Çocukla Geziyorum

FETHİYE – 3.gün BELCEKIZ, ÖLÜDENİZ, Babadağ

21 Ağustos Pazar 2011

Bilinçlendikleri yaşa geldiklerinde artık veda ettiğimiz için tatil köyü saldırganlığını bilmeyen çocuklar, sevdikleri her şeyin bir arada olduğu açık büfe karşısında vandallaşıyorlar ve bugüne kadar ısrarla öğretmeye çalıştığımız, ‘’yiyebileceğiniz kadar alın’’ ya da ‘’aldıklarınızı bitirin’’ özlü sözlerini unutuveriyorlar.

Açık büfelerin, özellikle bir tatil köyü bolluğunda olursa, insanı yoldan çıkaran davetkarlığına karşı koymak, zaman içerisinde geliştirilmesi gereken bir olgunluk istiyor. Bizim gibi yemeyi seven insanların ve özellikle de çocukların bu olgunluğu kazanması ise ciddi bir irade sınavı gerektiriyor.

Açık büfeye fazla odaklanmadan, su eğlence parkına atıyoruz çocukları. Eğlencenin dayanılmaz cazibesi dururken, Kıdrak Koyu denizinin özgün güzelliğine ikna etmemiz imkansız görünüyor. Öğleden sonramızı ise gezinin amacı olan, Ölüdeniz’e gitmeye ayırıyoruz. Kıdrak Koyu ile Ölüdeniz arası 8, Fethiye ile Ölüdeniz arası 15 km. civarı.

Türkiye tanımında her zaman ön planda yer alan, ünü ülke dışına bayağı yayılmış olan Ölüdeniz, kıpırtısız, turkuaz rengi, tatlı suları ile çok güzel, güzel olmasına ama, Ölüdeniz’e bu güzelliği verenin, koyu mavi suları ile Babadağ’ın yemyeşil yamaçları altında yarım ay şeklinde cennete açılan bir kapı gibi ışıldayan Belcekız Koyu olduğunu düşünüyorum.

Belcekız Koyu, 3 km.lik kumsalı ile göz kamaştıran bir yapıya sahip. Kumburnu’nu dönünce Ölüdeniz’i saklıyor olması kıymetini artırıyor. Yörenin yerlileri, Belcekız sahillerine, ‘’diri deniz ‘’ diyorlar çünkü, bakmaya doyamadığınız koyu mavisinin haricinde, derin ve hareketli bir karaktere sahip.

Kıyı bandı, Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı’nca tanzim edilen Ölüdeniz Mevkii olarak adlandırılan koyun iç kısımları, yani Babadağ arasına sıkışmış olan vadi düzlüğünde, pek çok otel, motel, pansiyon v.s. bulunuyor. Yapılanma belli bir nizamda tutulmuş, doğaya aykırı düşmeyen, alçak katlı, bahçeli, ayrık bir yapılaşmaya izin verilmiş ve dama tahtası sistemi ile oluşmuş yapılaşma arasında geniş caddeler açılmış. Aykırı nizamda, rant kaygısında vahşi boyutta oteller bulunmuyor.

Kumsal, şaşırtacak derecede düzenli ve tertemiz. Gözümüze hiçbir çöp ve rahatsızlık veren bir aykırılık çarpmıyor. Sadece, dağların denizden gelen esintiye izin vermemesi nedeni ile boğucu hale gelen sıcaklık, alışkın olmayanları yere serecek kadar yoğun.

Ölüdeniz, 1.derece doğal sit alanı olduğu için milli park kapsamında bir koruma alanı. Geniş düzenli otoparka arabamızı bırakıp, Milli Park Giriş gişesinden bilet alarak, Kumburnu’na doğru ilerlemeye başlıyoruz.

Park içinde, geniş düzenli yaya yürüme yolları yapılmış. Acil ihtiyaç için, revir ile duş-tuvalet tesisleri konmuş ki tertemiz ve bakımlılar. Biraz ilerleyince, Ölüdeniz Milli Parkı içinde denize girmeye gelip yemek yemek isteyenlere, park içindeki doğallıkla uyumlu, basit ahşap yapılarda iki restoran işletmesi görüyoruz. Yönlendirme levhaları, ağaçlar, koruma önlemleri, plaj düzenlemesi, temizlik, bakım, Ölüdeniz’in 10 yıl öncesinde, her yeri idrar kokan, leş gibi şezlongları zorla kiralayan halini bilen bizi hayrete düşürüyor. Hayret çabuk geçip, yerini gurura bırakıyor. Neden hayret ediyoruz ki, olması gereken nihayet olduğu için mi ?

Doğal güzelliğe sahip olmak yetmiyor yada sadece ben sahibim diye tanıtmak. Görmeye gelen insanları nasıl karşılayacağınız daha önemli. Nasıl ulaştıracaksınız, nasıl yatıracaksınız, ne yedireceksiniz, nasıl bilgilendireceksiniz ve en önemlisi nasıl daimi kılacaksınız. Turizm, nasılsa var, gelen görsün, arayan bulsun demekle olmayacak kadar önemli ve hassas bir sektör. Yaratılan izlenimi silmek bir günde olmuyor, neredeyse nesil gerekiyor, bu nedenle, ne tanıtıyorsak bir bütün olarak bakma alışkanlığını edinmeliyiz milletçe diye düşünüyorum.

İlk kez Türkiye’de bir milli parka yakışır, büyük bir ülkeye yaraşır, doğru yapıldığını düşündüğümüz, bütüncül bir yaklaşım ile ele alınmış bir düzenleme yapıldığını görerek, Fethiye Belediyesi’ne yada hangi kurumun emeği geçmişse ona, gönülden bir teşekkür ediyoruz.

Ölüdeniz’in bir de efsanesi var. Gemici bir genç, Belcekız adında bir güzele aşık oluyor ve bir gün fırtına çıkınca, kaptanın sığınmak üzere gencin gösterdiği Ölüdeniz’e girmemesi üzerine çıkan kavgada genç ölüyor. Sevgilisinin öldüğünü duyan genç kızda kayalıklardan atlayıp intihar ediyor. Gencin öldüğü yere Ölüdeniz, kızın atladığı koya ise Belcekız deniyor.

Biz bu efsaneye pek rağbet etmiyoruz ve kendi isim gerekçemizi çok geçmeden buluyoruz. Çocukların beklediği gibi dibinden ölüler çıkacağı için Ölüdeniz’de denmediğine göre bizce olsa olsa buraya yürüdüğümüz 10 dakika sonrasında, yanına bizim gibi aptallık edip su almayanların, susuzluktan bayılıp ölmeleri sonucu, Ölüdeniz adının yakıştırılmış olabileceğini varsayıyoruz.

10 dakika yürümek ile ne olacak dememek gerekiyor çünkü sıcaklık ve nem, başımı öne eğdiğim zaman gözlüğümü, akan ter sularına kapılarak yere düşmekten son anda kurtardığım bir mertebede.

Tabii aslında Ölüdeniz adı, bir lagün olmasından ve durgun suyundan kaynaklanıyor. Ancak durgun görünen bu su, hemen her gün yenilenmekte. Dipte yoğun kaynak suyu çıkışları var ve bu dip suları Akdeniz’e doğru bir akıntı yaratıyor. Kaynak sularının tuzsuz oluşu da, Akdeniz’in tuzlu suları arasında yoğunluk bakımından farklı oldukları için bir sirkülasyon sağlıyor. Ayrıca, iki üç günde bir oluşan gelgitler de denizi yarım metre alçaltıp, yükselterek, deniz suyu giriş çıkışı sağlıyor. Bu nedenle Ölüdeniz, kokusuz, tortusuz, balçıksız ve taze.

Ölüdeniz plajında, klasik tatil yörelerine mahsus şezlong düzenlemeleri, kano-deniz bisikleti kiralama gibi eğlence aktiviteleri v.s. mevcut. Kısıtlı bir alan ama tertip ve temizlik gayet güzel sağlanmış.

Ölü göremeyen çocuklar fazla ilgi göstermeyince, sıcaklık da dayanılır gibi olmadığından biraz gölgede serinleyip, su içip, kendimizi ıslatıp, güneşin altındaki dönüş yürüyüşümüze geçmişken, Fethiye ve Belcekız Koyu’nun tepesinden, başımıza konan kelebeler misali inen yamaç paraşütçüleri sıcağı unutturuyorlar.

Babadağ’dan atlayan yamaç paraşütçüleri, önce yüksekte sanki bir sinek, sonra döne döne süzülen bir garip kuş, nihayet rengarenk paraşütleri ile gökte salınan uçurtmalar gibi yavaş ve ahenkle, Belcekız Plajı’nda işaretli bölgeye iniyorlar. Tek başına inen cesaretliler veya tecrübeli sporculardan ziyade, hoca ile ikili inen meraklılar çoğunlukta.

1975 mt. Yükseklikteki Babadağ’ın, 1700 m.sindeki yüksekliğine, ciplerle 25km.lik bir yoldan 50 dakikada çıkılıyor. Uçuş, rüzgara göre 30-40 dakika sürüyor. Babadağ, atladıktan sonra daha da yükselebilme imkanı sağlaması, deniz üzerinde uçabilme özelliği ve eşsiz manzarası ile rakipsiz bir yamaç paraşütü merkezi. Türkiye’ye, yamaç paraşütü sporunu tanıtan ve özendiren yer.

Atlamaya cesaretimiz olmasa da, inenleri seyretmek bile oldukça eğlenceli oluyor ve dönüş yolumuzu bayağı rahatlatıyor.

Otele gelince, kaybettiğimiz su ve enerji kaybını telafi etmek için kendimizi açık büfeye gömüyoruz….

fethiye-4-gun-kelebekler-vadisi-dalyan

yamac-parasutu-turkiye-babadag

Paylaşın: