Çocukla Geziyorum

TRABZON – 1.gün SÜMELA MANASTIRI

sumela-manastiri-5[1]

17 Mayıs Cumartesi 2014

Trabzon, Sümela Manastırı, Vakfıkebir Ekmeği, Trabzon Müzesi, Akçaabat

Sabahın 06.00’sında Trabzon’a uçak 8920952Akcaabat-Trabzon[1]koymuşlar. Karadenizlilerin aceleci, tez canlı olduklarını biliyorum ama 06.00’da uçmak da biraz erken geliyor hepimize. Yiyeceğimizi hayal ettiğimiz pidelere yer açmak için uçağa binmeden fazla bir şey atıştırmıyoruz ama erken kalkmanın sonucu uçakta uyuklayınca  hain hostesin uyandırmaması üzerine kahvaltıyı da alamamış oluyoruz ve midede yer kalsın derken tamamen boş kalıyor. Yaşlanmışız galiba artık.

Uçakta genç aileler çoğunlukta ve çoğunun 10 yaş altı çocukları var. Bir ailede sürekli yüksek sesle konuşan çocuklara ‘’biraz sus başkalarını rahatsız ediyor olabilirsin’’ demiyor. Genç ebeveynlerde çocuk beni rahatsız etmediği sürece başkasına ne yaptığının önemi yok bencilliği var, uçakta çocuklu olmayı, her türlü rahatsızlığı yapmaya kendilerine hak gibi görüyorlar.

Trabzon

sahh__l_1252939718[1]Uçak, Karadeniz’deki sıradağların üzerinden, kıyıya paralel seyrediyor. Trabzon’a doğru yaklaştıkça camdan Karadeniz gerçeğini daha iyi algılayabiliyoruz. Dağlar tahminimden engin, Anadolu’nun içlerine doğru uzanan bir tepeler silsilesi olarak devam ediyorlar. Yer kabuğu oluşurken, kırılıp kıvrılmamış, kırışmış demek daha doğru.

Düz ovalıklarda alıştığımız dairesel formlu toplu yerleşimler söz konusu değil. Dağların tepe kıvrımlarında ince bir hat olarak sıralanmış evler ya da yamaçlara geniş aralıklarla dağılmış tek tük konutlar göze çarpıyor. Sanki Karadeniz’in dalgaları kıyılardaki şehirlere vurmuş ve evleri kum taneleri gibi tepelere savurmuş. Tek tek serpiştirilmiş pıtır pıtır evler.

1trabzon_merkez_13[1]Önce tepeden gördüğümüz Trabzon elbette büyük bir şehir ama yine alışıldığı üzere bir nehir ağzının oluşturduğu düz deltada değil, dağların nispeten alçaldığı bir mevkide konumlanmış. Geniş düzlükler ancak havaalanının da yapılmış olduğu, tüm Karadeniz sahilini kıyıdan paralel kat eden Karadeniz otoyolu ile şehir arasında denizin doldurulduğu alanlar. Arazi kıtlığından dolayı şehir, artan nüfus ile beraber yüksek katlı bloklarla dolmuş kaçınılmaz olarak.

Denizin doldurulduğu bir konumda yapılmış olan Trabzon havaalanı küçük ama her saat başı bir uçak kalkıyor, ağırlıklı olarak İstanbul ve İzmir’e. Hemen yanımızdaki Karadeniz’i, sakin ve pırıl pırıl trabzon[1]güneşli havada parıldayarak pürüzsüz görmek hayal kırıklığı yaratıyor. Şanına değer bir kızgınlık görmekti niyetimiz.

Trabzon, Karadeniz sahili ile Zigana Dağları arasında, antik çağdan beri varlığı bilinen bir yerleşim. Şehrin kuruluş tarihi MÖ 756. Merkezinde bugünkü Lazların(Tzanlar) ataları olan Kolhislilerin yaşadığı Trabzon, Antik çağ ve sonrasında Zigana geçidi üzerinden Ermenistan ve Euphrates civarında üretilen ticari malların takas edildiği ticaret merkezi ve bir liman özelliğindeymiş. Pontus İmparatoru Mithridates’in Roma İmparatorluğu ile giriştiği bir dizi savaşı IMG_3890kaybetmesinin ardından Anadolu topraklarının yanı sıra Trabzon’da Roma hakimiyetine girmiş. İstanbul’un Latinler tarafından işgali üzerine Komnenos ailesi, Trabzon’a sığınarak 1461 tarihine Osmanlı fethine dek sürecek bağımsız bir krallık (Trabzon İmparatorluğu) kurarak, kendilerini Roma İmparatoru ilan etmişler. İstanbul’un fethinden sekiz yıl sonra da şehir,  (1461) Fatih Sultan Mehmet tarafından Osmanlı hakimiyetine alınmış.

