Çocukla Geziyorum

OSLO-7.gün BERGEN

19 Kasım  Cuma 2010

Otelimiz aslında biraz iş camiası tarafından tercih edilen bir otel ama yine de çok beğeniyoruz. Eski limandaki, eski bir binayı otel olarak restore etmişler ve iç dekorasyonunu da, konforlu şık bir malikanenin  modern dönem iç mimari anlayışı ile kombine etmişler.

Kahvaltı, bu otelde de aynı mükemmellikte. İş için gelmiş olan takım elbiseli gençler ile şık kıyafetli hanımlar yan masadan bizim tabaklara, önce kaçamak olarak, biz abartının boyutlarını zorlayınca da aleni bir şekilde bakarak, yediklerimiz hakkında konuşuyorlar. Ne yapalım biz sabahları yemek yemeyi seven bir milletiz. Birde demleme çay olsa bizi zorla çıkarmaları gerekecek kahvaltı salonundan.

Dün, doğanın bahşetmiş olduğu erişilmez güzelliklerden sonra, bugün  fiyortların başkenti olarak kabul edilen Bergen ‘i gezeceğiz. Daha önce belirtmiş olduğum gibi aslında fiyort  turları için Bergen’ de kalıp, ülke coğrafyasını buradan tanımaya başlamak daha doğru. Bergen ‘in güneyindeki Stavanger ile kuzeyindeki Alesund ve Trondheim şehirleri ise, başka bir gezi konusu.

Dışarı çıkınca pırıl pırıl güneşli bir hava bizi karşılıyor. Otel, ‘’Bryggen ‘’adı verilen ve Unesco Dünya Mirası  Koruma Listesi’ne alınmış tarihi limanın yanında. ( Vӓgen Limanı )Şehrin, büyük yolcu gemileri ve cruise gemilerinin yanaştığı ayrı bir limanı daha var.

Bryggen boyunca yürürken, masmavi gök ve berrak bir havanın ışığında, koyu canlı renkleri ile devrilmemek için birbirine dayanmış gibi görünen, 3 katlı, üçgen çatılı, dünya tatlısı dizi dizi evlere hayran oluyoruz. Bu bir düzine gibi görünen ama arkalarında devam eden evler grubu, ’’Hanseatic ‘’ yapılar olarak adlandırılıyor.

Öte dünyadan gelip, bu limana sıkışmış, yabancısı oldukları dünyamızda, korkarak birbirlerine sokulmuş 20 orman cini gibi görünüyorlar. Böyle bir oluşuma sahip ülkeden, ‘’Peer Gynt – İbsen ‘’ gibi bir hikayenin çıkmasına şaşmamak gerekiyor bu durumda.

Fotoğrafları eğri çekmiş olduğum sanılsa ya da eğrilik fotoğraf yıkılması gibi algılansa da, aslında fotoğraflar direkt gerçeği yansıtıyor. Evler eğri. Öyle ki, öğleden sonra, alışveriş için birine girince, yüksek astigmattan dolayı düz olmayan çizgiler,  düşme raddesinde başımı bergendöndürüyor. Kapı da, eğimden dolayı bıraktığınız anda elinizden  kayıp gittiğinden, çarpmaması için ciddi hızlı hamle yapmak gerekiyor. Yüksek sezonda bu yapıların önü, masalarla dolu bir dinlenme ve yemek yeme alanı.

Yapıların sonuncusundaki Hanseatiske Museum ‘da erken 18.yy. hayatında,  ev ve iş yaşamı hakkında bilgi sahibi olunabiliyor. ’’Hanseatic ‘’ sözcüğü, kuzey ülkelerinin, ticari Hansa birliği kurdukları dönemden kalma.

Limanın bitiş noktasında, civardaki çeşitli adalara ulaşımı sağlayan feribotların kalktığı iskele var. Yöresel fiyortlar, Bergen Liman bölgesi, Sognefjord ve karşı adalara giden turlar mevcut ama mevsim itibarı ile turistik amaçlı geziler bitmiş . ( www.bergen-nordsightseeing.no )

Terminalin arkası ise  ‘’Fish Market ‘’ , balık pazarı. Enteresan olan, bir iki balık satıcısının tezgahının olması değil sattıkları ürünler. Envai çeşit yenilebilir deniz canlısı, hatırı sayılır şekilde büyümüş olarak mevcut. Canlı ve taze balık yok gibi.

Yabancı olduğumuzu anlayınca oldukça ilgi gösterip, farklı şekillerde tütsülenmiş somon çeşitlerinden tattırıyorlar. Baharatlar ile hazırlanmış olanın tadı, beni mutlaka almalısın mertebesinde.

Dikkatimi çeken siyaha yakın koyuluktaki etin ne olduğunu sorunca, ‘’Whale ‘’olduğu söyleniyor. O kadar alışık olmadığım ve beklemediğim bir kelime ki balina demek olduğunu bir de Çağan’a teyit ettiriyorum kendimden şüphe duyarak. Tatmamız için uzattığında ise, heyecanım damağıma konsantre olmamı engelliyor ve sadece ispirtomsu bir tat aklımda kalıyor. Benim için balinanın tadından ziyade, Moby Dick hikayesi ile büyümüş biri olarak, balina etinin tadına bakmış olmak daha önemli çünkü.

Norveç’liler için doğal yaşamın bir başka lezzeti olabilir ama, bizim hayatımızın önemli bir deneyimi oluyor, yaşadığımız coğrafyada, resimlerden ve belgesellerden başka görme olanağımızın olmadığı bu canlıların eti.

Koyun karşı tarafından devam ediyoruz limanı dolaşmaya ve Strandkaren Caddesi boyunca ilerliyoruz. Bu cadde, turizm sezonunda gezi teknelerinin kalktığı bölge. Cadde üzerinde, sadece kurutulmuş ringa balığı yapan dükkanlar ilgimizi çekiyor. Bergen, tarihte de kurutulmuş ve tütsülenmiş balık ticaretinin merkezi. Bu balıkların hala Norveç ekonomisinde ve halk yaşamında önemli yeri var.

Artık tam karşımızda kalan Bryggen’in, üçgen çatılı rengarenk evleri ve geride fon oluşturan yeşil tepelere sıralanmış daha açık renkli konutlar, fotoğrafçılar için güzel kareler sunuyor.

Nykirken Kilisesi’nin önünde yer alan Nykirkekaren ve Munkebryggen iskelelerinde demirlemiş gemilerin üzerinde , ‘’Whale Safari ‘’( Balina Safarisi ) ilanlarını görünce anlıyoruz ki bizim bu şehire tekrar gelmemiz elzem.

Liman girişinin ucundaki burunda ‘’Akvariet ‘’, Bergen Akvaryumu var. Çocuklar biraz eğlensin ,birazda ısınalım diye burayı ziyaret ediyoruz.( www.akvariet.no ) Küçük bir yer olmasına rağmen çocuklar için eğlenceli oluyor. Özellikle güneşi görünce kıpırtısız demlenen penguenler ile doldurulmuş vahşi hayvanlar bölümünde bayağı eğleniyoruz.

Balina safarisi gemilerinin demirlediği iskeleden  ( Munkebryggen ) küçücük bir tekne, karşı kıyıya yolcu taşıyor. Böylece, Vӓgen Körfezi‘ni, birde denizden enine geçme zevkini yaşamış oluyoruz ve otelin tam önünde iniyoruz.

Otelimizin yanında bulunan, ’’Hakonshallen ‘’i gezmeye geliyor sıra. Burası kral Hӓkon Hӓkonsson ‘un oğlunun düğünü için 1247-1261 yıllarında yapılmış bir yapı. Ne bir saray ne de bir kale büyüklüğünde olan bu yapı, 13.yy.da krallığın en önemli kraliyet binası olduğu gibi en büyük yapısıymış da. Özgün bir karaktere sahip yapının basitliği, Vikingler ve sonrasındaki halkların, yaşadıkları coğrafyanın ağır koşullarından dolayı, Avrupa anakarası halklarına göre daha az zenginleşmiş olduklarının göstergesi.

Kısaca gezmeden önce resepsiyondaki görevli hanım, hangi dilde broşür istediğimizi sorup her müzede yaptığım gibi Türkçe isteyince yanıtıma afallıyor. Ben de, bir kez daha, yine bir resepsiyon görevlisine, dil seçenekleri koşunda eziyet etmenin hazzını yaşıyorum.

Yedi dilde seçenek olduğunu ama Türkçe olmadığını söyleyince, kalabalık ve gezmeyi seven bir millet olduğumuzu anlatıyorum. Bir işe yaramayacağını bilsem de her fırsatta bunu yapmayı sürdürüyorum. Turistik amaçlı gezen her Türk’ünde aynı şekilde davranması gerektiğini, ısrarla Türkçe dil seçeneği istemelerini ve artık Türk turizm yetkililerinin de bu
konuda bazı girişimlerde bulunmaları gerektiğini düşünüyorum.

İyi niyetli bir kızcağız olduğu için fazla üstüne gitmeyip, kuzey dillerinde ‘’iyi evlat ‘’ anlamına gelen Hӓkon’un Salonu’nu  kısaca geziyoruz. Bizdeki Hakan adının da aynı kökenden geldiğini tahmin ediyoruz.

Bryggen’i tekrar geçerek Fish Market’in bulunduğu meydana geliyoruz ve daha önce yiyerek beğenmiş olduğumuz Peppes Pizza’nın Bergen şubesine dalıyoruz, gönlüm buralara gelince illaki deniz ürünü yemeliydim desede. Ama maliyeti ve zamanı hesaplı kullanmak durumundayız.

Peppes Pizza’nında bulunduğu Vetrlidsallm Sokağı’nın yukarısında bulunan  ‘’Floibanen‘’   fünikülerine( www.floibanen.no )binerek  Floyen Tepesi’ne çıkıyoruz. 360 derece müthiş bir manzara bizi karşılıyor. Bergen Liman bölgesi, karşıda adalar, Norveç Denizi, Bergen’in çift girintili sahili, şehir dokusu, içlere doğru döndükçe küçük göl ve daha arkalara girmiş deniz panoramik olarak kendini sunuyor.

Bergen, güzel bir küçük şehir. Bazı şehirler ilk görüşte nedenini anlamaya fırsat bulamadan hoşunuza gider ya Bergen ‘de o şehirlerden. Deniz ile içi içe olması bir sebep olabilir, ortaçağ öncesinde başkent iken sonradan arka planda kalmış olması acıma ve haksızlık hissi yaratmış olabilir, çok rahat ulaşılabildiği için sahibi imiş gibi görünen Sognefjord ile Hardengerfjord ‘un görkemi Bergen ‘e bir üstünlük veriyor olabilir, sevmek için sadece Bryggen başlı başına bir öğe olabilir. Düşününce fark ediyorum ki Bergen ‘in benim hoşuma gitmesindeki sebep , ‘’yoluna gidiyor olması’’.

Tepeden şehre  bakınca daha net görülüyor, kendi düzeni, kendi kurgusu, kendi kuralları var. Gördüğüm büyük şehirlerden de karasal Orta Avrupa şehirlerinden de farklı ve Bergen hiçbirini umursamıyor, hiçbiri ile yarışmıyor ve hiçbirine özenmiyor. Kendi bildiği şekilde, kendi yoluna gidiyor.

Dönüşte fünikülerden inip, Bryggen’ in üst yamacına paralel  sıralanmış dar sokaklarda dolaşarak birazda Bergen’lilerin yaşam alanlarını keşfetmiş oluyoruz. Çoğu ahşap, tekdüze, iddiasız, abartısız, gösteriş veya rant uğruna, düzene aykırı düşmemiş evler.

Fish Market’in bulunduğu meydana inince, bu kez de tam karşı tarafa yönleniyoruz. Fish Market’ ten , Radhus ( Belediye Binası ) ‘a kadar olan bölgedeki küçük sokaklar, dükkanlar ile dolu ama asıl Torget Caddesi’nin devamındaki Torgglimenningen yaya caddesi ana alışveriş aksı. Bu caddeye dik açılan sokaklarda da çeşit çeşit mağazalar, çok şık elbiselerin bulunduğu butikler, restoranlar, kafeler v.s. bulunan hareketli ve canlı bir bölge.

Fazla zamanımız kalmadığı için tekrar Bryggen’e gelip, kısa bir hatıra alışverişi sonrası  otelimizin önünden kalkan havaalanı shuutle’ına biniyoruz. Tren ile Oslo’ya dönüş, en az 6,5 saat sürdüğü için zaman kazanmak adına, yerel iç hat uçuşunu tercih ettik. Norwegian Airlines bilet fiyatı, erken bir tarihte alınca, neredeyse tren bileti fiyatına geliyor. ( SAS pahalı )Dolmuş misali, her saatte bir Bergen ‘den Oslo’ya uçuş var ve uçuş süresi de sadece 1 saat .

Heyecanlı insanlar olduğumuz için yine havaalanına erken gelmiş oluyoruz. Ülkenin her yerine uçuş yapılan Bergen Havaalanı, ciddi kalabalık. Oyalanmak için, Norveç abur cuburları ve su almak  ( Freia çikolataları yerel bir ürün ve hem hafif hem lezzetli  ) üzere bir dükkana girince  ‘’Abi ,Türk müsünüz ?’’ cümlesi ile karşılaşıyoruz. Dükkanda çalışan Ankaralı Sedat şaşkın, biz şaşkın. Buralara ( Bergen Havaalanı ) pek Türk gelmediğini, ne işimiz olduğunu soruyor. Bergen ‘in Norveç ‘in en güzel şehri olduğunu ama ülke çok soğuk olduğu için kışın insanların pek dışarılarda dolaşmadığını anlatıyor.

Yemek ile ilgili bir yerde illaki bir Türk ile karşılaşıyor olmak, Türk Milleti’nin adını dünyaya bu yolla duyurması gerektiğinin bir göstergesi mi acaba ?

Tam zamanında kalkan uçak bir saatte sorunsuzca Oslo’ya iniyor ve hızlı trenle şehire 10 dakikada ulaşıp bizi bekleyen otelimize kavuşuyoruz. Bergen ‘e ve Bryggen ‘e, Norveç’ li yazar İbsen’ in ölümsüz eseri  Peer Gynt için, Bergen doğumlu büyük kompozitör Edward Grieg tarafından bestelenen müzikler zihnimizde çalarken veda ediyoruz….

Hayat, inşallah Bergen’e tekrar gelme, balina safari yapma, fiyortları tekrar görebilme ve Norveç deniz ürünlerini tatma  fırsatını verir…

danimarka-norvec-kasim-2010

oslo-8-gun-bygdovakerhus

bryggen-norvec-bergen

bergen

 

 

Paylaşın: