Çocukla Geziyorum

KUZEY FRANSA – 7.gün HONFLEUR,DEAUVİLLE,ETRETAT

15 Nisan Cuma  2011

İnanılmaz kalabalık otelimize, giden iki otobüs İspanyol yerine gelen iki otobüs Almanın da gitmesi ile bu sefer farklı yaş grubundaki iki otobüs İspanyol geliyor. Nedir bunların derdi iki otobüs olmadan gezemiyorlar mı ?

Artık oteldeki itiş kakışı kanıksamış olduğumuzdan, yine bir kapışma kahvaltısı sonrasında, daracık yollu otoparktan bugünde arabayı sürtmeden çıkarak, nihayet öğrendiğimiz için, olması gereken sürede A13 otobanına ulaşıyoruz. Bu yol direkt olarak Fransa’nın Manş Denizi’ndeki en büyük limanı olan Le havre’a gidiyor.

Yol üzerinde, Paris’ten çok uzaklaşmadan Vernon bölgesinde, tabelalarında gösterdiği ( sadece 1 kere –kaçırmamak gerekiyor ) Les Andelys Köyü ve Giverny bulunuyor.

Les Andelys,( www.vill-andelys.fr ) Aslan Yürekli  Richard’ın, Haçlı Seferi sırasında yaptırdğı Chateau Gaillard’ın kalıntılarını barındırıyor ki meşhur İvanhoe filmi burada çekilmiş. Giverny ise, ünlü empresyonist ressam Monet’nin, 86 yaşında ölümüne kadar, 43 yıl yaşadığı ve tablolarında resmettiği köy. Yaşadığı evi ve küçük galerilerde tablolarının kopyaları görülebiliyor.

Dönüşte vaktimiz kalırsa uğramayı planlayıp yolumuza devam ediyoruz. Le Havre’a yaklaşınca, eğimi çok yüksek bir köprü geliyor karşımıza,Tanquerville köprüsü.Uzakta sağda, endüstri bölgeleri ile petrrol rafinerileri görülüyor. Köprünün eğimi, altından petrol tankerlerinin geçmesi için hesaplanarak yapılmış. Bu arada otobanlara olduğu gibi köprülere de para ödeniyor, bu bedel 0.5 euro dahi olsa alıyorlar.

Seine Nehri ağzında kurulmuş olan Le Havre limanı, II.Dünya Savaşı sırasında Alman bombardımanları ile yerle bir olmasına karşın yeniden yapılanmış devasa bir liman. Paris’ten geçen Seine Nehri’ni takip ederek, nihayetinde Le Havre’da denize döküldüğünü görmüş oluyoruz böylece.

Le Havre’ın içine girmeyip batıya, Normandiya kıyılarına doğru yönlenerek, Honfleur’e gitmek için ünlü Normandiya Köprüsü’nden geçerek Seine’i bir kere daha enine geçmiş oluyoruz. Son derece iddialı bir mimariye sahip, göz alıcı modern bir köprü P ont de Normandie.

Normandiya adını, 9.yy.da yelkenleri ile Seine Nehri‘ne açılan Viking Nordiklerinden almış. Yerleşik hayata geçen bu yağmacılar, bugünkü Rouen‘i başkentleri yapmışlar. Zengin tarihi bölgeleri ve farklı manzaraları ile Normandiya, bisiklet yada araba ile dolaşmak için ideal. Tebeşir taşlı yamaçları ile Cote d’Albatre ( Kaymaktaşı Sahili ), II.Dünya Savaşı’nda müttefik kuvvetlerin çıkartma yaptığı Cote de Nacre, ( Sedef Sahili ) şık tatil beldeleri ile Cote Fleurie ( Çiçekli Sahil ) ve içerilerde, yarı-ahşap evleri ve lekeli gözlü inekleri ile Pays d’Auge bölgeleri bulunuyor.

Cote Fleurie Sahillerinin önemli bir savunma limanı olduğu 15.yy.dan bu yana Honfleur kasabası Normandiya’nın en büyük limanlarından biri. Merkezindeki Vieux Doc ( Eski Dok )17.yy.da yapılmış ve iskele boyunca 6-7 katlı evler sıralanıyor. Bu evler ve liman, bugün koruma kapsamında ve Unesco Dünya Kültür Mirası Listesi’nde.

Honfleur, 19.yy.da sanatsal aktivitelerin yaygınlaştığı bir yer olmuş. Sisley, Pisarro, Renoir, Cezanne gibi ressamlar buraya sık sık gelmişler ve kalmışlar. Hala ilgi çekici bir kimliğe sahip çünkü bayağı insan var ve haftasonu tatili için gelmiş gibi görünüyorlar.