Karadeniz’e paralel olarak Rize yönünde bir 10 km. gittikten sonra geldiğimiz Yomra ilçesindeki otelimize ulaşıyoruz, Novotel Trabzon.  Dünya Ticaret Merkezi ve Cevahir Outlet sümela trabzonCenter arasında, deniz kenarında güzel bir mevkide, 3-4 yıllık yeni bir otel. Novotellerin iki çocuk uygulamasından yararlanacağımız son senemiz ve dibine kadar kullanmaya niyetliyiz.

Rahat gezebilmek için araba kiralamış durumdayız ama Trabzon içinde tüm turistik noktalara rahat ulaşımı sağlayacak minibüs hatları mevcut. Otelinde şehir merkezi ve havaalanına düzenli servisleri bulunuyor.

Sümela Manastırı

Sümela Manastırı’na Maçka ilçesi üzerinden gidiliyor. D885 karayolu aynı zamanda Trabzon’u Gümüşhane, Bayburt üzerinden Erzincan, Erzurum’a bağlayan yol. Maçka’ya kadar her 50 mt. de bir koca yuvarlak cüsseli Vakfıkebir ekmeklerinin satıldığı fırınlara ve tepelerin olur olmaz yerlerinde yapılmış dağınık konutlara bakıp bakıp şaşkınlığımızı saklayamıyoruz. Yerleşim, nasıl ve nerden çıktıklarına akıl sır altındere trabzonerdiremediğimiz zirve noktalarda, yamaçlar doğal floraya terk edilmiş ki büyük olasılıkla sebep yamaçları yalayan yağmur sularından kaçınmak.

Adını sıklıkla duyduğum Trabzon’un Maçka ilçesinin merkezini daha büyük bekliyordum ne yalan söyleyeyim ama şimdi Karadeniz’i tanıyınca yan yana 10-15 bloğun sıralandığı, iki üç paralel sokaktan oluşan bir toplu yerleşimin aslında ne kadar büyük ve önemli olduğunu anlıyorum. Trabzon’a 30 km. uzaklıktaki  26.000 kişinin yaşadığı, 365 mt. yüksekliğindeki ilçe merkezinden Coşandere yönüne sapıyoruz.

sümelaMaçka’dan devam ederseniz Zigana Geçidine gidilebiliyor. Maçka ilçesinde Kuştul, Vazelon ve Sümela olmak üzere üç ayrı manastır bulunuyor, Sümela dünya çapında bir üne sahip.

Trabzon’dan denize dökülen dereyi takip ediyoruz aslında. Ve Coşandere köyünden sonra, bu dere yolunu takip etme konusu kendini iyice ortaya çıkarıyor. Tepeler daha bir sıklaşıp kapanıyor ve zahmetli bir yol ile dere kalıyor geriye.

Altındere mevkiinde geldiğiniz tur otobüsleri veya sümela trabzonminibüsleri terk etmek durumunda kalıyorsunuz çünkü bu noktadan sonra yukarı çıkan yol sadece ufak binek araçlarının geçebileceği kadar dar, tek şeritli bir yol. Altındere’de bıraktığınız tur otobüslerinin yerine yürüyerek yada bu noktadan manastıra servis yapan daha küçük yerel minibüslere binerek çıkabiliyorsunuz. ( 300 mt yükseklik )

Tek şerit yoldan ürkerek çıkıyoruz ve karşılıklı iki araç gelince de durup birbirimize yol veriyoruz. Stresli bir 3 km. oluyor. İyice dikleşen yamaçlarda dere gittikçe artan bir coşku ile akıyor ve yer yer şelaleler oluşturuyor.

Maçka’ya 17 km. mesafede Altındere Milli Parkı içinde yer alan Sümela Manastırı ilk olarak 4yy.da Atinalı iki keşiş tarafından mevcut bir mağara genişletilerek yapılmış. 6. Ve 13.yy.da ise daha da genişletilmiş. Adını siyah anlamına gelen ‘’melas’’ sözcüğünden aldığı söylenen manastır, Meryem Ana’ya ithaf edilmiş.

sümela trabzonDoğu Karadeniz’in Türk egemenliğine girmesi ile Osmanlı, manastırı koruyarak çeşitli imtiyazlar vermiş. 18.yyda fresklerle süslenmiş, 19.yy da büyük binaların ilave edilmesi ile manastır en zengin dönemini yaşamaya başlamış. I.Dünya Savaşı Rus işgali sırasında manastıra el konmuş ve 1923’ten sonra tamamen boşaltılmış.

Sümela Manastırında ana kilise, şapeller, mutfak, fırın, öğrenci odaları, kütüphane, muhafız odası, misafirhane ve bir kutsal ayazma bulunuyor. ( su )Manastıra su getiren su kemerinin büyük bölümü  yıkılmış.

sümela trabzonManastır giriş noktasında park edip, bilet aldıktan sonra yaklaşık 15 dakika süren mecburi bir tırmanış başlıyor. Ziyarete gelen çok, özellikle üniversiteli gençler çoğunluğu oluşturuyor. Neredeyse Türkiye’nin her yerinden insan var. Hoşumuza gidiyor bu Türkiye karması.

Yamaca paralel bir orman içi yoldan ilerliyoruz öyle ki pek çok yerde ağaç kökleri yolu kapatmış, merdiven niyetine kökleri kullanıyorsun. İnce bir tını olarak başlayan kemençe sesi yolda ilerledikçe sebebini açıklıyor. Karadenizli amcalar yolda oturmuş kemençe ile Karadeniz ezgileri çalıyorlar. Keman gibi yaylı çalgılar ile akraba olduğu sanılan, bir yay aracılığı sümela trabzonile çalınan üç telli bir çalgı bu ve seslerin metalik tınısı, ezgilerin hızı ile birleşince ister istemez insanda bir titreme ve tepinme duygusu oluşturuyor. Bu da Horon adı verilen Karadeniz bölgesi geleneksel halk danslarının temelini oluşturuyor. Hayatta her şeyin bir nedeni ve sonucu var. Kemençenin ince metalik sesleri, Karadeniz insanının hızlı ezgileri ile birleşince hareketli, titremeli ve ayakların sertçe yere vurulduğu halk danslarını doğurmuş.

Genellikle hep sisli puslu olduğu söylenen bu yaylalar şansımıza pırıl pırıl güneş altında ve oldukça sıcak. Toz, toprak ve ter içinde kalıyoruz ancak etrafımızdaki doğa o kadar dingin ve çarpıcı ki tırmanmaktan atan kalbimizi sakinleştiriyor.

Dağlar, dik ve sık, aralarında açıklık, yamaçlarında düzlük yok. Sadece rüzgarın yaladığı tepeler biraz düzce ve buralar yemyeşil çimenlik. Bir an tepelere bakınca evet sümela trabzoninsan kendini İsviçre’nin yeşil çim ekili dağlarında sanabiliyor ama fark, buranın sık ve dik, oranın geniş düzlüklerde olması. Yani dağların boyutlarında fark var.

Sadece bir su akış hattı bulunan dağ aralarında manastırın yerini nasıl bulup keşfettiklerine şaşırıyorsunuz. Elbette çok korunaklı, hatta erişilmez ve görünmez.

Manastırın iç avlusundakiler  ve duvar görevi gören büyük yapılar restore edilmiş. Ancak büyük yapı olan öğrenci odaları ziyarete açık değil. Ana kilise kayalara oyulmuş, ön duvarı inşaa edilmiş ama arka duvarını kayalar oluşturuyor. İçerisini süsleyen fresklerin bir kısmı sümela trabzonkayaların üzerine yapılmış. Hz.İsa’nın hikayesini fresklerde görmek mümkün. En güzel olanı, Hz.İsa’nın bulutların üzerinde olduğunu yani bu manastırı anlatan tasvir.

Yapılar basit ve mimari özellikleri yok. Sümela Manastırını benzersiz kılan da zaten bu yapılar değil, bulunduğu konum. Konumun bakirliği, sonsuzluğun ortasında olduğunuz durgusunu veriyor. Sadece doğayı, ağaçları ve gökyüzünü görebildiğiniz, her gün aynı insanlar ve aynı dört duvar arasında, dünyadan uzak, haberden uzak, aynı şeyleri yaparak yaşamak farklı bir ‘’kabul ediş’’ şekli hayatı. Ya da hepimizin temelde yaptığının en yalın hali.

Erişilmesinin zahmetli oluşu nedeni ile gerçek dünyadan koparılmış oluşundan, kayaların oyularak bir küçük şehir oluşturulmasından ve sunduğu yalın yaşam tarzından etkilenmemek ve kendi fazlalıklarınızı sorgulamamak mümkün değil bu manastırda. Kuruluş işlevini kusursuz yerine getiriyor ve insana bir durup düşünme imkanı sunuyor.

sümela trabzonVakfıkebir Ekmeği

Dönüşte Altındere mevkiinde su kenarı restoranlar cazip görünüyor ama tavsiye üzerine daha ilerideki Coşandere tesislerinde duruyoruz. Genelde tur gruplarını ağırlayan büyükçe bir tesis  burası. Karadeniz yöresel yemeklerinden sunuyor  ancak köfte sert, tel peynir eritilerek yapılan kuymak da peynirden ziyade mısır unu. Karalahana sarması fena değil. En güzeli ise tartışmasız, yörenin sert unundan yapılarak taş fırınlarda pişirilen, dev gibi toparlak formda, kolay bayatlamayan Vakfıkebir ekmeği.

coşandere trabzonYaylalarda hayvancılıkla uğraşan ve yaylaya çıkan ailelerin 2-3- gün süren yolculuğu boyunca yanlarında bulunması için bu boyutta yapılmış ve bayatlamaması sağlanmış. Vakfıkebir ekmeği dünya çapında bir coğrafi işaret sahibi diye biliyorum.

Dönüşte direk olarak Trabzon’un içine gidiyoruz. Eski Trabzon yüksekte ve yamaçlara paralel seyreden Yavuz Selim Bulvarı ile Karadeniz otoyolu arasında kalan bölge. Atatürk Alanı ( meydanı değil alanı )na açılan yaya caddeleri Uzun Sokak ve Kunduracılar Caddesi, merkez çarşı sokakları. Sayılı birkaç otelden Zorlu Otel’de bu bölgede bulunuyor.

Laz Böreği

Uzun Sokak üzerinde bulunan Palet Cafe &Bistro’da yemeğin DSC_0295[1]üstüne cila olması için bir ‘’Laz Böreği’’ yiyoruz. Adı börek olsa da Laz Böreği aslında şerbetli bir tatlı. Geçmişi 1900’lü yıllara dayanan Lazların düğün bayram gibi önemli günlerde yaptıkları, baklava hamuru arasına muhallebi konarak üstüne şerbet dökülmesi usulü  yapılan nispeten hafif bir tatlı.

Üstüne koydukları sade dondurmayı da beğeniyoruz. Rengi koyu sarı olduğu için ballı sanıyoruz ama sahibi sütü fazla kaynattıkları için bu rengi aldığını söylüyor. Ucu sivri ve düşük kemerli burnu ile karakteristik Karadenizli olduğunu belli eden pastanenin sahibi yabancı olduğumuzu anlayınca ‘’Trabzon’u inşallah beğenirsiniz ’’diye söze girerek, kendisinin de İstanbul’dan gelin almak üzere hazırlık yaptığını  ve bu sene kar vurduğu için fazla fındık olmadığını anlatıyor, ‘’C’’ harflerinde zoraki bir doğallıkla vurguyu saklamaya çalışarak.

Akşam için yemek yenecek adres sorduğumuzda, bütün fırınların üst katında pide yenebildiğini ama pidecilerin akşama kalmadığını, kalkan gibi balıkların yerel halka pahalı geldiği için genellikle İstanbul ve Ankara’ya gönderildiğini, insanlarında neredeyse tüm Anadolu trabzon müzesikasabalarında olduğu gibi daha ziyade evde yemeğe alışık olduklarını, bu nedenle fazla yemek yiyecek yer olmadığını anlatıyor.

Trabzon Müzesi

Pastaneden çıkınca kapanmadan hemen yan sokaktaki Trabzon Müzesi’ne gidiyoruz. 1900’lü yıllarda Banker Kostaki tarafından yaptırılan konak, daha ilk görüşte farklı olduğunu belli eden İtalyan mimarisi ve çoğu İtalya’dan getirildiği söylenen yapı malzemeleri ile sizi etkisine alıyor. Bankerin iflas etmesi ile konak, önemli ve köklü bir aile olan Nemlioğlu ailesine geçmiş. Milli Mücadele yıllarında karargah olarak kullanılan yapıda, 1924 yılında Atatürk Trabzon’a geldiğinde kalmış. Cumhuriyetin ileriki yıllarında ise yapı kamulaştırılmış.

Zemin + iki kattan oluşan yapının içerisine epik mimari hakim. Ülkenin sayılı sivil trabzon müzesimimari yapılarından olan konağın tüm kat duvarları, rokoko etkisi ile yapılmış kalem işi süslü. Simetrik olmayan düzensiz bir yapı ve  giriş kattaki Rokoko, Art-Neo tarzı limonluk ile üst kattaki cihannüma ( kubbe biçiminde her tarafı camlı oda ) konağı eşsiz kılıyor.

Müze kapasitesi olarak oldukça zayıf olsa da asıl değerli eser olan konağın kendisini görmek daha önemli diye düşünüyoruz.

Akçaabat

Akşam için, Akçaabat sahilinde yer alan birkaç tane lüks restorandan Körfez Metin’e gidiyoruz. Trabzon eski şehir yerleşiminden sonra, yeni ve karadenizmodern şehir Akçaabat’a doğru yapılanmış ve özellikle bu şeritteki sahiller oldukça güzel düzenlenmiş. Akçaabat, Trabzon’a 13 km ve en büyük ilçe ama artık şehir ile birleşmiş.

Trabzon’da yemek yenecek en güzel yerler Akçaabat sahilinde yer alıyor. Belli mesafeler ile sıralanmış bu restoranlar Nihat, Körfez, Kolcuoğlu v.s. Yaylalarda yetişen hayvanların yumuşacık etine, ekmek ve sarımsak eklenerek yapılan Akçaabat usulü köfte bu bölgeyi yemek konusunda tercih edilir yapmış.

Bütün restoranlar köfte-balık-tavuk üçlemesi ile çalışıyor çünkü meze diye bir şey yok. Pilav, salata, kuymak ( mısır unu erimiş peynir- mıhlama  ) , kaygana ( karalahanalı krep ), turşu kavurması ( fasülye turşusu) ve yiyeceğiniz hayvan çeşidi. Balığın, özellikle hamsinin mevsimi geçti deseler de illaki tatmak istediğimiz barbunya çıtır çıtır, körpe ve kum kokusu olmayan leziz bir tatta öyle ki köfte yedikten sonra bir tane daha barbunya yiyoruz.

Karadeniz’e gelmişiz bize çiftlikte yetişen levrek yada çipura tavsiye ediyorlar ki bence bunu kendilerine hakaret kabul karadeniz kuymaketmeliler. Ancak dediğim gibi balıkların büyük şehirlere gönderilmesi nedeni ile barbunya ve mezgit dışında balık bulmak imkansız deniyor. Karides, kalamar gibi mezeler ise zaten yok. Bu nedenle balığın mezesi olarak köfte, köftenin mezesi olarak balık yeniyor. ( laz kafası bu olmalı ) Ancak sebzeli Akçaabat köftenin de, hafif yapısı nedeni özel bir lezzet olduğunu belirtmeliyim.

Garson yabancı olduğumuzu anlayınca bütün mevcut Karadeniz spesiyallarini dolduruyor ve yemeğin üstüne de fındıklı dolama tatlısı ikram ediyor. Yiyemeyiz desek de çok hafif olduğu için, daha garson masadan uzaklaşmadan birer ikişer bitiriveriyoruz.

Çayları ise biraz açık demek gerekiyor yoksa zehir gibi koyu getiriyorlar. Herhalde doğar doğmaz çay içemeye başlayan Karadenizlilerin çay tercihi oldukça demli. Yanında getirilen şekerler sert ve büyük, genelde kıtlama yapmaya yönelik.

DSC_0303[1]Neden alkol olmadığını sorduğumuzda garsonun yorumu Karadeniz insanını özetliyor ‘’bizim halkımız su ile bile sarhoş olur, bize alkol yaramaz’’. Telaşlı, fevri  hatta kavgacı, Karadeniz gibi ani kabarıp sönen Karadeniz insanının iyi anlatıyor bu cümle.

Yarın inşallah hava kapatır umudu ile otele dönüyoruz. Karadeniz’de güneşi ne yapayım, güneş istesem Ege’ye, Akdeniz’e giderdim. Kızgın dalgaları, yağmurun coşkusunu görmek istiyorum ben…. Gözüm yavaş yavaş yaklaşan bulutlarda heyecanla yarını bekliyorum…

trabzon-2-gun-uzungol

trabzon-3-gun-ayder

trabzon-4-gun-karpi-pide

 

sumela-manastiri

trabzon-gezilecek-yerler

sumela[1]

Paylaşın: