16 Kasım Salı 2010
Temizliğe öncelikli olarak önem vermeyen otelimizin fazla dikkate değer olmayan kahvaltısından sonra, toplanıyoruz ve bavulları resepsiyona bırakarak tren garına gidiyoruz. Neredeyse her 10 dakikada bir, Malmö’ye tren var.
Malmö, iki ülkeyi bağlayan ve büyük bir törenle açılan 8500 metre uzunluğundaki, dünyanın ikinci büyük köprüsü olan mühendislik harikası Oresund Köprüsü‘nün birleştirdiği İsveç’in üçüncü büyük şehri. Amaç, şehirden ziyade, köprüden geçmek.
Ancak maalesef tren yolunu köprünün üstüne değil altına yapmışlar. Yani üzerindeki mühendislik dehası askı telleri yakın çekim görmek mümkün olmuyor. Denizdeki rüzgar türbini tarlasını görmek ve Baltık Denizi’nin üstünden ( !) bir ülkeden bir ülkeye geçmek yine de heyecan verici geliyor bize. Bu köprü aynı zamanda, İsveç’in tarihinde ilk kez, Avrupa anakarasına, karayolu ile bağlanmasını da sağlamış.
Tren garında inince edindiğimiz haritadan da anladığımız üzere Malmö’de, öyle pek görmeye değer olacak bir çekim merkezi yok. Sadece, başka bir ülkenin hemen kendini hissettiren farklı havasını soluyoruz.
Kopenhag’ın kozmopolitliği ve temizliğe öncelikli önem vermeyen hali, Malmö’ de yerini sakinliğe terk etmiş. Elbette bir başkent ile kıyaslama yapmak yanlış olsa da sanki İsveç daha temiz, daha düzenli, daha gelişmiş ve bunların sonucunda da, daha dominant bir ülke etkisi veriyor, bu üçüncü büyük şehrinin ilk girdiğimiz sokağında.
Gardan karşıya geçip Kalende Gaton yaya caddesinde ilerliyoruz. Bir köşede ellerinde mikrofonla bekleyen iki İsveçli genç, yabancı olduğumuzu anlayınca hemen bizi esir ediyorlar. Hangi ülkeden geldiğimizi sorarak, televizyon için çekim yapmaya başlıyorlar. Eurovision’a katılacakları şarkıyı, kulaklık takıp dinleterek, beğenip beğenmediğimizi öğrenmek istiyorlar, bir çeşit yabancıların bakış açısını yakalamak amaç.
Biz varken hiç şansınız yok, hele İsveç dilinde ise demek geliyor içimizden ama ayıp olmasın diye daha hareketli bir parçanın şansının daha fazla olacağını söylüyoruz ve özellikle İsveç’in Göteborg şehrinde yaşayan Türkler belki seyreder diye en büyük Türkiye mesajları veriyoruz.
Bu kadar şamatanın ardından sakin Malmö’nün sakin sokaklarını, sakin meydanı ‘’Gustav Adofs Torg ‘’ u, geriye dönüp sakin sahilini ve limanını biraz seyrederek, yine trenle Kopenhag’a dönüyoruz. Köprü dönüş yolunda daha açık görülebiliyor ve güzelliğini gösteriyor.
Dönüşte Norreport istasyonunda inip Rosenborg Sarayı’nı gezmeyi hedefliyoruz. Fazla vaktimiz kalmadığı için büyük saraylar ve müzeler yerine, dış görünüşü bile beni kendine çeken, samimi ifadeli Rosenborg Sarayı, doğru tercih oluyor. Fiziki olarak ne kadar küçük de olsa, Kopenhag ‘ın en çok ziyaret edilen sarayı Rosenborg Slot.(www.rosenborgslot.dk )
Rosenborg Sarayı, tuğla cepheli, yeşil çatılı, dikdörtgen formda, yanlarda iki merdiven kulesi ile küçük, derli toplu bir yazlık saray, geniş bahçesi ise göz alıcı. 1606 ‘da, Christian IV’ün yazlık ikametgahı olarak yapılmış. Aşağısındaki mahzen bölümünde, kraliyet mücevheratları ayrıca gezilebiliyor.
Frederiksborg Sarayı’nın yapılması ile burası, 19.yy.da müze olarak halka açılmış. Özellikle mermer döşeli oda ve ayna döşeli oda, örneğine sadece bu sarayda rastlanan, görenlerin etkilenmemesi imkansız mekanlar.
Binaların dışı nasıl genelde koyu renk tuğla kaplı ise, iç dekorasyonda ve kullanılan objelerde de, kraliyet rengi olan siyah hakim.
Dikdörtgen formlu yapının sol kanadına bitişik iki merdiven kulesi, sarayın insani boyutunu çok net anlatıyor. Ne kadar pahalı malzemelerle dekore edilmiş, şatafat ne kadar had safhada israf edilirse edilmiş olsa da, merdiven ancak iki kişinin yan yana çıkabileceği genişlikte. Oda genişlikleri de, salonlar hariç, taş çatlasa 5-6 kişinin aynı anda bulunabileceği kadar büyük. Adı saray ama, günümüz koşulları ile kıyaslandığında, hallice bir lüks konak havasında.
Merdivenleri çıkarken camlardan, dışarıdaki geniş parkı seyretmek, mahallemizin sarayında dolaşıyormuşuz gibi, bu saraya karşı bir yakınlık hissi doğuruyor bende. Belki insani boyutunun erişilebilir gelmesinden, belki başka alternatif olmadığı için kral ve kraliçenin de bu merdivenlerde aynı manzaraya baktığını bilmekten.
Buna rağmen sarayda son ikamet eden kral ile kraliçenin ve kraliyet soy ağacının resimlerini görünce, saraya karşı duyduğum tüm sempatiye karşılık, majesteleri ve ailesine aynı sempatiyi hissedemiyorum.
Allahın yarattığı kullarını beğenmemek bize düşmez ama bir ırk bu kadar mı çirkin olur. Resimdeki insanlar, kısa, güdük, renksiz, solgun bir sarı, sevimsiz bir surat ve laz burnuna sahipler. Sonuçta, ressama, kendilerini güzel ve azametli göstertme imkanları varken bu kadar çirkin olarak resmedilmişlerse, gerçekte kimbilir nasıldırlar.
Kuzeyin sarı saç mavi göz fenomeni maalesef Danimarka’lılar için geçerli değil sanırım, çünkü sokakta da kraliyet soyundan daha güzel fazla insan görmüyorum. Yeni nesil daha uzun boylu o kadar.
Düşüncelerimden dolayı majestelerinin affına sığınarak, şimdiye kadar gezdiğim saraylar içinde en canayakın bulduğum Rosenborg Sarayı’ndan küçük bir hatıra alarak ayrılıyoruz.
Kopenhag turumuz tamamlanıyor. Eğer 1-2 gün daha Danimarka’da kalacak olsaydık mutlaka Kopenhag’ın kuzeyindeki Frederiksborg Sarayı’nı ( www.frederiksborgslot.dk ) Bakken’deki en eski eğlence parkını, Rungstedlung ‘daki ‘’Benim Afrikam ‘’ ( Out of Africa ) kitabının yazarı Karen Blixen’in evini ( www.karen-blixen.dk ) Carlsberg Bira Fabrikasını, daha da uzun kalsaydık, kafamıza takılmış olan Faroe Adaları’nı, ziyaret etmek isterdik.
Bir başka sefere inşallah deyip otelden bavulumuzu alarak Cruise Limanı’na gidiyoruz. Oslo’ya bir gece gemide konaklayarak geçeceğiz. Hem, denizle bu kadar içi içe yaşayan ülkelerde gemide bir gece geçirmiş olacağız, hemde uyurken yol alıp zamandan tasarruf edeceğiz.
DFDS Seaways’in Ms.Crown of Scandinavia gemisi, her gün karşılıklı olarak, Kopenhag ve Oslo arasında düzenli seferler yapıyor. Bileti çok önceden internetten aldığımız için, sorun çıkarmı konusunda biraz gerilsekde sorun yaşamıyoruz. Hatta bilet kuyruğunda ilerlerken, önümüzdeki genç çiftin Türk çıkması ile dünyanın küçük, Türk Milleti’nin büyük olduğu teorimiz bu gezide de bir kez daha ispatlanmış oluyor.
İlk kez bir gemide konaklayacağımız için hepimiz heyecan içinde biniyoruz gemiye. Cimrilik edip iç kabin olarak aldığımız odamızı görünce heyecanımız biraz buruklaşıyor. Çünkü, ikili ranza sistemi olan oda da, yatakları açıp bavulları da sokunca, bize hareket etmek için alan kalmıyor, ayakta tek sıra durmak ve olduğumuz yerde dönmek haricinde. Üst yataklarda, çocuklar su içmek için doğrulduklarında da kafaları tavana değiyor.
Açık kapılardan dış kabinlerinde aynı genişlikte olduğunu görünce şok etkisi yerini hemen eğlenceye bırakıyor. Çıkıp gemiyi karış karış, en tepedeki kaptan köşküne kadar dolaşıyoruz. Hava dingin, liman güzel, gemi eğlenceli, deniz dümdüz.
Gemi, en üst güverteye kadar 12 katlı. Sonrası kaptan köşkü. Giriş 5.kattan sağlanıyor. 7. ve 8. Katların büyük kısmı hizmet alanlarına ayrılmış. Kafeler, restoranlar, oyun alanları, oldukça büyük bir freeshop, toplantı odaları, konferans salonu, oditoryum ve küçük bir kapalı havuz bulunuyor.
Kısa sürede alışan çocuklar, geminin hareket etmesi ile birlikte cirit atmaya başlıyorlar. Tamamı dolu gibi görünen gemi, oldukça kalabalık. Rezervasyonlu yemek almadığımız için boş bulduğumuz herhangi bir restoranın masasına oturuyoruz. Ne yediğimizin önemi yok, gemi ile yolculuk, çok hoşumuza gidiyor.
Gemi, Danimarka’ dan Norveç’e doğru ilerlerken, servis yapan İsveçli genç kız, kuzey ülkelerindeki halkların nasıl komün bir birliktelik içinde olduklarının ispatı gibi görünüyor. Eurovision yarışmalarında, kuzey ülkelerinin birbirlerine oy vermelerine her zaman sinir olmuşken artık anlıyorum ki başka türlü davranma olasılıkları yok. Ne kadar, ayrı ülke, ayrı hükümetler gibi görünseler de yaşam aynı. Aynı kuzeyde, aynı soğukta, aynı Viking kökeninde, aynı uzaklıkta, aynı hayatı yaşıyorlar. Onlar, kuzey ülkeleri ve kuzey halkları.
Gece yatmadan önce, geminin dışına çıkıyoruz. İnanılmaz sakin bir deniz, gökyüzünde yıldızlar, uzakta muhtemelen açıklarından geçtiğimiz Göteborg’un göz kırpan ışıkları, sesizce süzülen gemi ve gittikçe daha kuzeye çıkan, bir başka bilinmeze doğru ilerleyen bizler….
oslo-5-gun-city-centervigeland
kronborg-sarayi-danimarka-helsingor