Hoşumuza giden sokaklarında dolaşıyoruz. Sanat galerilerinin çokluğu dikkat çekici boyutta. Yarı ahşap evler burada da görülüyor olmakla birlikte Bretanya’daki kadar yoğun değil. Her yerde elma şarabı ( Cider de pommes ) satılıyor.

Eski Dok, liman, tamamı ile deniz ürünleri restoranları ile dolu ve özellikle insanlar buraya yemek yemeğe gelmiş olmalı ki hiçbirinde neredeyse yer yok. Boş masa bulduğumuz aynı zamanda krepte yapan bir restorana oturuyoruz.

Bu bölgenin özelliği istridye değil, midye. Bildiğimiz, siyah kabuklu midye. Bu midyeleri şarap sosunda haşlıyorlar ve siyah döküm tencerelerde servis ediyorlar. Denememek olmaz tabii.

Seçtiğim cazip menüde bulunan öndeki balık çorbası, balıktan ziyade krema çorbası gibi olsada içilebilir boyutta. Midyelerin yanında, bir kasede patates kızartması  birlikte geliyor. Çatal bıçak yok. Zaten haşlanınca ağızları açılmış olan IMG_3586midyeyi tamamen açıp, içindekini elle alıp yiyorsunuz. Kibarlık etmek istiyorsanız patatesleri elle almayıp, önümüzdeki masada aynısını yiyen Fransız hanımın yaptığı gibi, midye kabukları ile tutabiliyorsunuz. Bütün Fransızlar bunu yiyor. Honfleur’e midye yemek için gelmişler.

Önümdeki Fransız ne yaparsa onu taklit ediyorum ama tencerenin dibinde kalan suyu kaşıkla içmeye başlayınca, denizden çıktı temizdir mantığı aklıma yatmadığı için, o kabuk kokan suyu içemiyorum.

Yine Fransızların yaptığı gibi midyenin yanında, Cider de pommes-elma şarabı deniyorum. Onuda bitiremediğim gibi almaya değer de bulmuyorum.

Tencere ile gelen midyeler ve içinde yediklerimden çok kabukların olması, çocukları o kadar eğlendiriyor ki fazla gürültülü şamata yapmaya başlıyorlar. Ayıp olmasın diye yan gözle bakmalar, aleni bakışlara dönüşünce, kalkma vaktimizin geldiğini anlıyoruz. Bu arada krep yemiş olan Tekin ve sosis yemiş olan çocuklar benden daha tok.

Sonraki ziyaret noktamız Honfleur ile aynı istikamette ve 4-5 km.mesafede bulunan Deauville. Deauville ‘e gelmeden, Trouville-sur Mer’de durup, neredeyse gözün göremediği genişlikteki plajlara bakıyoruz. Trouville, 19.yy.da Gustave Flaubert ve Alexandre Dumas gibi yazarların dikkatini çekmesi ile parlamış.

Denizin çekilmesi bu bölgede de oldukça etkili. İnsanlar kumsalda kum tanesi gibi kalıyor. Bu bölge, Normandiya Bölgesi’nin Cote Fleurie  ( Çiçek Sahilleri ) olarak adlandırılan kıyıları. Sahilde toplanmış bir grup adamın çeşitli büyüklükteki topları atmaktan ibaret olan bir Fransız yerel oyunu ‘’Boule ‘’ oynamalarını ve yamaçlara sıralanmış deniz kenarındaki İsveç tarzı villaları seyrediyoruz bir müddet. Sahil, martılar, kumsalda gezenler, boule oynayanlar, bir kartpostal gibi görünüyor, Normandiya sahillerinden ilham verici bir resim. Empresyonist ressamların neden Normandiya‘yı tercih ettiği anlaşılıyor.

Trouville-sur-Mer’in yan komşusu ( küçük bir nehir ile ayrılıyorlar )Deauville ‘e Paris’ten direk tren ile ulaşmak mümkün. Araba ile dolaştığımız Deauville, ilk gördüğümüz an, buraya mutlaka yazın da gelmeliyiz isteği uyandırıyor.

Trouville, halk tipi ve biraz entel  ise, Deauville elit ve şık. Apartman tarzı son derece havalı konutlara sahip, düzenli ve bakımlı. Burada, jilet gibi siteler, sofistike malikane tarzı evler, yarış pistleri, casino, marinalar ve ünlü deniz kenarı podyumu Les Planches bulunuyor. Her zaman Paris elitinin sayfiye yeri olmuş Deauville, bu sıfatı hala taşıdığını gösteriyor. Mutlaka ama mutlaka burada bir yaz gecesi geçirme isteğini bir kenara not ediyoruz.

Deauville’den batıya doğru Cote Fleurie takip edilirse, Cote de Nacre sahillerinde Normandiya çıkartmasının en önemli savaş alanları keşfedilebiliyor. İngilizler tarafından Normandiya çıkarmasının ilk başlatıldığı yer olan Arromanches’da II.Dünya Savaşından kalma  suni çıkartma limanı ve Çıkartma Müzesi görülebilir.

Bayeux’de ise, Fatih William’ın İngiltere’yi fethini anlatan, 70 metre uzunluğundaki ünlü Bayeux gobleni de görülebilecek enteresan konulardan biri. Ama o zaman Paris’te kalmamak belki Deauville’de kalmak gerekli çünkü mesafeler uzaklaşıyor.

Belki bir gün bir başka gezide diyerek geldiğimiz yöne Le Havre tarafına dönüyoruz ve Le Havre’ı geçip doğuya, Etretat’a doğru ilerliyoruz. Mesafe kısa olsa da çoğunluğu köy yolu olduğu  ve biraz da yorulmuş olduğumuz için uzun geliyor. Ama görünce anlıyoruz ki buralara kadar gelip, kesinlikle uğranmadan gidilmemesi gereken bir yer Etretat.

Küçücük yerleşimler, bakımlı köy evleri, her tarafa düzenle ekilmiş çiçekler, minicik okullardan çıkan sevimli çocuklar yolun stresini alıyor.

Etretat merkezine araba giremediği  için kısa mesafedeki otoparka arabayı bırakıyoruz. Otoparkın yanında bir yaşlılar yurdu olması buranın biraz yaşlı muhiti olduğu izlenimini veriyor bize. Samimi ve sevecen küçük meydanı geçip sahile adım attığımız an şok edici bir manzara ile karşılaşıyoruz.

Cote d’Albatre ( Kaymaktaşı Sahili ) olarak adlandırılan bu bölge falezleri ile ünlü. Sahil şeridine karakterini veren tebeşirli yamaçlar ve bulanık sular. Sol tarafımızda gördüğümüz ise bu bölgenin en tanınan falezi, ünlü Fransız yazar Guy de Maupassant tarfından hortumunu suya sokmuş bir file benzetilmiş ve gerçekten öyle görünen, Falez Aval.( Falaise d’Aval)

Plaj, denize doğru eğimli ve taşlık, falezler ise ezici büyüklükte. Yaya patikaları ile falezlerin üstüne çıkıp bu nefes kesici manazaralar birde tepeden seyredilebiliyor. ( mutlaka yapılmalı )

Biz, bu küçücük kasabanın devasa plajında oturup abur cubur yiyerek ,vurucu etkiye sahip haşmetli falezleri ve bizim kazak-mont ile dolaştığımız havada denize giren manyakları seyretmeyi tercih ediyoruz. En sonunda dayanamayıp denize elimizi soktuğumuzda suyun ılık olduğu anlaşılıyor.

Bir kere görenin etkisinden kolay kolay kurtulamayacağı ve asla unutmayacağı bu ihtişamlı manzaraya veda etmek zor geliyor. Bretanya ve Normandiya‘ya veda etmek de zor geliyor.

Bu gezimizi çok sevdik. Yoğundu daha görülecek yerler vardı ( hiç bitmez zaten ) ama güzeldi. Mutfaklarının rekabetsiz bir üne sahip olduğunu düşünsemde, Fransa pek çok güzelliği ve ilgi çekici coğrafyayı barındırıyor. Bizim gezdiğimiz henüz küçük bir bölümü.

phalese avalAraba kiralama konusunda da ilkimizi gerçekleştirmiş oluyoruz. Paris‘te trafik ne kadar komplike olsada, cahil cesareti ile zoru başarmış durumdayız. Fransa, araba ile gezmek konusunda, doğru bir seçim çünkü çok iyi bir ülke yol sistemi geliştirmişler ve standardı hiç düşürmemişler. Büyük ülke olmak böyle oluyor sanırım.

Türkiye’de, bir iki park ile refüje lale ekmeyi büyük belediyecilik hizmeti sananların özellikle Bretanya’daki köyleri ( kasaba değil köy ) görmelerini de ayrıca bir dipnot olarak  isterdim.

Sorunsuzca döndüğümüz Paris’te son geceyi Champs Elysee’de geçirmek istiyoruz. Bretanya’ya, Normandiya’ya ve Paris’e, inşallah böyle başka güzel gezilere yine gideriz diye dua ederek HOŞÇAKAL diyoruz….

kuzey-fransa-nisan-2011

 

 

 

 

 

Paylaşın: