Çocukla Geziyorum

KOPENHAG-2.gün LEGOLAND Billund

14 Kasım Pazar 2011

Otelin genel görünümü nasıl pis değil ama çok temiz de denemez ise kahvaltı da kötü olmamakla birlikte iyi de değil. Erken kalktığımız için hiçbir insanın  ve hiçbir arabanın geçmediği caddeye bakan bir masada otururken, yavaş yavaş kahvaltıya gelenler arasında, uzaktan genç bir hanımla göz göze geliyoruz. Alnımızda yazmasa da o bizim Türk olduğumuzu anlıyor biz de onun. Her milletin, kendine has bir duruşu ve mimikleri var ve biz Türklerde kendimizinkileri doğuştan biliyoruz sanırım.

Daha sonra çocuk oyun alanında karşılaştığımızda Ankara Çevre Bakanlığı’ndan bir konferans için geldiğini ve akşam döneceklerini söyleyerek, oğlunu götürmek istediği Tivoli hakkında bilgi istiyor.

Bugünkü program Legoland gezisi. Lego, Danimarka icadı bir çocuk gelişim oyuncağı. 1930 yılında Ole Kirk Christiannen tarafından icat edilmiş. Dünya çapında tanımayan, sevmeyen, oynamayan çocuk yok gibi.

Legoland park ise 1968 yılında açılmış, her yaş seviyesinden çocuğa hitap eden bir Açıkhava eğlence parkı. Tüm oyunlar lego dizaynı ile
oluşturulmuş, lego karakterleri kullanılmış ve ayrıca Legolardan yapılmış küçük bir maket şehir de oluşturulmuş. ( www.legoland.dk)

Legoland Billund, Avrupa’daki legoland parkların en büyüğü. Diğerleri Almanya Günzburg ( bkz.Münih gezisi ) ve İngiltere Windsor’da bulunuyor. Daha önce gittiğimiz Günzburg’daki parkın tadı damağımızda kaldığı için bu en büyük legoland parkı da görmek istedik.

Ana tren garından Billund için bilet alıp, yaklaşık 3 saat sürecek bir tren yolculuğuna hazırlanmak üzere çeşitli atıştırmalıklar alıyoruz. Trende etrafı seyrederek bir ülkeyi dolaşırken, yerel abur cuburlar atıştırmak kadar keyiflisi yok.

legoland billundBillund, Danimarka’nın Avrupa anakarasına bağlı Jutland Yarımadası’nın tam ortasında yer alıyor. Almanya Hamburg’dan da hızlı trenlerle yine aynı zamanda gelmek mümkün. Ayrıca parkın yürüme mesafesinde bulunan Billund Havaalanı, pek çok Avrupa şehrine ucuz tarifeli seferlerin yapıldığı bir havaalanı. Yani konum ve ulaşımı, titizlikle oldukça stratejik olarak seçilmiş.

İlk saatte Kopenhag’ın bulunduğu Zealand Adası’nı boydan boya batıya doğru geçiyoruz. Sakin, kendi halinde küçük kasabalar bizi selamlıyor. Bu bölgede, hala, ağırlıklı olarak yapılar tuğla cepheli. Daha sonra bir köprü ile Funen Adası’na geçiyoruz. Burası Danimarka’nın ikinci büyük adası. Bu ada, geniş kumsallara ve meyve bahçelerine sahip.

Köprünün bitimindeki  Nyborg kasabasından büyük bir şehir olan Odensee’ye kadar,  geniş kırlar ve tarlalar arasında, kibrit kutusu misali, ikili üçlü, yan yana, rengarenk ahşap cepheli, kırmızı çatılı evler  hepimizi camlara yapıştırıyor. Kuzeyin, çoğunlukla karanlık ve yağışlı geçen günlerinde, ruhlarına bir neşe kaynağı olması için mi bu evler bu kadar eğlenceli renklere bezenmiş bilemiyorum ama çocukken koleksiyonunu yaptığım kibrit kutularını düşünmeden edemiyorum.

Yine bir başka köprü ile Funen adasından, Jutland Yarımadası’na geçiyoruz. Trenin son durağında otobüs transferi yaparak, Billund Airport’ un bir durak sonrasında inmemiz gerekiyor.

