02 Şubat Pazar 2014
Le fornet, Val d’İsere
Bugün Pazar olduğu için çalışan kesimde hafif bir rehavet hissedilse de müşteri, kayak yapanlar ve pistler açısından bakıldığında kesinlikle bir sakinlik söz konusu değil aksine yoğun bir hareket gözleniyor, otelde tamamen dolu zaten.
Bir gün ara verdik bugün kayalım bari diyoruz çünkü dün yağan karın etkisi ile yumuşak bir pistte kaymanın keyfine doyum olmadığını biliyoruz.
Furnival ile Bellevard’a çıktığımızda yoğun bir sis ve hafif bir tipi olduğunu görüyoruz. Görüş mesafesi fazla değil ancak hiçbir pistin kapatılmasını gerektirecek seviyede de değil. Nasıl olsa artık pisti tanıdığımız ve nereye gideceğimizi bildiğimiz için sorun olmaz diye düşünerek kayıyoruz. Kar yeni yağdığı için pistler çok güzel bir kıvamda ama biraz hız yapınca ince sandığınız tipi yüzünüzü haşlıyor. Önümüzde kayanların renkleri sayesinde yolu kaybetmiyor olsak da bazen ani bir bastırmada çukur yada tümseği fark etmeyebiliyoruz. Etrafın yoğun beyazlığı, sis ortamında daha farklı yansıyarak, yolu kaybetmemek için sürekli ileri baktığınızdan, havada kayıyormuş hissi veriyor. Fark etmeyip zıplamak durumunda kaldığınız tümsekler de bu hissi destekliyor.
Bir müddet kaydıktan sonra yine Les Marmottes isimli kafede oturuyoruz ve yanımızda genç beylerden oluşan bir Türk grup olduğunu fark ediyoruz. Val d’Isère’de üçüncü seneleri olduğu için hoşlanabileceğimiz restoran tüyoları veriyorlar ve hiçbir yerin Val d’Isère kadar güzel olmadığını söylüyorlar.
Israrla kaymaya çalışıp, Çaka’nın tipiden yüzü gözü iyice haşlanınca aşağıdaki Lanhes’da da biraz egzersiz yaptırdıktan sonra bugünün öğle yemeği için son tepeye Le Fornet’e gidiyoruz.
Otobüsün durduğu son durak aynı zamanda Fornet teleferiğinin kalkış istasyonu. Le Fornet tarafında oldukça az yerleşim var hatta ıssız bile denebilir. Bu taraf bakir doğa yürüyüşleri için ideal gibi görünüyor. Le Fornet’nin cazibesini arttırmak için Val d’Isère’in Michelin yıldızlı üç restoranından biri buraya yerleşmiş, L’Atelier Edmond. Şef Benoit Vidal’ın yönetiminde olan restoran, istasyonun tam karşısında, modern görünümlü ‘’chalet’’ tipi bir yapıda hizmet veriyor ve tadım menüsü fiyatlarının daha makul ölçüde olması nedeni ile belki bir kez denenmeyi düşünülebilir kılıyor.
Fornet teleferiği kısa bir yükseltiye ulaşıyor ve bu noktadan aşağı inebileceğiniz bir mavi pist ve korku öğesi siyah bir boardercross var.
Tekrar Vallon telekabinine binerek, bayağı bir müddet yatayda seyredip 2762 mt.ye ulaşıyoruz. Sisten görebildiğimiz kadarı ile ne bir ağaç, ne de bir kayanın bulunduğu çıplak kar vadisi, sisin etkisi ile sonsuz gibi görünüyor. Vadi çanağında olduğumuz için her iki istasyonun arası mavi pist, öyle geniş öyle bakir ve öyle sonsuz bir görünüm sunuyor ki atlayıp kaymak isteği duyuyorsunuz. Fornet tarafında yerleşim az olduğu için kalabalıkların az olması nedeni ile koskoca dağın size tahsis edilmiş gibi bir hali var. Çaka kayak sorununu rahatlatınca kesinlikle bu tarafa gelip kaymaya karar veriyoruz.
Eğer sis olmasa idi çıktığımız noktadan Pisaillas buzulunu görmek mümkün olacaktı ama yaklaşık -13 derecede ve tipi karışık siste burnumuzun donmuş ucunu dahi zor seçiyoruz. Çıktığımız 2762 mt.den telesiyejlerle daha yukarı çıktığınızda, yazın da kayak yapılabilen yaz pistlerine ulaşabiliyorsunuz. Pek çok istasyonda dikkatinizi çekeceği üzere zirve restoranların teraslarında güneşlenen kalabalıklar, yemyeşil tepeler ve zirvede kar görüntüleri bu özelliği işaret ediyor olmalı. Fotoğrafları görünce zaten sadece kışın değil, baharda da burada olmalıyım fikrinden uzaklaşamıyorsunuz.
Restoran cazip gelmeyince, üşüyünce ve etrafta da bir şey gözükmeyince muazzam çanağın enginliğine baka bak gerisin geri iniyoruz. Aç olduğumuz için bugün rastladığımız beylerin tavsiyelerinden birine, çarşı içindeki Quicksilver-Roxy Mağazasının içindeki kafeye gitmeye karar veriyoruz.
Menşeine dayalı olarak Amerikan tarzda döşenmiş gençler arasında popüler olduğu belli olan bir kafe burası ama hamburgerleri iddialı ve yaptıkları karışımlar ile oldukça Fransız. Peynir, baharat ve sos ilavelerinin hamburgere başka bir boyut kattığını düşündüğüm için Fransa’da hamburger yemek kendine göre çekici bir yön taşıyor. Çocuklara da her zaman bu mantığı aşılamaya çalışıyorum, hamburger yemeyi seviyorsanız eğer kuru köfte ekmek yiyeceğinize hamburgerleri de bir yemek sanatına dönüştürebilen versiyonları test edin ve damak tadınızı zenginleştirin. Henüz benim mantığımdaki derinliği anlayamamış hatta ”ne diyor anne yine” mantığındalar ve daha ziyade karın doyurmak üzerine odaklılar.
Çarşıda olduğumuza göre alışverişimizi son güne bırakmayalım peynirlerimizi şimdiden alalım diyoruz. Pasajın içindeki La Fermette de Claudine ilk günden beri gidip gelip( www.lafermettedeclaudine.com ) camekanına yapıştığımız bir çiftlik ürünleri satış yeri. Val d’Isère’de böyle başka dükkanlar olduğu gibi marketlerden de pek çok yöresel ürünü bulabiliyorsunuz . Görsel olarak en gösterişlisi burası.
Sayısız peynir çeşidinden yoğun kokularını eşim sevmediği için ve taze peynir olduklarından bozulma riski daha yüksek olduğu için keçi peynirlerinden uzak durarak daha ziyade bildiğimiz Beaufort ile gözümüze hoş gelen Tomme peyniri ( keçi olanıda var , mi-chèvre ) ve Bleu de Val d’Isère (Val d’Isère küflü peyniri ) alıyoruz. Ballardan da beklemiş bir çam balı ( donmuş gibi görünenler ) ile bir Savoie çiçek balı alıyoruz.
Ne yazık ki kangal kangal asılı envai çeşit şarküterinin çoğu domuz olduğu için kokularına dayanmanın zorluğundan yanlarına bile yaklaşmadan es geçiyoruz. Genepi ve Chartreuse likörleri de zaten önceden bilip tanıdığımız içkiler.
Geç yemiş olduğumuz halde Çağan‘ın gitmeden illaki yiyeyim diye ısrarcı olduğu çikolata-karamel ve muzlu krep yemek üzere bir başka çay evinde oturarak çay içiyoruz. Ne yalan söyleyeyim seviyorum bu Breton kreplerini, yerim olmasa da yesem mi acaba diye kendimle yoğun bir mücadele veriyorum.
Akşam biraz toparlanabilmek için otelde yine şömine önünde şarap-cips-tuzlu fıstık takılıyoruz.
Bu şömineyi de sevdik….