16 Ağustos Cumartesi 2014
Son gün gezimize en yakın bir kasabayı koyuyoruz, Windsor. Windsor, yine Oxford gibi Thames Valley bölgesinde yer alıyor. Thames Valley, kraliyetle ilgili pek çok mekâna sahip olması açısından zengin bir bölge.
Windsor Kalesi’nden başka Bleinheim Palace ( Winston Churchill’in doğduğu ev ) ve II.James döneminin en büyük malikanelerinden Hatfield House, imkan olsa mutlaka bir ziyaret edilesi yerlerden.
Paddington tren garından Windsor&Eton yönüne bu sefer gidiş dönüş bilet alıyoruz. ( 40 £ )Yirmi dakikalık bir mesafe ama Slough’ta inilip bir başka tren ile beş dakika daha giderek Windsor durağına ulaşılıyor.
Kasaba oldukça güzel, sakin, özellikle Thames Nehri kıyıları hoş ama kasabanın varoluş nedeni elbetteki Windsor Kalesi. Zaten tepedeki yaygın ve baskın konumu ile kasabayı kimin yönettiğini açıkça belli ediyor. Windsor Kalesi, dünyanın özel ikametgaha tahsis edilmiş ve tarihin en uzun süreli ikamet edilen sarayı.
Doğruca kaleye yönleniyoruz zaten trenden çıkan kalabalık sizi ister istemez oraya sürüklüyor. İlgi yoğun. Giriş 18,50 £ yetişkin. ( www.royalcollection.org.uk ) Online bilet alırsanız, kale girişinden tren istasyonuna doğru uzayan kuyruğu beklemek zorunda kalmıyorsunuz.
Kale, 1070’te Fatih William tarafından Londra’ya batıdan gelecek saldırılara karşı orijinal olarak ahşaptan yapılmış. Burayı seçmekteki ana sebep tepelik arazi olması ve Londra’daki Tower of London kalesine bir günlük mesafede olması.
Birbirini izleyen hükümdarlar kalenin bu zamanki haline ulaşmasını sağlamış. Kral V.George’nin Windsor soyadını alması da kaleye olan sevgisinin bir kanıtı. Kale, halen Kraliçe II.Elisabeth tarafından hafta sonları kullanılıyor. Ziyaretçilerin sokulmadığı özel ikamet bölümleri haricinde, State Apartments, St.George Chapel, Conquer Tower, Kitchen, The Drawing Gallery ve QueensMary’s Dolls House gezilecek bölümler olarak sunuluyor.
Kale yaygın ve geniş bir yerleşime sahip görünse de ziyarete açık bölümler fazla değil ancak sorun şu ki hepsi ayrı ayrı kuyruklara sahip. Sadece 1479-1528 tarihli St.George Kilisesi serbest giriş. Burada 10 hükümdar gömülü ve önemli bir gotik eser.
Tam ortadaki kalenin bütün havasını veren yuvarlak kule Conquer Tower, ancak rehberli tur ile gezilebiliyor, saat araları epey uzun.
Devlet Daireleri ( State Apartments )ni geziyoruz. Halen resmi kabuller için kullanılan bu dairelerde Kraliyet Koleksiyonundan önemli eşyalar sergileniyor. Resim galerisinde ise yine koleksiyona ait resimler yer alıyor.
Kraliçe Mary’nin Bebek Evi, kalenin en ilgi çekici ziyaret noktası. Dünyadaki en ünlü oyuncak bebek evi. 1923’te 1:12 lik oranla yapılıp Kraliçe Mary’ye hediye edilmiş. Bir insan boyutunda olan yapıt, adeta bir uzay üssünün ev hali gibi, en ufak ayrıntısına kadar çalışılmış. Aynı bölümde sergilenen özel mektuplar ise imzalayanların kimliği ile ilgi çekiyor.
Kale dışarıdan görülen dağılmış ve yayılmış haline rağmen, içeriden yada ziyaret edilen noktalardan bakıldığında büyük bir görkem ve ihtişamı yansıtmıyor hatta vasat kalıyor. Üzerinde güneş batmayan imparatorluk gibi iddialı bir söylemin kalbi için son derece zayıf. Sanki bütün malımız bu vallahi fazlası yok deyip arkada bir şeyleri saklıyor gibiler. Bir acizlik, eğretilik hissi veriyor ki İngiliz mentalitesinden uzak bir durum. Çok genel bir dekorasyon ile sergilenenleri fazlaca şahsi buluyorum, Britanya İmparatorluğunu temsil etmiyor kale.
Kaleden çıkınca, kıvrılarak inen çarşı caddesini takip ederek Thames kıyılarına geliyoruz. Nehir boyu, oturup bir şeyler yiyip içebileceğiniz hoş kafelerle dolu ve manzarada oturduğunuza değecek cinsten. Nehre paralel ilerleyip birazda Eton havası kokladıktan sonra dönüyoruz.
Eton, İngiltere’nin en eski ve elit özel okullarından biri.1441 yılında Kral VI.Henry tarafından kurulmuş ve sadece 13-14 yaşlarındaki erkekleri kabul etmiş. Şimdi İngiltere’nin elit ailelerinin ( kraliyet ve aristokrasi mensubu ) çocuklarına diğer okullara göre çok yüksek standartlarda eğitim sunuyor. Yani bir çeşit kralların okulu, mezunları arasında da pek çok ünlü başbakan, aristokrat, prens, bilim adamı ve yazar bulunuyor.
Londra’da son gecemizde ( 22 günün sonunda )çocukları otelde bırakıp Palace Theatre’daki bir müzikale gidiyoruz. Anlama sorunu olmasın diye müzikal seçiyoruz ama konu İrlandalılar olunca konuşulan üç dört cümleyi bile anlayamıyoruz. Ben daha önce seyrettiğim filminden konuyu bildiğim için eşime anlatıyorum. The Commitments, İrlandalı bir müzik grubunun hikayesi.
Fakat çok sevdiğim müziklerini icra etmek konusunda oldukça başarılı bir performans sergiliyorlar. Yolu düşene tavsiye ederim. Sahftesbury Avenue üzerindeki Palace Theatre’ı da tek başına tavsiye ederim. Yapının otantik tarzı Viktorya döneminde bir gösteriye geldiğinizi düşündürüyor.
Bu arada alışık olmadığımız bir uygulamaya tanık oluyoruz. İngilizler sahne başlamadan önce fuayedeki bara içki siparişi vererek numara alıyorlar. Ara olunca da istisnasız herkes dışarı koşturup numarasına göre önceden hazırlanmış içkisini alıyor. Hatta bu o kadar rutin bir uygulama olmalı ki ara olmadan önce sahnedeki anlatıcı bu konuda bir espri bile yapıyor ama İrlandalı aksanından onu da anlayamıyoruz tam olarak.
Bu, tiyatroya da gelsem içmeden durmam uygulamasından başka genelde, Türkiye de kılık kıyafete daha bir özen gösterilirken, Londra’da gelenlerin neredeyse sokaktakinden bile vasat giyindiklerini söyleyebilirim. Ya zevkleri, ya paraları bu kadar ya da içmekten giyinmeye para kalmıyor.
Tiyatro da gösteri de, çıkışta karşılaştığımız kendini sevdiren polisin atı da hoşumuza gidiyor. Yirmi iki gün kaldığımız İngiltere’den ayrılmak biraz içimizi burkuyorsa da, ille de vatanım…..
İNGİLTERE ve LONDRA, HOŞÇAKALIN ama her daim hayatımda kalın…..!
windsor-kalesi-ingiltere-berkshire