Trenden indikten sonra, otobüs terminaline yönlendiren levhalar koymalarını normal karşılıyoruz. Ama, altına bilgi olarak yazdıkları yürüme süresi hepimizi güldürüyor. Bu artık düzen fazlalığından ne yapacağını şaşırmak mıdır yada düzensiz ülkede yaşayanların asla düşünemeyecekleri  üzere,  yavaş yürüme ihtimali olanlara,  medeniyet ötesi bir uyarı mıdır anlayamıyoruz. Dakika ve saniyesine kadar zamana değer veren ve zamanı planlayabilen bu insanların saygısını, bizim gibi düzensiz ülkelerde yaşayanların anlaması zor, ancak gülüyoruz işte.

Nitekim sakin Avrupalı’lar için 6 dakika verilen yürüme süresini, hep bir yerlere yetişmek zorunda olan aceleci ve telaşlı biz Türkler, 3 dakikada yürüyerek, sanki onlar yanlış yapmış gibi birde alay ederek tekrar gülüyoruz.

Otobüs mütevazi bir kasabadan geçiyor. Mütevazi kasabanın, mütevazi evleri, toplam 100 m2yi geçmeyen belki daha bile küçük, iki katlı, bahçeli yapılar. Geniş ve zemine çok ama çok yakın camları dikkatimizi çekiyor. Öyle ki içeri, kapı yerine camdan girmek bir zahmet değil. Buna rağmen bu camlarda ne bir panjur, ne bir demir bulunuyor, güvenlikli site içinde de değiller. Hatta çoğunda perdeler bile kapatılmamış. Yol boyu evlerin içi nasıl, kim evinde ne yapıyor görebiliyoruz ve duydukları güvene, bu güvenin neticesinde yaşadıkları hayatın özgürlüğüne gıpta ediyoruz.

Kısa otobüs yolculuğu Billund Havaalanına ulaşarak, oradan, shuttle servis gibi havaalanı yolcusunu da alarak Legoland kapısında son buluyor. Bu sefer temkinliyiz, otobüs dönüş saatlerini ve dönüş durağını şoföre sorarak kesin emin oluyoruz.( bkz.Strasbourg Europapark-son otobüs kaçırma )

Legoland girişte, bilet ücretini yarı fiyat alıyorlar. Biz önce bu durumu kış tarifesi sanıyoruz ama içeri girdikten sonra anlıyoruz ki meğer parkın yarısı kapalı imiş. Asıl eğlenceli olan ve ağırlıklı olarak su oyunlarının bulunduğu bölümler kışlık bakıma alınmış. Bu soğukta ıslanmak, bizim için direk olarak donarak ölmekle eş anlamlı zaten.

Park açık olsa gerçekten çok büyük, öyle sabahtan akşama kadar bile doymak mümkün olmayabilir. Yedi ayrı bölümü var. Miniland, Duplo Land, Pirateland, İmagination Zone , Legoredo Town , Adventure Land ,Lego City ve Knights Kingdom. Bu bölümler, güncel lego tasarım serilerini oluşturan konseptler aynı zamanda. Yine her parkta olduğu gibi Show alanları, yeme-içme dükkanları, alışveriş mağazaları ve parkın yanında da bir Legoland oteli bulunuyor.

Miniland ve Duplo Land, küçük yaş grubuna hitap ediyor. Diğer grupların oyunlarında, heyecanlı oyunlar ile ailecek birlikte kullanılabilecek oyunlar  karışık olarak düzenlenmiş.

Açık olan Miniland’ı Çaka, bu gruba bayıldığı için bayağı bir süre dolaşıyoruz. Danimarka‘ nın önemli yapı ve yerlerinin Legolardan inşaa edilmiş olduğu minyatür şehir düzenlemesi. Yapıların arasına, hareketli sahneler ve insan ile araç figürleri ekleyerek yaşayan bir kompozisyon yaratmışlar.

Çalışan trenlerden ikisine defalarca binip, tek açık su oyununda ıslanmayı göze alıyoruz. Bizi en çok üzen sırf onun için bile parka gelmeye değecek olan korsan savaşının kapalı olması. Bu parka özel bir başka oyun ise, yanan bir evi itfaiye arabaları ile su püskürterek söndürme oyunu  ki oldukça eğlenceli görünüyor.

Çok üşüyünce, tek kapalı mekan olan, Show programındaki gösteriye dalıyoruz. 5D boyutlu kısa bir çizgi film gösteriliyor. Üç boyut, gözlüklerle hissediliyor, üstüne filmin bazı yerlerinde koku veriyorlar, en sonunda ise hafifçe su püskürtmek sureti ile tensel his duygusunu  tattırıyorlar. Yani en, boy, hacim in üstüne, koku ve temas ekleniyor. Keyifli bir deneyim oluyor.

Parkın tamamı açık olsa, uzaktan geliyor olmak bir yana, bu soğukta tamamlama olanağı zor olurmuş. Böyle büyük parkların keyfi ancak bir gece orada kalarak çıkıyor maalesef, dönüş kaygısından uzak olarak .

Yarım da olsa, kısa da olsa, sıcak da olsa, soğuk da olsa, Legoland’ların,  insanın ruhuna hitap eden, masum çocuksu yönü, yumuşak ve kasmayan eğlence anlayışı, şiddet öğesi içermemesi, kendine özgü saf espri anlayışı  ve her zaman soft eğlencesi  ile çocuklara da, büyüklere de aynı keyfiyette hitap ediyor diye düşünüyorum.

legoland billundDanimarka ‘nın dünyaya hediye ettiği en büyük buluş Lego olmalı. Hayal gücü ve oyunun eğlenceli birlikteliği. Hans Christian Andersen gibi bir masalcı ile büyüyen Danimarka ‘dan da bu beklenir.

Dönüşte, son otobüsün gelmesinden en az 15 dakika önceden beklemeye başlamış olmanın nedeni geçmiş anıların stresi. Tabiki otobüs gelmesi gerektiği zamanda, gelmesi gerektiği yere geliyor. (hala kabullenemedik bu düzeni )

Gara gelince, Kopenhag’a gidecek trenlerin inanılmaz kalabalık olduğunu görüyoruz. Şehirler arası yolculuk yaptığımız için numaralı bilet sistemi mevcut ve oturacak yer yoksa bilet vermiyorlar. Gelecek olan trenlerden ancak üçüncüsüne, yani iki saat sonrasına bilet alabiliyoruz.

Garda beklerken, konuşmalarımızı duyan bir gruptaki Türk genç, istersek daha önce geçen trenlere de binebileceğimizi ama kontrol olursa –ki kesinlikle oluyor – sıkıntı yaşayabileceğimizi söylüyor. Çocukların üç saat boyunca ayakta gitme ihtimali olmadığı ve riske de girmek istemediğimiz için çaresiz beklemeye razı oluyoruz.

Garın kafesine girince,  tepsiler içinde baklavalarla karşılaşıyoruz. İşletenler, kendi aramızdaki konuşmaları duydukları halde bize sahip çıkmayınca dayanamayıp sorduğumuzda öğreniyoruz ki Suriyeli’lermiş.

Çoğu zaman rastladığımız üzere, Avrupa’da garlardaki, terminallerdeki  yiyecek saten işletmelerde, Türk tipi döner, lahmacun gibi yiyecek alternatifleri sıkça bulunuyor yada bu tarz büfeleri Türkler çalıştırıyor. Asyalı gruplarda var. Bu durum, göçmen kesimin, çalışıp çabalayarak ancak büfe düzeyinde, ucuz yiyecek satışı mertebesine  sahip olabildiğini gösteriyor ki sevinmeli mi utanmalı mı karar veremiyorum.

Türk mutfağının, alt kalite yemek kültürü ile özdeşleşmesi gibi görünen bu durum, geniş ve köklü bir geçmişe sahip, dünyanın en büyük mutfaklarından Türk Mutfağına ciddi bir hakaret gibi geliyor bana aslında.

Nihayet trenimiz gelince, sakin ve uyuklamalı bir yolculuk ile maalesef gelirken gördüğümüz güzellikleri gece karanlığında tekrar göremeden Kopenhag’a dönüyoruz….

 

danimarka-norvec-kasim-2010

kopenhag-3-gun-amelienborgkronborg

kopenhag-4-gun-malmorosenborg

legoland-billund-danimarka-billund

IMG_2496

 

 

Paylaşın: