04 Ekim Pazar 2014
Libourne pazarı, St.Emilion
Gezinin anlam ve önemini oluşturan program son güne kalmış oluyor ama rahat rahat tüm günü ayırmış oluyoruz, sanki karşılaşacağımızın hoşumuza gideceğini peşinen anlamış gibi.
St.Emilion’a gitmek için yine çevre yoluna çıkarak bu sefer doğuya E-70 yoluna bağlanıyoruz. Libourne istikametinde iki nehir arasını geçerek Fransa’nın ve Bordeaux’nun en özel şarap bölgesi Pomerol ve St.Emilion bağ alanlarına ulaşıyoruz.
Libourne pazarı
Yarım saat süren yol sonrasında köprüden geçip Libourne kasabasının eski şehir merkezine girer girmez bir hareketlilik ve insanların arabalarını olur olmaz yerlere park edip ( bir Avrupalı için ) Rue Jules Ferry sokağından Belediye Binasının bulunduğu Place Abel Surchamp meydanına doğru akın ettiklerini görüyoruz.
Meraklı bir aile olduğumuz için bizde hemen arabayı, kiralık olduğu için nispeten daha usturuplu bir yere park edip peşlerinden gittiğimizde, kendi halinde ufak bir yerel Pazar karşılıyor bizi. İnsanların telaşının ise iyi mala önce yetişmekten ziyade, Fransa’da pazarları kurulan pazarların genelde öğlene kadar olması yada insanların biran önce alışveriş yapıp spora ayıracak vakit yaratma telaşı olduğunu varsayıyoruz.
Mantarların çeşitliliği, karnıbaharların mor ve krom sarı oluşu, insanların bizim Ege ve Akdeniz kasabalarında dönüp bakmadığımız kaktüs meyvesinden satan tezgahın önünde kuyruk oluşturmuş olmaları, hemen açıp ayaküstü yediren fast-istridyeci, çevirme piliç ocaklarının bulunuşu ve oldukça rağbet görüyor olması, klasik bir Fransız yerel pazarı olan Libourne pazarında ilk dikkatimizi çekenler oluyor.
St.Emilion
Pazar turu sonrası arabayı tekrar alıp, Avenue Gallieri’den devam ederek D243 yoluna, Route de St.Emilion ‘a çıkıyoruz. Bu yol özellikle bölgeyi ziyaret etmek isteyenlere tavsiye edilen bir iç yol. Üzerinde direkt satış yapan, yemek yiyerek tadım yapılabilen ya da sadece ziyaret edilebilen çeşitli küçük üretici şato-şarap evlerinin olması yolu özel ve cazip kılıyor. ( Chateau Franc Grace Dieu, Chateau Tour Poumet v.s. ) ( Şato kelimesi şarap üreten üretici demek oluyor şarap literatüründe )
Bölgenin ruhuna sizi yavaş yavaş alıştıran yol, tarihi St.Emilion kasabasının girişinde arabayı park edebileceğiniz açıklığa kadar dümdüz götürüyor. Kasaba, tüm St.Emilion bağlarını kuşbakışı seyredebileceğiniz bir tepenin güney yamacına yerleşmiş. Yükseklik farkının kademeli ve eğimin hatırı sayılır oranda olması kasabanın taş dokulu otantizmine özgün bir karakter ilave ediyor.
Çaka’nın gördüğü yanları açık beyaz gezi trenini tutturması ile St.Emilion bağlarını ve belli başlı üretici şatoları dolaştıran 35 dakikalık bir tren turu satın almak durumunda kalıyoruz. ( 6,5 € ) Aynı güzergahın La Rochebelle şatosunda durup tadım yaptıran 2 saatlik bir başka versiyonu olduğu gibi başka araçlar ile benzer turlar yapan farklı şirketler de var. ( www.tourism-citytours.com )
St.Emilion kasabasının kökeni Aziz Emilion’un kendisi için bir kayada mağara oyduğu 8.yy. a dayanıyor. Bunu bir manastır izliyor ve ortaçağda bir kasabaya dönüşen yerleşimde bugün, Kardinal Sarayının izleri ile 13.yy.dan kalma surların bir kısmı, kasabanın ortaçağ izleri taşıyan evleri ile birlikte görülebiliyor.
Kardinal sarayının kalıntılarından başlayan tur, 19 önemli şarap üreticisinin önünden geçerek haklarında bilgi veriyor. Chateau Troplong Mondot çok güzel öğle yemeği ve tadım seçenekleri ile, Chateau Pauvre sadece merlot üzümlerini kullanması ile, Chateau Ausone fiyatları, Chateau Canon da Chanel grubuna ait oluşu ile aklımda kalıyor.
Bölgedeki 59 üreticiden çoğunu sadece kendi web siteleri yada adreslerinden bizzat iletişime geçerek aldığınız randevu ile ziyaret edebiliyorsunuz. Chateau Ausone, Chateau Laroque, Chateau Mouton-Rotchild, Petrus, Figeac, Cheval Blanc gibi çok üst düzey üreticiler ise sadece profesyonellere açık.
Jilet gibi keskin bir düzen doğrultusunda sıralanmış asma fidanları üzerindeki üzümler mevsim itibarı ile en alt sırada, onlarda kendi içinde sahip oldukları bir ahenk ile sarkıyorlar. Bahçe kenarındaki asmalardan alıp illaki tadına baktığımız sıkışık taneli üzüm salkımlarını oluşturan bu küçük üzümcükler oldukça sert kabuklular. Yoğun tatları ile alıştığımız yemeklik üzümlerden daha güçlü bir lezzet duygusu veriyorlar. Bazı bağların üstündeki asmalarda ise ‘’rezerve ‘’ yazıyor yani çıkacak ürün çoktan satın alınmış.
St.Emilion şaraplarının özelliği, bölgenin bir hediyesi olan Merlot üzümlerinin yüksek oranda, daha düşük oranda Cabernet Franc üzümleri ile kupaj yapılmasından kaynaklanıyor. Ana belirleyici, Merlot’nun kalitesi ve oranı. Yine bölgeye özel olarak bir sınıflandırma sistemi oluşturulmuş, Grand Cru, Grand Cru Classé, Premier Grand Cru ve Premier Grand Cru Classé. Son iki sınıfı oluşturan grubu satın alma veya tatma şansı en azından şahsım adına pek bulunmuyor çünkü bunların fiyatı dört rakamlı sayılardan oluşuyor.
Tur bitince genelde turistlere yönelik daha ucuz şarapların satıldığı Maison du Vin St.Emilion’dan ( turism ofisi gibi bir şarap satış evi ) nispeten ulaşılabilir fiyata bir Grand Cru Chateau Latour şarabı alıyoruz. Hemen yanındaki Turizm enformasyon ofisinden de küçük kasabanın bir haritasını temin ediyoruz.
Tarihi kasabayı dolaşmadan önce araba ile ilk geldiğimiz yolun devamı gibi görünen Villemeurine yolu üzerindeki Chateau Villemeurine’den bir İngilizce rehberli tur satın alıyoruz. Çocukları kabul ettikleri gibi çocuk fiyatları da indirimli.
Tur, üzümlerin toplanıp getirildikten sonra nasıl ayrıştırıldığı ile başlayıp, sıkım işleminin yapıldığı ve fermantasyon kazanlarının bulunduğu geniş hangardaki çalışmaları anlatıyor. Biz grup ile bu kazan odasına inerken şatonun sahibi olan aileden bir hanım elinde şişe kasası ve bir sepet içinde üzüm taşıyan küçük kızı ile yanımızdan geçiyor. Onları görünce, ne kadar şarap önemli bir sektör ve bir yaşam biçimi diye entelektüel havalarda kendimi kandırmaya çalışsam da beynimin bir kenarındaki doğal annenin bastırmaya çalıştığı ‘’ ne yapıyorum ben, çocuklara alkol üretimini göstermek ne kadar doğru ‘’ endişesi tamamen uçup gidiyor.
Evet şarap alkollü bir içecek ama sadece alkolü görmek ile alkolik olunsaydı o zaman en az beş kuşaktır bu işi yapan ailelerde trajik bir alkolizm sorunu yaşanmaz mıydı. Zararlı olanın alkol olmadığını, hayatın her anında olduğu gibi zararın ifrattan kaynaklandığını çok net anlatıyor bu anne ve küçük kız. Kendini bilmezce içmek zararlı ama çok yemek yemek de bir o kadar zararlı, çok bilgisayar oynamak da, sorgulamadan her söylenene çok fazla inanmak da.
Üzümlerin toplanma ve fermente edilme işlemi hakkında kısaca bilgi verildikten sonra rehber hanım grubu yerin altına indiriyor. Yerin altı 2000 m.ye varan tüm bölgeye yayılmış galeriler ile dolu çünkü St.Emilion daha önce okyanus tabanı olmasından kaynaklanan sedimantasyon-tortul kaya özelliği taşıyor. Bu nedenle kazılmaya ve oyulmaya uygun yumuşak bir kayaç yapısı var. Yani uçsuz bucaksız bir enginlikte kendi halinde salınan bağların üstü kadar toprağın altında da galeri ve mahzenlerden oluşan başka bir dünya daha var.
Galerilerin bu derece yoğun ve uzun oluşunun nedeni aslında taş ocağı olmaları. Buradan çıkarılan sarı kesme taşlar Bordeaux şehrinin iri gövdeli binalarının yapımında kullanılmış. Rehber hanım küçük bir el feneri ile sonsuz gibi görünen galerilerde taş işçilerinin hikayelerini ve dönemin zorlayıcı çalışma şartlarını anlatıyor. Rehberin yanından ayrılmama telaşımız ne anlattığını duyma arzusundan çok ne olur ne olmaz korkusundan çünkü kesinlikle bir galerinin sonunu göremiyorsunuz.
Artık elbette taş ocakları kullanılmıyor ve taş kesilmiyor ama kesimi ve kırılması kolay süngersi yapıları olan bu taşların suyu emme özellikleri sonucu oluşan nem, bugün bu dehliz mağaraların yöredeki şarap evleri için mükemmel yıllandırma koşullarını sağlıyor. Turun sonunda Villemeurine şatosunun ürettiği iki çeşit şarabı tadıma sunuyorlar, normal bir taze şarap ve bir Grand Cru. Bu arada sarhoş olmadan mümkün olabildiğince çok şarap tadabilmenin yolu, önce bardağı sallayarak alkolün iyice havalanmasını ve uçmasını sağlamak, sonra bir yudum alarak beğenmediniz takdirde kalanı dökmek. Yani kimse sizden illaki bardağınızı bitirmenizi beklemiyor.
Grand Cru’nün tadı bir derece olsa da ikisini de beğenmeyerek satın almadan çıkıyoruz. 10 €’nun altındaki şarapları tatmamak, 10-20 € arasındakileri hediye almak, 20-40 € arasındakileri almak ve 40-70 € arasındakileri satın alırsanız gözünüz gibi bakmak gerektiğini bu gezi ile anlamış bulunuyoruz.
Aziz Emilion’un müritleri tarafından tebeşirli yamaca kazılan monolit kilisenin görkemli çan kulesinin bulunduğu tepedeki meydanda oturup, krem sosunda haşlanmış midye yiyoruz. Çocukları krepleri ile oyalanmaya bırakıp, her biri birbirinden çekici şarap butiklerinden birine girerek taşıyabileceğimiz kadar bir şeyler alıyoruz. Aslında Yeni Zelanda dahil dünyanın her yerine gönderiyorlar ama sorduğumuzda Türkiye’ye yasak olduğu cevabını alıyoruz yani ancak gelip alacaksın.
Şaraptan başka bu tür butik dükkanlarda ve bölge genelinde, benim özel bir takıntı geliştirdiğim bir başka üzüm fermentesi ile yapılan içki ‘’Armaniac ‘’( armanyak) bulunuyor. Konyaktan üç asır daha eski Fransa’nın en köklü brendisi, yemekten sonra kahvenin yanında hazmettirici olarak içiliyor. Armanyak, Alexandre Dumas’nın ünlü kahramanları Üç Silahşörlerin vatanı Gaskonya’dan geliyor. Gaskonya pek özelliği olmayan beyaz şaraplarını damıtarak daha rustik, daha sert ama kişilikli bir içki olan armanyakı oluşturmuş.
Öncelikle bir armanyak deniyorum ve %51 alkol oranı ile tek yudumda tavana zıplayınca şaraplara yönelmenin daha uygun olacağına karar veriyorum. Kesinlikle aklımın kaldığı armanyakın yıllanmışlarının fiyatları, kaliteli şaraplardan aşağı kalmıyor. En iyi rekoltenin 1989-94 yılları olduğu söylenen armanyak’a olan hevesimi ancak freeshop’tan ehven fiyata bir tane alarak telafi edebiliyorum.
Birkaç şatonun ( Canon, Beausejour v.s.) alabileceğimiz makul fiyattaki bir iki şarabını alıyoruz. Satıcı seneleri ile ilgili bilgi de veriyor çünkü şarabın sadece yıllanmış olması değil aynı zamanda ürün rekoltesinin verimli olduğu seneye ait olması da önemli. Bu noktadan sonrası artık tamamen uzman veya takıntılı şarap severlerin konusu.
Bu butik dükkanların hemen hepsi belli bir rakamın üzerine ( 140 € sanırım ) tax-free veriyorlar ve hava alanında bu iadeyi yaptırabiliyorsunuz. Yalnız Fransa, barkodlu vergi iadesi sistemine geçtiği için eski usul deftere elle yazılan formlar geçerli değil, bilgisayardan barkodlu form almak konusuna dikkat etmek gerekli.
Kasabanın ciddi eğimli dar yollarını dolaşarak, şık şarap butiklerini seyrediyoruz ve kuvvetle etrafımızı saran ortaçağ ruhunu kokluyoruz. Burada kalmadığımız için pişman oluyoruz çünkü bayağı bir konaklama seçeneği var. Şarapları bir dünya nimeti, tarihi kasaba da bir o kadar samimi. http://youtu.be/c5xhvJwaVrk
Bordeaux’ya son gecemizde gecesinin ışıltısını yaşayarak veda ediyoruz. Place Gambetta’da bulunan Pizza Pino, şık şaraplar ve tarihi bir atmosferden sonra biraz vasat kalıyor ama çocuklara hitap ediyor. Bu meydan da Quick ve Hippotamus gibi çocuklara yönelik başka Fransızlarda bulunuyor.
Hayret ile görüyoruz ki Bordo’ya hakim olan sarı kesme taş rengi, gündüzüne göre gece ışıklarının pırıltısı altında daha güzel görünüyor ve gündüz geniş açıklıklarda yok gibi algılanan Bordeaux’lular gece olunca sokağa akın ediyor.
Tüm gezilerimiz gibi bu gezimizi de sevdik. Şarabın ülke ekonomisinde ne derece büyük bir sektör olduğunu, ülke tanıtımı için ne derece büyük bir marka değeri taşıdığını gördük, emeğin ve marka olmanın da yüzyıllar süren bir uğraş gerektirdiğini anladık aynı zamanda.
Ulaşamadığım şarap ve armanyakları bir gün inşallah tadarım umudu ile sakin, durağan, dinlendirici bir tatil için her zaman gelebilirim Bordeaux’a…
Sevgilerimizle Bordeaux
Yine görüşürüz inşallah St.Emilion…!
bordeaux-sarap-bolgeleri-ve-bordeaux-saraplari
bordeaux-2-gun-bassins-darcachon