Çocukla Geziyorum

ULUDAĞ – Şubat 2011

Pazar ,Pazartesi, Salı, Çarşamba, Perşembe

 Uludağ, Bursa ilinde, Türkiye’nin en tanınmış ve en eski kayak merkezlerinden biri. Otel ve gece eğlencesi bakımından da çok çeşitli alternatifler sunabiliyor.

Sömestre gelince, kayağa meraklı olanların dilinde dolaşan bir geyik vardır, yurtdışında kaymaya gitmek yurt içinde kaymaktan daha ucuz diye. Benim de hemfikir olduğum bir gerçek olmakla birlikte, Çaka yeni başladığı için yabancı dil faktörü demoralize edici bir etken oluştursun istemiyoruz ve yurt içini, nispeten hesaplı olarak da Uludağ 2.bölgeyi tercih ediyoruz.

Uludağ, büyük bir dağ olduğu için yaylaları var. Kirazlı Yayla ve Sarıalan Yaylası aynı zamanda teleferik durakları olup, halkın günübirlik geldiği mesire yerleri. Ancak artık bu sistem, daha aşağılarda, şehir manzarası seyretmek amaçlı kurulmuş cafeler ve kuzu tandır lokantalarına terfi etmiş. İlkbaharda daha keyifli olabileceğini düşünerek, yol boyu uludağçıkarken rastladığımız bazı güzel yerleri not ediyoruz.

Sarıalan’a kadar, kar kendini göstermiyor. Uludağ Milli Parkı’nın girişinde, ciddi bir giriş sırası bekledikten sonra, zayıf bir örtü olarak kar ve bulunduğu yerde toplaşıp mangal yapmaya çalışan kalabalık ile sınırlı karı idareli kullanıp imece usulü kardan adam yapan çocuklar, karşımıza çıkıyor.

Eskiden milli park kapısında, kar yoğunluğundan, jandarmanın beklediğini ve zincir taktırmadan hiçbir aracı yukarı yollamadığını hatırlıyorum.

Bu noktadan sonra, zirveye neredeyse sadece 4 km. kalmışken duruyoruz. Önce kaza oldu sansak da, sonradan, Pazar günü trafiği olduğu anlaşılıyor. Pazar günü gezmeye gelenler, tur getiren otobüsler, yolcu taşıyan minibüsler, park etmeye çalışanlar, insan kalabalığını ezmemek için ilerleyemeyen araçlar ciddi bir trafik oluşturuyor ve 4km.lik yolu yaklaşık bir saatte çıkınca anlıyoruz ki, Pazar günü,Türkiye’de bir kayak merkezinde kayılmayacağı gibi, bir kayak merkezine ulaşmaya da çalışmamak gerekiyormuş.

Allahtan çıkmaya başlamadan önce, otogarda durup, Bursa’nın ve iddia ederim ki Türkiye’nin en en güzel iskenderini yapan Uludağ Kebapçısı, Cemal-Cemil Çalışır Kardeşler’ de durup  1’er buçuk İskender yemişiz de, açlıktan kaynaklanan stres yok.

Söylene söylene nihayet ulaştığımız otel, ilk görüşte hoşumuza gidiyor.(Alkoçlar Zone 2 ).Fazla büyük olmamasına rağmen şık, modern, temiz ve rahat.

Trafik yüzünden iyi vakit kaybettiğimiz için bugün kayma fırsatını kaçırıyoruz. Kar geçen hafta yağmış, şu an için hava pırıl pırıl. Bu arada gelmeden önce baktığımız kar kalınlığı sadece yolun kenarına yığılan öbeklerde 1.00 mt.Ertesi gün için gerekli kiralamaları yapıp , spa ve atari salonlarına dağılarak, yorgunluk atıyoruz.

Akşam yemeği gibi sabah kahvaltı da gayet yeterli, hatta peynirler, sömestre de hizmet veren bir otele göre  oldukça kaliteli.

Çaka’yı hocaya teslim edip, bizde pistlere atıyoruz kendimizi. 2.Bölgede şimdilik dört otel var ve hepsinin önünde  lift çıkışları var. Bu çıkışlar mavi pist ( kolay pist ) kategorisinde. Bu nedenle çocuklu ailelerin, öğrenmek isteyenlerin ve okul gruplarının tercih bölgesi durumunda. İlk kademe teleskiler aynı noktaya ulaşıyor. Bu noktadan Kırkgözler  teleskisi ile, sola aşağı inip Maden pistine yada Beden Terbiyesi Pistine ( kırmızı-zor pist )çıkılabiliyor. Beden terbiyesi ciddi bir pist ve sporcular burada çalışma yapıyorlar ancak illaki oradan kayacağım diyenler için solda kısmen kolayca bir pist alternatifi mevcut. Maden pisti de siyah bir pist ( çok zor pist ) ama kırmızı tarafı orta seviye kayanların genelde tercih ettikleri bir yer.

Snowboardcular için ayrılmış rampalı özel bir pist var ,yani kısmen ayrılar ki bu rahatlatıcı bir şey. Çünkü duramama ve çarpma problemleri oluyor.

Kırkgözler teleskisinin tepe noktasından sağa yani Mandra’ya inerseniz, buradan Gondola’ya binip birinci bölge pistlerine ulaşılabiliyor.Yada Tutyeli ve Belvü pistlerine çıkabiliyorsunuz.

Uludağ’da skipass uygulaması başlatılmış.Otelden alınan tek kartla tüm pistleri dolaşmak mümkün, sadece 1.bölge otel çıkışlarındaki liftler dahil değil.

Kırmızı pistler göz korkutucu gibi geliyorsa, 2.bölgenin mavi pistleri oldukça çeşitli ve dolaşma imkanı veriyor.Yani aynı pistte kayıp sıkılma diye bir durum  yok.

Çaka, yaşıtlarından oluşan  bir grupla kayıyor ve halinden memnun görünüyor. Herkesi bir genellemenin içine sokmanın yanlış olduğunu bilsem de, daha önce geldiğim zamanlardan edindiğim bir intibanın değişmediğini farkediyorum. Uludağ’ın kayak hocaları, artık bu işi yapmaktan o kadar bunalmışlar yada gelen adam o kadar çok ve çeşitli ki yaptıkları işin anlamını kaybetmiş gibiler. Öğrenciyle iletişim kurayım da bir adım fazla attırayım kaygısını taşımıyorlar. Derse geç başlayıp erken bitiriyorlar ve öğrenciyi 3 gün beraberde kaysa dördüncü gün, daha cazip bir alternatif karşısında  başkasına devredebiliyorlar.

Tabii sömestre olunca bir sürü laf dinlemeyen çocuk bezdirmiş de olabilir. Hocamızı beğenmemiş olsak da, kayak yapmanın  ancak çok km. yaparak öğrenileceğini bildiğimizden sineye çekiyoruz.

Kayak odası fazla büyük değil ama çalışanlar becerikli olduğu için, hiç değilse bu noktada sıkıntı yaşamıyoruz.

İlk gün, ilk hevesle, birazda yarına kar erirse hiç kayamayız korkusu ile yükleniyoruz kendimize. Gece sırt, omuz ve bacak ağrısından uyuyamayınca, ikinci gün dozu biraz daha azaltıyoruz. Hava, ikinci gün de o kadar sıcak ve güneşli ki otelin terasında oturup kayanları seyrederken sıcak şarap içmenin  keyfi  olmuyor. Buzlu kola daha iyi gidiyor. Güneştende bayağı haşlanmış durumdayız, yüzümüz gözümüz kıpkırmızı bir hale geliyor.

uludağKarların erimediğine şükrettiğimiz üçüncü gün, akşamüstü kaymayı biraz erken bırakıp, 1.bölgeye gezmeye gidiyoruz. Çağırdığımız taksi, taksicinin her yerde taksici olduğunu gösteriyor ve öyle bir hızla gidiyor ki, karda atv safari yapma hevesimizi tatmin ediyor.

Kısa ama korku dolu bir yoldan sonra, 1.bölge otellerin önündeki alana doğru çıkınca ağzımız  açık kalıyor. Uludağ’da görülmeyi havalı olma unsuru sanarak, burada özellikle fotoğraf çektirenin zeka seviyesine hayret ediyorum. Ne olmuş yılların Uludağ’ına. Nasıl bir kalabalık ( Çarşamba günündeyiz ), nasıl bir gürültü, nasıl bir kargaşa, neresi pist, neresi yol, neresi teleski, nerede yürünür, nerede kayılır…aptalca etrafımıza bakıp duruyoruz.

Teras kafeler ayrı curcuna, bırakın keyif için oturmayı ayakta durulacak gibi bile değil, zaten seyrettiğiniz şeyin de bir anlamı yok. Kayan, kızak yapan, snowboard yapamayıp düşen,

yürüyen, yürüyemeyip kayan, koşan, çocuk gezdiren, yaşlı gezdiren, yerlere yatıp resim çektiren, yerlere yatıp resim çeken, aynı fosforlu t-shırtler giymiş okul gruplarını kaydıran, çikolata sakız satan, kızak pazarlayan, dans eden….ne arasanız hepsi aynı anda aynı yerde. Kar artık siyahlaşmış garip sunni bir hal almış, çocuklar ısrarla yapay bu kar diye tutturuyorlar.

Güya zirveye çıkma planları yapmıştık ama aptallaştığımız için çocuklar kızak diye tutturunca tamam diyoruz. Daha bizimkiler kayamadan, aklı evvel bir anne baba, çocuk eğlensin diye 4-5 yaşlarındaki kızlarını kızağa oturtup salıyorlar aşağı. Çocuk da direkt olarak yol kenarına parketmiş bir mersedese çarparak hem arabanın ön panjurunu, hemde kızağı kırıyor. Genel olarak ortam, böyle bir mantık ve zihniyet hakimiyetinde, her an acemi bir kayakçı, kızak yapan çocukları ezecek korkusu ile ancak bir yarım saat dayanabiliyorum.

uludağOtelin servis minibüsünü  görünce, bir an önce böyle bir ortamdan kurtulabilmek için, kendimizi can havliyle önüne atıyoruz. Aracın çarpma olasılığı daha emniyetli geliyor nedense.

Şoför, 1.bölgedeki otellerin çoğunun ruhsatsız olduğu için yıkılacağını, tüm otellerin 2.bölgeye taşınacağını ve pistlerin uzatılma ihtimali olduğunu anlatıyor. Bu kadar yerinde bir karar olamaz diye düşünüyorum ister istemez. Uludağ’ın fiziki bir değişime, daha önemlisi zihinsel bir gelişime, biraz daha organizasyon ve düzene ihtiyacı olduğu, artık bas bas bağırıyor sanki.

İhtiyacı olan bir başka şey ise kar. Üç gün boyunca güneşte yanıp, sıcakta bunaldıktan sonra, son gün giderayak hava bir anda -4 dereceye düşüyor. Bu seferde donuyoruz. Ama erimeye yüz tutmuş karlar için sevindirici bir soğuk bu .

Artık memleketimde bol karda kayma, soğuktan üşüyüp sahlep içme, kar manzarası önünde şöminede sucuk ekmek pişirme zevkini yaşayamayacağız galiba. Stresli oluyor kar var mı yok mu yağacak mı mevzusu, hele rezervasyonu da ödemeyi de önceden yaparsanız.

Kar garantisi olan kayak merkezlerine mi yönelmeliyiz ?…..

kayak-ocaksubat-2011-turkiye

kartepe-ocak-2011

Paylaşın: