Çocukla Geziyorum

KUZEY FRANSA – 6.gün PARC ASTERİX,ST.MİCHEL

14 Nisan Perşembe 2011

İki otobüs dolusu İspanyol öğrencinin yerine gelen iki otobüs dolusu yaşlı Alman turist, oteldeki gürültü ve kalabalığı azaltmıyorlar, hareketi  ağır çekim moduna getiriyorlar. Üstelik, asansör kapmada yaşlarına hürmeten itiştiremiyoruz da artık.

Bu kadar adam yetmezmiş gibi bir de kongre için envai çeşit insan toplanmış ki asansördeki hınca hınç kapışmanın üstüne, kahvaltıda da bitmeden yakalamak için iki dilim peynirin peşine düşüyoruz.

Hata yapmış olmanın pişmanlığının duruma faydası olmayacağı için, peynirleri ve asansörleri yakalar yakalamaz, işimizi bitirip kendimizi hızla otelden atıyoruz. Otelin sinir bozuculuğunun yanında, otopark yollarının sadece 2m. genişliğinde ve golf tipi arabayı dahi sürtme riski taşıdığı konusu, artık sinir bozucu gelmiyor.

Neyseki bugünkü programımız sınırsız eğlence üzerine. On beş sene kadar önce çocuksuz olarak ziyaret etmiş olduğumuz ama şu anda hayal meyal hatırladığımız Parc Asterix.( www.parcasterix.fr )

A1 otobanına çıkıp Lille istikametinde gidince, çok kısa bir mesafe sonra Parc Asterix tabelaları görülüyor. Charles de Gaulle Havaalanı’ndan ve Louvre Müzesi’nin önünden kalkan, Parc Asterix shuttle’ları da var otobüsle gelmek isteyenlere ama direk tren yok.

Girer girmez, ana caddenin sonunda her yerden görülebilecek  tepenin üzerine oturmuş Asterix, güler yüzü ile karşılıyor bizi. Çocukluğu, gençliği, Asterix maceraları ile geçmiş olanlar için çok daha fazla anlam ifade edecek parkta, oyunlar her yaş grubuna göre. Maceralardaki karakterlerin ve bazı macera konularının yer aldığı oyunların en çılgın olanları, ağırlıklı olarak suda yapılanlar. Sadece Çaka’ya yedek kıyafet getirdiğimiz için sulu oyunları en sona bırakmak durumunda kalıyoruz.

Park, üç tema olarak gruplanmış. Paris, Galya ve Roma. Bazı oyunlar, Legoland’lardaki oyunlarla benzer tipte. Park planında, hangi oyunların her yaştan  aile bireylerinin birlikte katılabileceği aile oyunları olduğu, hangilerinin sadece çocuklara yönelik ve hangilerinin de aksiyon içeren heyecana yönelik oyunlar olduğu belirtilmiş. Pass Premium, yani kuyruk beklemeden geçme özelliği her oyunda yok, sadece dört oyunu kapsıyor bu nedenle bize cazip görünmüyor.

Tabiki bu parkta da, her oyunda, en düşüğü 1.20 m. olan boy sınırlaması var ve bazı oyunlarda da küçük çocuklara bir ebeveynin eşlik etmesi isteniyor. Oyunların haricinde, restoranlar, mağazalar ve Showların yapıldığı gösteri alanları, Parc Asterix’de de tüm diğer eğlence parklarında olduğu gibi mevcut.

Parc Asterix, ortasında bir göletin bulunduğu  yeşillikler içinde bir alana yayıldığı için Eurodisney’in üzerimizde bıraktığı metalik yorucu etkiyi yapmıyor. Hep birlikte bütün aile oyunlarına biniyoruz. Çaka’da çocuklar için olanların hepsine biniyor.

Yanlış bilmiyorsam, Avrupa’nın en büyük roller coaster’ı burada, Goudourix. Diğer oyun alanlarının dışına yerleştirilmiş, birkaç kere arka arkaya diareler çizdiren bu trenin, yanına bile gitmiyoruz. Ama Çaka ve Çağan, daha mütevazi olan Periferix adlı trene bayılarak, defalarca biniyorlar.

Benim favorim ‘’Le defi de Cesar ‘’denilen Roma gemisi ve Roma mahallesi gibi dekore edilmiş pasaj oluyor. ‘’Le defi de Cesar ‘’da, Roma gemisi gibi dizayn edilmiş bir bölmeye giriyorsunuz ve camdan geldiklerini gördüğünüz Oburix ve Asterix, gemiyi ters çeviriyorlar. Daha doğrusu sadece görüntü öyle ama iyi panikletiyor.

Ailecek ortak beğenimizi kazanan ise ‘’Epidamais Croisieres’’. Maceralarda sıkça rastlanılan Arap satıcı Epidamais ‘in teknesi ile gezilen Galya Köyü, size tüm kahramanları ve evlerini, tüm karakter özelliklerini yansıtarak hoş bir mizansenle gösteriyor.

Ama illaki en eğlenceli olan oyunlar suda geçenler. Atraksiyonel oyunlardan ‘’ Grand Splash ‘’, Asterix’in oturduğu tepenin üzerinden hızla suya inen bir kayık. Fazla ıslatıyor gibi göründüğü için binmesek de aslında ,’’Romus et Rapidus ‘’ adlı gayzerler çıkan nehirde döne döne şelaleler inilen oyunun daha fazla ıslattığını bindikten sonra anlıyoruz. Bir kere ıslanınca da önümüzde özgürlüğün kapıları açılıyor.

Nasıl olsa ıslanmış olduğumuz için su oyunlarının keyfini iyice çıkarırıp, Çağan’ın ısrarı ile en mükemmeli bu diye bindiğim ‘’L’Oxygenerium’’dan sonra  bırakın su oyunlarını, eğlence
parklarına tövbe etme noktasına geliyorum.

Büyük yuvarlak bir lastik bot içinde, bağlanmadan sadece tutunmak sureti ile oturup, sürekli olarak kendi etrafında dönerek, son sürat, dik, dönemeçli ve şelaleli bir su kaydırağından parc asterixiniliyor. Paris’e gidene kadar başım dönüyor ve midem bulanıyor, bunun acısını Çağan’dan okul zamanı çıkarmaya karar veriyorum.

Son atraksiyon hariç, sevdiğimiz bir kahramanı ve köyünü, maceralarını canlı yaşamak, çocuklara bilgisayar oyunlarının haricinde eğlenceler ve daha masum  karakterler olduğunu göstermiş olmanın huzurunu yaşatıyor. Hediyelik eşya mağazasında çalışan Şenay’dan, sevimli köpek  İdefix ve yastığını hatıra olarak satın alıp, bu güzel parka hoşça kal diyoruz.

Nihayet öğrendiğimizden  herhalde, oteli bulmak bu sefer kolay ama, otelin kalabalıklığından odayı bulmak zor oluyor. Islak üstlerimizi değiştirip, metro ile Seine Nehrinin güney tarafında, parc asterixNotre-Dame Kilisesi‘nin bulunduğu, İle de France adasının hemen karşısındaki  St.Michel durağında iniyoruz.

Bu arada Paris’e geldiğimizden sonra geçen şu iki senede metroda kitap okuyanların yerini sürekli olarak cep telefonu ile konuşan yada telefondan müzik dinleyenler almış. Bir büyüğümüzün dediği gibi; bir gün herkes Türkleşecek. Fransızlar bir ucundan başlamış gibi geliyor bize. Ama metrolardaki insan profilini incelediğimizde bunun henüz imkansız olduğunu görüyoruz. Çünkü aşırı derecede zevksiz giyiniyorlar.

Türkiye’de maddi durumu giyime çok para harmaya müsait olmayan insanlar dahi çok daha göze hoş görünen bir giyim zevkine sahiptir, bir üsturup, uyum olur. Modanın başkenti diye anılan bir şehirde, metrodaki adamın kılık kıyafeti dökülüyor. Ayakkabı diye giydiklerini, Türkiyede çöpe atsanız kimse alıp giymez. Sokaktaki adam nasıl bir zevksizliğe sahip anlıyamıyoruz.

Dikkatimizi çeken bir başka konu ise şişman insanların büyük çoğunlukla zenciler oluşu. Çoğu Müslüman olan bu zenciler, Fransızlara göre farklı beslenme alışkanlıklarına sahip olmalılar. Tahminimizce Fransızlar açlıktan zayıf. Fransa yiyeceğin pahalı olduğu bir ülke ve şahsi kannatimizce Fransız mutfağı da Türk mutfağı gibi bol bol yemeğe özendirecek bir mutfak değil. Kaz ciğerini ekmek bana bana kaç kilo yiyebilirsiniz yada yanında börekle kaç bardak şarap içilebilir anlamında.

Her metroya binişimizde tuhaf bir olayla karşılaşmamız, bize kendini gösterme isteğinin artmış olduğunu hissettiriyor. Eskiden sadece sarhoş ve dilenciler rahatsız ederken şimdi, metroda durup dururken şarkı söyleyenler, dans edenler, sağa sola laf atanlar, kendini yerlere atıp gülenler filan ortaya çıkmış. Çağan ve Çaka, televizyon izler gibi seyrediyorlar her olan ve bize garip gelen olayı.

st.michelSt.Michel durağında inince, Fountain ( St.Michel çeşmesi ) tarafından çıkıyoruz ve ağzımız açık kalıyor. Turistik bölgelerde, nerde bu Paris’liler diye arayıp bir türlü rastlıyamadığımız bütün Paris’liler meğer buradaymış. St.Michel Fountain bir abide ve İstanbul Taksim’de AKM önü işlevi görüyor yani herkesin buluşmak için adres verdiği nirengi noktası. Etrafındaki sokaklar, cafelerle ve Paris’lilerle dolu, çok az turist tipli insan var.

Özellikle St.Marcel sokağı rağbet görüyor. Hoşumuza giden bu bölgede yemek yemeğe karar veriyoruz ve ortalığı en iyi gören bir cafede oturuyoruz. Karşı sokağımızda Sorbon Üniversitesi’nin ilk kurulduğu binalar var.

Fırsat bulmuşken bir Fransız cafesinde, Fransız spesiyatelerinden yiyeyim diyorum, önce bir soğan çorbası, üstüne Coq au Vin (şarapta horoz )deniyorum. Daha önce denemiş olduğum Foie Gras ( Kaz ciğeri ) içimi bayılttığı için yeltenmiyorum bile ve kesinlikle anlıyorum ki, Fransız yemekleri asla Türklere göre değil. Az önce yukarıda bahsetmiş olduğum iştah açmak ve özendirmek meselesi horozdan sonra zihnime yerleşiyor .

Ülkeye geldim ayıp olmasın deneyeyim bari bile demeyin yada en azından paranızı, hakkedeceğini düşündüğünüz bir versiyon üzerinde harcayın. Tabiki bu konuda önerilecek adres verecek uzmanlığa sahip değilim ama en tanınmışlarından ünlü Paul Bocuse ‘ün 3 yıldızlı gastronomik restoranı benim bir daha Fransa ‘ya gelirsem ne yapıp edip, gerekirse üç ay önceden randevu alıp gideceğim bir adres olacak.( www.bocuse.fr )

Yada çok param var helal olsun diyecekseniz Le Crillon Otel’in( Hotel de Crillon- www.crillon.com )  restoranı Les Ambassadeurs, gurme bir üne sahip şu sıralar. Yine de ben, Fransız  mutfağının Türk mutfağından daha lezzetli olmadığı konusuna fena takılmış durumdayım.

Paris’in gerçek yüzünü, Paris’li gençleri, gelip geçenleri, keyifle bir müddet seyredip, gelmişken Eiffel’i gece görmeden dönmeyelim diyerek Eiffel’e gidiyoruz.

Saat bayağı geç olsa da Eiffel’in altı adam kaynıyor. Her milletten ve yaştan insan var. Her hali ile ihtişamlı olan Eiffel , gece de çok etkileyici.

Fransız yemeklerinden daha güzel olduğu tartışmasız ….

kuzey-fransa-1-gun-rennesbretanya

kuzey-fransa-2-gun-mont-st-michelfougeresrennes

kuzey-fransa-3-gun-st-malocancaledinan

kuzey-fransa-4-gun-vitrele-mansparis

kuzey-fransa-5-gun-pierrefondsle-bourget

 

kuzey-fransa-7-gun-honfleurdeauvilleetretat

 

asterix-fransa

parc-asterix-fransa-paris

 

 

 

Paylaşın: