21 Haziran Perşembe 2012
İtalya seyahatimizin başlangıcını, THY’nın 9.00 uçağı ile Bologna üzerinden yapıyoruz. Çünkü ilk destinasyonumuz olan Venedik’e direkt uçmak ile arasında ciddi bir fiyat farkı var. Venedik ve Roma, turistik şehirler olduğu için uçmak pahalı ama, tam ortalarındaki Bologna, havaalanı vergilerinin daha ucuz olmasından dolayı çok daha ekonomik. Bologna’dan, Venedik ile Floransa’ya trenle çok kısa sürede gidilebiliyor ki, bizim planımızda bu yönde.
Bir iş toplantısına giden iki kişinin arkamda sürekli konuşması dışında yolculuk sorunsuz geçiyor. İtalyanlar çok konuşur diye bilinir, anlaşılan o ki, İtalya’ya ile çalışan Türklerde bu alışkanlığı benimsemiş. Çocuklar artık uçak yolculuğuna oldukça aşina oldukları için kendi hazırlıklarını kendileri yapıyorlar. Okunacak kitap, oynanacak oyun, yenilecek çikolata ve geziye eşlik edecek oyuncak köpek tercihleri kendilerine ait.
Bologna havaalanı küçük, temiz ve düzenli bir yer, sıra çabuk ilerliyor. Havaalanı’nın servisi ile Gare Centrale ( merkez tren garı)e gidiyoruz. Otobüs, Bologna’nın tarihi kapılarından birinden girip, diğerinden çıkıyor. Boydan boya geçtiği tarihi merkezde, tuğla binaların altındaki revaklı caddelerdeki yoğun canlılığı farketmemek mümkün değil.
En çok dikkatimizi çeken, her biri ayrı kalabalık olan şarküteri dükkanları. Daha önce geldiğimde de, aynı şarküterilerin dikkatimi çektiğini ve videoya dahi aldığımı, hatta inşallah bir kez daha gelirim diye dilediğimi hatırlıyorum.
Sadece otobüs ile geçerken bile aynı dilek gönlümden geçiyor. Ağır aristokrat bir havası olan bu kenti ve şarküterilerini daha yakından tanımalı, lezzetlerin hepsi tadılamasa da koklamalı diye hissediyorum. Ne de olsa, dünyanın en tanınmış soslarından ‘’bolonez sos’’u, dünya yemek literatürüne eklemiş bir şehir.
Bologna, İtalya’nın Emilia-Romagna Bölgesinin merkezi. İtalya genelinde de, Roma-Floransa-Venedik hattı üzerinde ve Adriyatik Denizi ile Tiran Denizi arasında doğu-batı istikametinde orta noktada. Tarihi ortaçağ yerleşiminin iki meydanı Piazza Maggiore ile Piazza del Nettuno ve gösterişli ortaçağ palazzoları ( sarayımsı büyük konut ) ile bezeli bir şehir. Bologna Üniversitesi, Avrupa’nın en eski üniversitesi, Dante, Erasmus ve Kopernik bu üniversitenin öğrencileri arasında.
Dünyanın ilk dondurma müzesi de yakın zamanda Bologna’da açılmış. İtalyan Dondurma Esnafları Birliği ve Carpigiani Dondurma Sanayii tarafından ortak bir çalışma ile oluşturulan, Anzola Emilia banliyösünde açılan Dondurma Müzesinde, ilk olarak Fransa kralı II.Henry’nin eşi Catherine de Medici için, Floransalı bir simyacı olan Ruggeri tarafından yapılan dondurmanın, tarih boyunca yapımında kullanılan aletlerden, günümüze kadar gelen, makineler ve araç gereçler sergileniyor.
Önemli bir tren güzergahı noktasında olduğu için ana tren garı çok kalabalık, bir İtalyan görevlinin yardımı ile biletimizi otomattan almak durumunda kalıyoruz. THY’nin rötarsız gelebileceğine inansaydık, web sitesi Trenitalia’dan bilet almak, otomattan almaktan daha kolay halbuki.
İnanılmaz derecede sıcak bulduğumuz tren, karşılaşacağımız mikro klimanın bunaltıcılığının habercisi oluyor ama, Padova’ya kadar göz alabildiğine uzanan yeşil tarlaları seyrederken pek anlamıyoruz bizi neyin beklediğini.
Sahip olduğu yoğun ağır sanayii nedeni ile mecburi bir sevimsizliğe sahip Mestre’yi geçer geçmez, Venedik, lagünün içinde, derli toplu, hafif sıkışıkça duran kendine özgü karakteristik yapısı ile bambaşka bir güzellik olduğunu gösteriyor.
Tren, Venedik yerleşiminde, Santa Lucia istasyonuna kadar getiriyor. Burası, Venedik’i oluşturan 7 mahalleden, Cannaregio Mahallesi‘nin Mestre’ye bakan yüzü. Tren hattının yanında, otobüs servislerinin geldiği bir yol ve Ponte di Calatrara köprüsü ile geçince, istasyonun tam karşısına gelen açıklıkta, Santa Croce Mahallesi’ne bağlı, Piazza Roma denilen meydanda, merkez otobüs durağı bulunuyor.
Bu iki nokta dışında Venedik’te ya yürüyeceksiniz ki göründüğünden büyük bir alan, ya da, yüzen bir araca bineceksiniz.
Bunaltıcı sıcak tren garından, ulaşım araçları için Venedik kart almak istiyoruz ama vaporetto’larda ( metro işlevi gören tekneler ) ertesi gün grev olacağını ve ekonomik olmayacağını söylüyorlar. Avrupa’da, gittiğimiz şehirde, hep biz orada iken grev olmasını ( bkz.Lisbon ) artık şahsi olarak algılamaya başlıyoruz. Kendilerini zarar ettirecek kadar çok mu kullanıyoruz acaba, bu mertebede mi yani olay, grevin amacı bizim kullanmamamız mı ?
Bütün planlarımız alt üst olunca, sadece 12 saatlik bilet alarak, bir çeşit su metrosu denebilecek ‘’vaporetto’’lara biniyoruz. Püf noktası, gideceğiniz yönü ve durağı bilmek ve gelen vaporetto’nun nereye gittiğinden emin olmak, çünkü farklı hatların ve farklı yönlerin, farklı iskeleleri bulunabiliyor ana duraklarda. Aynı metro hatları gibi renk ve sayılarla güzergahlar ayrılmış. Turistler yani yabancılar çok olduğu için, genelde, vaporetto’da ip atan görevliler, hattı ve gittiği yönü bağırarak ikaz ediyorlar.
Bizim gibi ellerinde bavulları ile deli bir kalabalık, gelen San Marco hattı vaporetto’suna biniyor. Bu nasıl bir boğuculuk diye inleyip nefes almaya çalışmaktan doğru dürüst etrafa bakınamadan, Büyük Kanal üzerinde ilerleyen Linea 1 hattının Rialto durağında iniyoruz.
Rialto Köprüsü ve bulunduğu bölge, Venedik’in merkezi konumunda ve Venedik’in en eski yerleşim bölgelerinden biri. Eskinin bankacılık merkezi iken, bugün Pazar yeri olmuş durumda. Venedik’in simgelerinden biri olan Rialto Köprüsü, 1591 yılında tamamlandığında Büyük Kanal’ı ( Canale Grande ) geçmenin tek yolu imiş.
Otelimizin olduğu bölge, ana turistik bölge olan San Marco Mahallesi‘nde. Venedik’i adeta ikiye bölen Büyük Kanal üzerindeki en önemli merkezi durak olan Rialto’dan, tek kişilik daracık sokaklardan geçerek, San Marco Meydanı ile Rialto Köprüsü’nü bağlayan, iki kişilik ana yaya güzergahı, Calle del Fabri caddesine ulaşıp, bu aks üzerindeki otelimizi kolayca buluyoruz.
Venedik’te hiçbir yola, bu bir yere çıkmaz ya da, ben bu yola sığamam gözü ile bakmamak gerekiyor. Çünkü, her yol bir yol Venedik’te.
Hotel Gorizia a la Valigia, 3 yıldızlı eski bir otel. Venedik’te çok fazla, yeni, büyük ve modern otel bulmak zor, bulduklarınızda astronomik rakamlarda. Daha önce günübirlik geldiğimiz Venedik’i, bu sefer tam kalbinde gecesi ile yaşamak istediğimiz için, lüksten ziyade konuma önem verdik ve hemen hemen tam orta noktada bir otel bulduk.
Otel, ( www.hotelgoriziavenezia.it )küçük, eski, ortaçağ İtalyan stili ile dekore edilmeye çalışılmış, kronik yaşta komik bir resepsiyon görevlisi olan, çalışanların azlıktan dolayı aileleşmiş oldukları ve bize, çatı katında dört kişilik geniş bir oda sunabilen yeterli bir otel, konumu ise tartışmasız olarak mükemmel.
Planımız, bugün Venedik içini gezip, yarın vaporetto ile yakın adalar Murano, Torcello, Burano adalarına gitmekti ama, grev planlarımızı bozunca hemen çıkıp, 12 saatlik biletimiz varken, değerlendirmek adına, mümkün olduğu kadar çok vaporetto ile dolaşmak için, ( amaç birazda zarar ettirmeye yöneliyor ) en yakındaki Murano adasına gitmeye karar veriyoruz.
Murano adasına gitmek için, Venedik’in kuzey yüzündeki, Fondamente Nove istasyonuna ulaşmak gerekiyor. Rialto’dan, kaybolmadan gidebilmeyi başarsanız bile iyi bir yürüyüş mesafesinde.O zaman önce, San Marco’ya çıkıp, Fondamente Nove iskele durağına ulaşan başka bir vaporetto’ya biniyoruz. Böylece lagün kokulu bir yolculukta Venedik’in daha önce görmediğimiz, doğu ve kuzey kıyılarını görme fırsatı da bulmuş oluyoruz.
San Marco’dan doğuya doğru ilerleyen sonraki duraklar, Castelo Mahallesi sınırlarında kalıyor. Arsenal durağının olduğu bölge, hiç turist inip binmemesi, sadece yaşlı hanım ve beylerin kıyıda geziyor oluşu ile, gerçek Venedik’lilerin ikamet bölgesi olduğunu düşündürüyor. St.Elena durağı ise, köpek gezdiren ve koşanlarla dolu çok güzel bir parka sahip. Burnu dönünce, lagünü tüm açıklığı ile görebiliyorsunuz. Castelo’nun arka yüzü, eski liman, bir zamanlar dünyanın en büyük donanmasına ev sahipliği yapan Arsenal.
Murano’ya gelmeden, önünden geçtiğimiz küçük adacık Cimitero, adından da anlaşılacağı üzere, yerleşim olmayan sadece mezarlık olarak kullanılan bir ada.
Murano’da, Venedik yerleşimi gibi köprülerle birbirine bağlı adacıklardan oluşan bir ada. Yangın riskinden dolayı cam fırınlarının ve zanaatkarların 1291 yılında bu adaya taşınmasından beri, cam endüstrisinin merkezi. Bir dönemin meşhur Murano camı lafı da, bu adanın adından ve ürünlerinden kaynaklanıyor hali ile.
Murano adasının Colonna durağında inip, çeşitli cam mağazalarının sıralandığı, Fond di Ventral caddesinde biraz ilerleyerek fikir sahibi oluyoruz. Antika cam ürünlerinin sergilendiği, Museo Vetrario uzakta kaldığından, o kadar ilerlemeyerek geri dönüyoruz.
Lagünün daha doğusunda kalan Torcello adası, fazlası ile sakin bir ada ve çok az bir yerleşime sahip. Kilisesinin eğik kulesi ile hemen fark edilen Burano adası ise, rengarenk, cıvıltılı bir ada. Torcello’nun dinginliğinin aksine, rengarenk boyanmış evleri ile her zaman canlı ve hareketli. Vaporetto ile ulaşım sandığımızdan daha fazla zaman aldığı ve aşağıda oturarak nefes almak imkansız, dışarıda da oturacak yer olmadığı için ( ada vapuru gibi değil ) Torcello ve Burano’ya gidemiyoruz.
San Marco’ya da dömeyip, kısa sürede karşı Venedik kıyısında ulaştığımız Fondamente Nove durağında inerek, nefessiz kalmaktansa, nefes alarak kaybolmayı tercih edip, kendimizi , ”elbet bir yere varırız sonuç olarak bir adadayız” mantığı ile insan güruhunun aktığı yöne doğru bırakıyoruz.
Canneregio Mahallesi‘nin arka yüzünden Rialto’ya çıkmak, her yerde yönlendirici tabelalar olsa da kolay değil. Tam bir labirentte sabır denemesi oluyor bizim için. Tarif sormak yada haritaya bakmak ile bulunabilecek bir güzergah da değil çünkü, bir doğrultu değil, daha ziyade akışına bırakmak ve Allah’a dua etmek olarak tariflenebilir.
Rialto’ya bir şekilde ulaşınca, yorulan ve boğucu havasızlıktan bunalan çocukları eğlendirmek amacı ile, Rialto’daki duraklarından bir ‘’gondol’’a biniyoruz. Pek çok noktada gondol durakları var. Kısa tur için dört kişi 100 € alıyorlar. Hangi hatta nerde dolaştığınızın fazla bir önemi yok çünkü, gondola binmek, Venedik’i tanımanın bir yolu değil, sadece, gondolu tanımanın bir yolu.
Rahat manevra yapabilmesi için gondolun hafif sağa yatık olması gerekiyor. Biz aman eğik oldu diye yer değiştirmeye kalkınca gondolcu uyararak izah ediyor. Tamamen kahverengi pelte gibi bir suyun yüzeyinde, yosun ve küf kokulu binaların garaj niyetine kullandıkları yada artık kullanmadıkları deniz aracı çekek yeri olan alt katlar hizasında, boğucu sıcaklıkta, inanılmaz kalabalık bir deniz trafiği arasında, iyice kaşarlanmış gondolcuların yarım yamalak anlattıklarını, romantik bulanlar var mıdır bilmiyorum ama, gondola binmenin en ilginç noktası kuşkusuz ki dar akslarda ve pek çok gondolun arasında, hiçbirinin birbirlerine sürtünmeden, milimetrik teğetlerle geçiyor, birbirlerine hiç değmiyor ve çarpmıyor oluşları.
Gondollar 11.yy.dan beri Venedik’te varlar. Dar kanalları aşabilmek için ince bir gövde ve düz bir zemine sahipler. Gondolun daireler çizmesini önlemek için pruvada sola eğik bir kısım bulunuyor.1562 yılında gösterişin engellenebilmesi için bütün gondolların siyaha boyanması yönünde karar çıkarılmış ve o günden beri aynılar.
Sürekli olarak, birbirleri ile selamlaşan arkadaş gondolcuların atışmalarını izlemek keyifli oluyor. Sanırım arkadaşlarla selamlaşmakta bir çeşit gövde gösterisi. Her söylediği çat pat İngilizceden sonra aynı kelimeyi tekrarlayarak onay arayan gondolcumuzun ( beautifull hı ? beautifull ? casanova house hı? Casanova house ? )konuşma stili bizimde dilimize dolanıyor. ( iyi yazdım mı hı ? iyi yazdım mı ? )
Vaporettoları, gondolları, havalı deniz taksileri ile Venedik, bütün turistik keşmekeşine rağmen güzel ve biz geldiğimiz için kendimizi mutlu hissediyoruz.
Ağırlıklı olarak çok sayıda restoranın yer aldığı Rialto’nun karşısındaki San Polo Mahallesi‘nde, Pizzeria Muro’yu araken, barını buluyoruz ve restoranın 19.00 dan önce açılmadığını söyledikleri için, Rughetta del Ravaro caddesi üzerindeki yol üstü herhangi bir restorana, Tarttoria Pizzeri Ai Botteri ‘ye oturuyoruz. Trattoria, İtalya’da bizim anlayacağımız anlamı ile yerel mahalli bir restoran, tabiri caizse esnaf lokantası demek oluyor.
İlk olarak getirilen grissiniler masaya konduğu an kapışılınca, şaşıran garson, bir tane daha getirmek zorunda hissediyor kendini. Aperatif olarak sipariş ettiğim, ( antipasti )Sardre in Saor,( sirkede karamelize soğan, yer fıstığı, üzüm ve sardalye )a bayılıyorum. Oldum olası İtalyan şaraplarını sevdiğim içinde ev yapımı ( House Wine ) olarak getirdiği şarabı başarılı buluyorum. Çocuklar pizza, bende bir çeşit İtalyan mantısı olan ‘’gnocchi’’ yiyoruz.
Artık yorulmuş olan çocukları otele bırakarak, gecenin yaklaşan alacakaranlığında San Marco’ya çıkıyoruz. Meydanı çevreleyen tek tip cepheli yapılar ışıklandırılmış, meydanın ortasında Bangladeşli seyyah satıcılar havaya fırlattıkları renkli ucuz oyuncakları ile şov yapıyorlar ( alıyorsunuz ve bir daha uçuramıyorsunuz )İki yakadaki kafelerde orkestra canlı müzik yapılıyor.
Cafe Florian’da oturup, güzel bir Bellini’nin, dondurma ile servis edilen kahve ve mascarpone peyniri ile yapılan ve tuhaf olarak burada dondurma ile servis edilen İtalyanların en tanınmış tatlısı tiramisu’nun, güzel bir yumuşak müziğin, nihayet soluk almaya izin veren havanın, San Marco Meydanı‘nın ışıklarının, bir yaz gecesinde Venedik’te olmanın keyfini çıkararak, günün yorgunluğunu atıyoruz….
italya-2-gun-venedik-canale-grande
italya-3-gun-maranello-ferrari
italya-4-gun-siena-san-gigmiano-pisa