Çocukla Geziyorum

YUNAN ADALARI – 2.gün ATİNA(Pire),AKROPOLİS

10 Ağustos Çarşamba 2011

Sabah uyanınca odalardaki kameralı televizyondan geminin Atina’nın Pire Limanı’na yanaşmış olduğunu görerek heyecanlanıyoruz. Gezi programı erken saatte başlayacağı için oyalanmadan kahvaltı başlar başlamaz salonda oluyoruz. Kahvaltı açık büfe ama oldukça vasat.

Daha önce de tüm yazılarımda belirttiğim gibi, Türklerin yurtdışında ortalama bir kahvaltıyı beğenme olasılıkları çok zor. Geminin Food and Beverage ( Yiyecek İçecek ) Müdürü’nün Avusturyalı olmasının ( ilk gece tatlı olarak’’ sacher torte’’ çıktı ) yada kaptan ve yönetimin Yunan olmasının sonucu, kullanılan ürünlerin hepsi yabancı. Halbuki peyniri, reçeli, zeytini, Türkiye’den alsalar lezzet ve çeşit çok farklı olur. Ama Türk turistinden kazandıkları parayı yine Türkiye’ye bırakmamak için böyle bir uygulama yapmıyorlar sanırım.

Öncelik tura katılanlara verilerek gemiden çıkışlar yapılıyor. Tur otobüslerine binip, geminin yanaştığı Pire Limanı’ndan Atina merkezine ve Akropolis’e doğru hareket ediyoruz.

Pire, Atina’nın deniz kıyısı, limanı. Önceden ayrı bir şehir iken artık birleşmiş. Atina’ya yaklaşık 7-8 km.lik bir mesafede. Avrupa’nın beşinci büyük limanı olan Pire Limanı, gerçekten  büyük. Yılda yaklaşık 20 milyon ziyaretçi ağırlayan limanda bizle birlikte 4 ayrı cruise gemisi daha var. Gemiden yürüyerek çıkayım demek zor, bu nedenle gemiler ve gümrük arasında servis otobüsü koymuşlar.

Osmanlılar zamanında Pire Limanı’na, Aslan Limanı denilmiş.Tur otobüsü Atina’ya doğru sahil boyunca götürdüğü için Pire Limanı hakkında bir fikir ediniyoruz ama ne yazık ki bu fikir olumlu olmuyor. Karaköy’ün yanında Paris gibi kaldığı Limanın hali içler acısı, gezmek için ayrı bir  zaman ayırmaya değmeyecek kadar zayıf.

Sadece Mikro Liman ( gerçekten çok küçük ) denilen yat limanı olan bölge ve küçücük doğal kumsalın olduğu kıyı nispeten dikkate değer. Tek tük de olsa, dönem mimarisini yansıtan güzel yapıları ve bazı tavernaları barındırıyor.

Atina merkeze doğru ilerlerken 7km.lik yol boyunca geçtiğimiz sokaklardaki yapıların tipik bir Akdeniz mimarisi havasında olduğunu ( tuğla cepheler, geniş balkonlar v.s.) ama dükkanların neredeyse üçte birinin kapalı ve/veya boş olduğunu farkediyoruz. Caddelerdeki insan ve taşıt azlığı da kalabalık ülkede yaşayan bizler için şaşırtıcı sakinlikte.

Atina,  Yunanistan’ın başkenti ve yaklaşık 4 milyon kişilik nüfusuyla en büyük şehri. Eski Yunan medeniyetinin de merkezi. İsmi, koruyucusu olan savaş tanrıçası Athena‘dan geliyor. Rivayete göre Tanrılardan mucize yaratmaları isteniyor ve Athena bu yarışı zeytin ağacını yaratarak kazanıyor.

Akropolis’e çıkmak üzere hemen aşağısında yer alan geniş park alanına otobüsler park ediyor. Sayısız tur otobüsü var ve saat sabahın 10.00 u olmasına rağmen sıcaklık 37 derece.

Tura katılanlara, dağılmamak ve rehberi takip etmek konusundaki fazlasıyla uzun bir konuşmadan sonra tarihi Akropolis’in giriş kapısına, diğer yaklaşık 1000 kadar turistle birlikte ulaşıyoruz. Her ülkeden insan var.

Gruplar en az 30-40’ar kişilik olmasına rağmen ve çoğunluğu gruplar
oluşturmasına rağmen, içeri giriş için grup bileti değil, tek kişilik bilet
veriyorlar ve içeriye de ancak tek kişinin girebileceği bir kapıdan tek tek alıyorlar. Bütün gruplar kaybolmamak için panikte, rehberler toplama telaşında, izdiham, kargaşa, kapıdaki görevlilerde ise büyük iş başarıyor olmanın dayanılmaz sevimsizliği.

Bu rezillik ve itiş kakış yaklaşık 40 dakika kadar sürdüğünden gezmek için geriye oldukça sınırlı bir zaman kalıyor ve dolayısı ile rehber tarafından verilen yetersiz bilgiler, bir de zaman tasarrufu sebebi ile iyice kuşa dönüyor.

Denizden 150 m.yükseklikte bulunan Acropolis, eskiden beri bir kale ve tapınak. Buradaki yapıların en görkemlisi şüphesiz Osmanlılar zamanında cami olarak da bir müddet kullanılmış olan Parthenon.

İ.Ö.5yy.da Perikles, Yunanistan’ın siyasi ve kültürel başarılarını temsil eder hale gelen Atina için, Akropolis’in imarına girişmiş. Üç farklı tapınak ve bir anıtsal kapı yapılmış.

Akropolis’e çıkan yolda ilk önce Herodes Attikus Tiyatrosu karşılıyor ve arka fonda Atina manzarasını burada sergilenen bir tiyatro oyununa dönüştürüyor. Beule Kapısı ( ilk giriş ) ’ndan merdivenleri çıkmaya başlayarak sağda zafer tanrıçası Athena’ya adanan Athena Nike Tapınağı’nı selamlıyoruz önce. Daha sonra özenle yapılmış Propylaion (yeni giriş )’ e doğru ilerlemek istesek de o kadar çok insan var ki girişin güzelliğini, haşmetini, arkada hükmettiği şehir manzarasını, ufukta beliren Ege Denizi’ni, bir yandan güruhla ilerlemeye zorlanıp, diğer yandan rehberi ve çocukları kaybetmemeye çalışarak takip etme zorunluluğundan, ancak şöyle bir göz ucu ile görmüş oluyoruz.

Girişten geçince sur duvarlarının içinde geniş bir düzlük alan çıkıyor karşımıza. En azından merdivenlerden düşerek Atina’ya kadar yuvarlanma korkusu bitmişken, bu seferde binlerce insanın ayak teması ile iyice perdahlanmış olan antik mermerlerde kayıp düşerek kalabalığın ayakları altında ezilme korkusu başlıyor. Yol boyu kenarlara çekilmiş iplerden biraz toprağa doğru ister istemez basmak durumunda kalınca, gelip uyararak hizaya sokmaya çalışan görevlilerde üstüne, turistik bir geziden ziyade Spartaküs’ün dizi setinde köleleri oynuyoruz etkisi yapıyor.

Parthenon, bu kalabalıkta bile, içinde restorasyon çalışması olmasına ve tam ortasından bir kule vinç yükselmesine rağmen, elbette çok büyük ve etkileyici. Peki biz çok etkileniyor muyuz ? Hayır.

Başka ülkelerden gelen insanların etkilenmesi ve hayran olması doğal bir şey ama, biz Türkler, Efes’le, Didim Apollon Tapınağı ile, Milet’le yaşayan bir toplumuz. Bizim kendi topraklarımızda, kültürümüzün içinde, zaten kendimizi bildik bileli var bu geçmişin ucu bize de değmiş mirası.

Bizim açımızdan sadece dünya kültürünü etkilemiş büyük bir medeniyetin başkenti olmaktan öte bir şey ifade etmiyor. Farklı ve şaşırtıcı gelmiyor, dünyada mutlaka görülmesi gereken yerler listelerinde hep bulunan bu yer. Hatta Çağan, ben geçen sene okulla Efes’i gezdim zaten bu sıcakta beni niye birde buraya getirdiniz havasında. Kalabalık ve sıcağın yanında, zaman kısıtlaması da üstüne tuz biber tabii.

Karyatidler Portikosu, Athena ile Poseidon’un mucize yaratma yarışması yaparak A thena’nın bu yarışmayı zeytin ağacı ile kazanması sonucu, bu ağacın önünde bulunduğu yer olması bakımından ilgi çekiyor ama ağacın yerinde sadece simgesel bir ağaç, üstelik taş çatlasa 50 yıllık bir ağaç olması tarihin görkemine biraz hakaret gibi.

037Kalan kısa serbest zamanımızda sur duvarlarının altındaki eski şehrin Agora’sı, karşı tepede Socrates’in hapis tutulduğu yer ve idamların gerçekleştiği karar tepesini izliyoruz. Önümüzde uzanan Atina, renksiz, solgun ve yorgun bir görüntü veriyor. Uzaklarda görülen Pire Limanı belli belirsiz.

Sarıdan başka bir rengin farkedilemediği Atina’yı gördükten sonra bir gün önce İzmir’e haksızlık ettiğimizi düşünüyoruz. Atina, AB üyesi bir ülkenin başkentinden ziyade gelişmeye daha başlamamış bir Afrika şehrini andırıyor tepeden bakınca.

Akropolis’in hemen yakınında bulunan ve Yunanlıların pek bir övündükleri Ulusal Arkeoloji Müzesi ‘ni gezmek tur programında olmadığı için gerçekleşemiyor. Nedense bir kaçırmışlık hissi de yaşamıyoruz.

Otobüs ile kısa ve hızlı bir şehir turu yapıyoruz. Olimpiyatların adını aldığı Olympios Tapınağı’nın ve Hadrianus kapısının önünden geçerek, ilk olimpiyat oyunlarının yapıldığı, tamamı mermer Panathinaikon Stadyumu önünde kısa bir mola veriyoruz. Olimpiyat oyunlarında meşalenin ilk yakıldığı yer olan bu dar ve uzun bir U şeklindeki  antik yapı, bakımlı ve görkemli. ( www.panathenaicstadium.gr )

Kısa şehir turuna yine otobüsle devam ederek, geleneksel kıyafetleri içindeki ‘’evzon’’ ( efsun ) askerlerinin koruduğu meçhul asker anıtı ile parlamento binası görülüyor. Platon ( Eflatun ) ve öğrencisi Aristoteles’in kurduğu ilk okul yapısını ve yanında Avrupa’nın ilk üniversitesini görmek üzerimizde hoş bir duygu bırakıyor. Sanırım antik Yunanlıları, günümüz Yunanlılarından daha yakın hissediyoruz kendimize, bizimde bu büyük kültürün geliştiği topraklarda yaşıyor olmamızın etkisi ile.

atinaSiestadan dolayı, insanın da arabanın da olmadığı ve sadece turist otobüslerinin hareket yarattığı, renksiz, çeşitsiz, kapalı veya çoğu boş dükkanlarla, ruhunu yitirmiş Atina sokaklarında kısacık bir dolanma neticesinde görülebilecek herşeyi görüp, görülmesi gereken bölge ve cadde olan Plaka’yı gezmek üzere tur otobüsleri ve rehberler, bizleri bırakıyor.

Plaka, Atina’nın en turistik bölgesi. Bir cadde üzerinde çeşitli dükkanlar, ara sokaklar boyunca da yemek yeme alternatifleri sunan kafeler, restoranlar v.s.nin olduğu bir muhit. Çoğul takısı kullanıyor olsam da bu sadece birden çok anlamına gelmeli çünkü bir başkente ve yılda gelen turist sayısına göre, aman aman abartılacak büyüklükte ve çeşitlilikte bir yer değil.

Yemek konusunda, açık hava kafelerinde ağırlığın ‘’Gyros’’adı altında döner ekmek satılmasından kaynaklanan bize vasat gelme hissi yaşıyoruz.

Dükkanlar çoğunlukla, hediyelik ve süs eşyası üzerine. Bunların içinde dikkate değer orijinallikte bulduğum yarı değerli taşlarla çeşitli takılar satan ‘’Athens Protasis Santorini ‘’ adlı dükkandan hatıra bir turkuaz taşlı bilezik alıyorum. ( www.athensprotasis.com)

Tanrılara adanmış bir şehri gezmişken Yunan hediyelik eşyalarının ağırlıklı bölümünü oluşturan mavi, yeşil, siyah renklerde ve çeşitli boylarda bronzdan üretilmiş Tanrı figürlerinden almak istiyoruz. İlk sorduğumuz dükkandaki adam, kırılma olasılığı olmayan figürleri, ellememizden, yerinden kalkmış olmaktan, daha ucuz başka alternatif göstermek istememekten ve durduğu yeri birkaç mm oynattığımız figürü eskisi gibi düzeltmek zorunda kalmaktansa, satmamayı tercih eder bir havaya bürünüveriyor. Yunanistan ekonomisinin neden zora girdiğinin kanıtı gibi geliyor bize bu adam.

Bu kadar turist gelsin satmayı bırak birde elledi yerini bozdu diye tavır yap. Türkiye’de aşırı baskıcı vıcık vıcık bir esnaflığı da
tasvip etmemekle birlikte, almak için gelen müşteriyi de kovmaya yakın edeni, esnaf diye yaşatmazlar sonuçta.

Canımız sıkılınca su ve dondurma almak için girdiğimiz bir
dükkanda tatlı vitrini çok tanıdık geliyor. Bildiğiniz ne kadar şerbetli tatlı varsa Yunanca bir isimle sıralanmışlar.

Serbest zaman sona erince, Pire Limanı’nı da gezmeye değer bulmadığımız için yine  otobüslere binerek gemiye dönüyoruz. İyide yapıyoruz çünkü yaklaşık zamanlarda demir
alacak diğer dört geminin yolcuları da gemilerine dönmeye çalıştıklarından, güvenlik kuyruğu atinabayağı sürüyor.

Limanın Free Shop’u ufak ve İngiltere’nin Yunanistan üzerindeki etkisinin bir kanıtı gibi Cadbury ve Hershey’s çikolataları ile dolu.

Günbatımını güverteden izlemek doyulmaz bir keyif imiş. Atina’dan aşağı açık denize doğru seyrederken, batan güneşi arkada bırakarak yeni bir rotaya doğru ilerlemek, aralarda beliren adaların arasında güneşe veda etmek, hayatın romantizmini anlatan bir deneyim olsa da, yavaş yavaş artan rüzgar ve dalgalar, aynı zamanda bize yaklaşan bir tatsızlığın haberini veriyor.

Sallanmanın sonuçlarına fazla maruz kalmamak için yine aynı rutinde tekrarlanan bir akşamı bu sefer daha kısa bitirip, sallantının en az hissedildiği yere, yataklara sığınıyoruz….

akropolis-yunanistan-atina

 

yunan-adalari-3-gun-mikonos

yunan-adalari-4-gun-giritsantorini

yunan-adalari-5-gun-izmir-donus

atina

 

 

 

 

Paylaşın: