ve bu güzel yaz akşamında ortaçağın, Osmanlı ile karışmış kokusunu içimize çekerek, yoğun bir günü tamamlıyoruz…

rodos-1-gun-eski-rodos

rodos-3-gun-donus

 

rodos-kalesi-eski-kent-rodos-yunanistan

rodos-heykeli-yunanistan-rodos

rodos

 

 

Paylaşın: