Çocukla Geziyorum

İNGİLTERE – 1. Gün BRİGHTON

Brighton

14 Ağustos Perşembe 2014

Royal Pavillion, Brighton Pier, Westminster Katedrali

Londra’da yeni muhitlere alışmaya çalışmakla vakit kaybetmemek adına daha önce kaldığımız Novotel London Tower Bridge ‘de konaklıyoruz. 15 numaralı otobüsü kullanmak, elimizin altında gerekirse hemen metro hattına ulaşmak ve otelden çıkar çıkmaz London Tower ve Tower Bridge manzaralarıyla güne başlamak hoşumuza gidiyor.

brightonİlk gün planımız Brighton, Londra’nın, daha doğrusu kraliyet ailesinin sayfiye mekânı. Brighton, Londralılarca çok tercih edilerek sevilen bir yer olduğu ve büyük olasılıkla en güneyde bulunmasından dolayı mümkün mertebedeki en sıcak sahil olduğu için, sık tren seferleri var. Brighton trenlerinin kalktığı istasyon Times nehrinin güney tarafına direkt geçiş veren Blackfriars istasyonu.

Yolculuk dümdüz bir hat ile dosdoğru güneye yönleniyor. Avrupa’dan gelen saldırıları püskürtmek amacıyla Manş kıyılarında ilk kaleleri yaptıkları yerlerden biri olan Portsmouth’un doğusunda,  sakin görünen bir rutinlikle uzanan sahilde yer alıyor Brighton. Bugün Porsmouth, Fransa’nın limanlarına gemi seferleri düzenlenen bir liman.

Royal-PavilionLondra’ya en yakın sayfiye yeri olan Brighton popülerliğini ve doğudaki benzer sayfiye sahillerine göre farkını naib prens sayesinde kazanmış. Denize girmek 18.yy.da moda olmaya başlayınca Brighton, İngiltere’nin ilk sayfiye kasabası olmuş.1820’de 23 yaşında Galler Prensi olarak taç giyen IV.George, 29 yaşında Katolik bir dul olan Maria Fitzherbert ile gizlice evlenince, resmi olarak evlenene kadar burada çiftlik evinde Brightonyaşayıp Brighton’da sosyetenin gözbebeği olmuşlar.

Sosyeteye verilen partiler büyüdükçe çiftlik evi, ünlü mimar John Nash’e verilerek bir saraya dönüştürülmesi istenmiş.

Soğan kubbeler ile Hint esintilerinin birbirine karıştığı Royal Pavillion, o zamanlarda moda olan Hindu-Arap mimarisini yansıtıyor. İçerisi de Ortadoğu- Uzakdoğu’dan getirilmiş mobilyalar ile dekore edilmiş. Açıkça bir dönemin sosyetik şımarıklığını yansıtan Pavillion’a Brightonhiç ısınamayan Kraliçe Viktorya, daha sonra Royal Pavillion’u Brigton kasabasına satarak kendisi ve Prens Albert için, İsle of Wight adasında ( batıda )Osborne House’u inşa ettirmiş.

Garda indikten sonra karşınıza çıkan Queens Road’dan aşağı inerek sahile ulaşabiliyorsunuz. Clock Tower, saat kulesinden North Street’e döndüğünüzde Royal Pavillion karşınıza çıkıyor. Bu bölge tiyatro, kütüphane, yüzme kompleksi, sanat galerisi ve Brighton müzesinin de  bir arada bulunduğu nokta oluyor.

Royal Pavillion, fazla büyük olmayan bir yazlık saray, tam bir mimari komedi gibi görünüyor ve giriş 11£ adam başı olduğu için içeri girmeden geldiğimiz turistik alışveriş caddesini devam ederek sahil boyuna iniyoruz.

BrightonSahil, göz alabildiğine uzanan geniş düz bir kumsal ama deniz gördüğüm en çirkin deniz. Tam karşıdaki Fransız kıyılarına Zümrüt Sahili adı verilmişken , bu kıyıların çamursu bir çirkinliği olması İngilizlerin tarihteki günahlarının bir sonucu gibi. Neden ışıltılı, mavinin her tonunun oynaştığı Ege ve Akdeniz fotoğraflarına insanların içinin gittiğini bu denizi görünce daha iyi anlıyorum.

BrightonDeniz nasibini almamış ama sahil boyu, az çok güney Fransa sahillerindeki Nice ‘ten bir esinti savuruyor. Geniş düz kumsal ve uzayıp giden az katlı açık renkli evler. Sahili algılamanın en iyi yolu Brighton Wheel denilen dönme dolaba binmek. Ve tabi bizim de yönlendiğimiz ilk nokta orası oluyor.

Dönme dolabın yanında bir Sea Life Center var ki daha önce çok kez bu tür akvaryumları gezmiş olmasak cazip bir çekiciliği yok değil. Küçük parlak Brightonçakıllardan oluşan kumsal, çamur rengi ve dalgalı deniz, yükseldikçe önümüzde uzayıp gidiyor. Mini golf gibi küçük eğlence alanları ve rahatsız etmeyen mütevazi  fast-food noktaları yapmışlar.

Cambridge’den gittiğimiz doğu kıyılarındaki Greath Yarmouth sahilinde de dikkatimizi çektiği üzere, elbette deniz kenarı olmaktan kaynaklı çokça martı var. Beni şaşırtan tiz çığlıkları oluyor. Durup durup tepemizden geçen bir tanesi öyle yüksek volümle keskin bir çığlık atıyor ki sanki bir felaket sireni Brightongibi beklentiye giriyorsunuz. Ya da etraf bizim sahil yerleşimlerinden alıştığımıza göre çok daha sessiz, o yüzden ses uçsuz bucaksız kıyılarda fazlasıyla yankı yapıyor.

Dönme dolapta, sahilleri, kasabayı ve ufukta görebilmeyi hayal ettiğimiz Fransa sahillerini seyredip Brigton Pier’e çıkıyoruz. Greath Yarmouth’dakinden büyük olan iskele, burada da bir eğlence alanı olarak düzenlenmiş. Ağustosun ortasında deniz bu derece çirkin, hava bu derece serin olunca, insanlar uzun yaz günlerini geçirmek için kumar Brighton piermakinelerinden medet ummuşlar demek ki.

Ama yollarda, sahilde genişlik ölçülemez boyuttayken ille de denizde olmak için iskeleler yaparak onların üstünde olmayı tercih etmişler.

Brigton Pier’de çeşitli panayır eğlencesi ile ayaküstü atıştırmalık dükkanlar ve birde kapalı restoran bulunuyor. Yer yer yazı ile uyardıkları üzere açıkta ayakta yemek biraz riskli. Çünkü martı terörü önlem almayı gerektirecek kadar zorlu. Bu gibi zamanlarda nedense hep piernasiplenen kişi olan sevgili oğlum Çağan’da yine bir martının def-i hacet’ine maruz kalıyor.

Fish&Chips alarak martılardan saklanmak için üstü kapalı bir yere oturuyoruz. Ayrıca pek bir bahsedilen ‘’pickles’’ denilen yumurta turşusundan deniyorum ve sadece tuzlu haşlanmış yumurta çıkınca hayal kırıklığına uğruyorum.

Geniş ahşap iskele yaklaşmakta olan gri yağmur bulutlarının fonunda beyaz metal korkuluklarının çerçeve oluşturduğu sahil resmini benzersiz kılıyor. Bazı ülkelere, Brighton pieryağmur ve getirdiği griliğin yakıştığını düşünüyorum, İngiltere’de benim için bu ülkelerden biri.

Deniz dalgalı da olsa, yüzmek için girmeseniz de bayağı bir denizin içlerine sokulmuş iskelenin üstünde  açıkta olduğunuz için denizin sağlıklı iyotundan faydalanabiliyorsunuz. Genelde dil okullarının tercih ettiği Brighton, sakin hatta Ağustos ortasında kıpırtısız görünümü ile fazla zaman geçirirsem sıkılırım havası veriyor. Ama iskeleden baktığınızda güneşin parlattığı şehrin size dönük yüzü, ne olursa olsun Brightonbir deniz kenarında olmanın mutluluğunu bulaştırıyor.

Sahil boyunda bir Fishing Museum ( Balıkçılık Müzesi ) olan Brigton’da vakit geçirmek isteyenlerin burada düzenlenen sayısız festivali takip etmesinde yarar olabilir. ( www.visitbrighton.com )

Geldiğimiz gibi tren ile Londra’ya dönüyoruz ve kapanmadan, daha önce gezemediğimiz Westminster Katedrali’ne giriyoruz. ( 18 £ )Açılış kapanış saatleri brightonbiraz nazlı olan katedrale kesinlikle bilerek gelmek gerek. ( www.westminster-abbay.org )Çünkü burası yaşayan bir katedral.

Güney Saksonların ilk kralı olan Sebert’in Tames Nehri’nde kurmuş olduğu küçük bir kilise, sonradan batı manastırı ( West minster )olarak anılmaya başlanmış. 960’ta ise Canterburyli Aziz Dunsten tarafından büyütülmüş. 1560’ta Kraliçe I.Elisabeth tarafından St.Peter kilisesi olarak düzenlenmiş.

westminster-abbey-1st-picturePek çok bilim adamı ve İngiliz hanedan üyesinin gömüldüğü yer burası  ve bütün etkileyiciliği mimarisinin haricinde burada yatıyor. 13.yy.dan beri Britanya hükümdarlarının gömüldüğü, taç giyme törenleri ve saray düğünlerinin yapıldığı yer olmuş. Kısmen ulusal kilise, kısmen ulusal müze.

Bahçesindeki revakların altında ortaçağ şövalyelerinin mezarları bulunuyor, VII.Henry şapeli ve giden sol bölümde ise sayısız kraliyet mensubu yatıyor. Orta açıklıkta Newton, Darwin gibi bilim adamları, devlet adamları, amiraller ( Nelson ) bulunuyor. Girişin sağ yönü ise şair ve yazarlara ayrılmış ki westminster-abbey-londonShaekespare, Jane Austin, Keats, T.S.Elliot, C.Dickens gibi isimleri görünce ne yapacağınızı şaşırıyorsunuz.

Genelde mimari bir yapı ziyaretinde, zemin, tavan, taşıyıcılar, süslemeler gibi mimari öğeler göz alırken burada baktığınız şey sadece yerlerdeki isimler oluyor ve bir kültür tarihi gözlerinizin önünden hızlı bir film şeridi gibi akıveriyor.

Nave%20AisleSadece isim okumakla büyülenmiş olarak kiliseden bizimkilerin katı ve hatta kaba ısrarları sonucu zorla çıkarılıyorum. Hızlı ve sert bir yağmur başladığı için günü otelin yanındaki Londra’nın Normanlardan kalma en eski kilisesi olan ‘’All Haloways’’ in karşısındaki Pizza Express’te noktalıyoruz.

Bu restoran zinciri, salata sevmeme neden oldu resmen….

ingiltere-2-gun-bath-longleat

ingiltere-3-gun-windsor-eton

 

Brighton

 

Paylaşın: