Çocukla Geziyorum

KUZEY FRANSA – 4.gün VİTRÉ,LE MANS,Paris

12 Nisan Salı 2011

Çok hoşumuza giden sevimli otelimizden dönüş yolunu ezberleyemeden ayrılıyoruz. Sabah kahvaltıda bir kongre için gelenler dikkatimizi çekiyor. Kahvaltı almayıp ( ortalama 15 euro ) otelin lobisinde, ayakta, bedava kruasan yiyip kahve içiyorlar. Biz onlara hayretle bakarken, yolda atıştırmak ( ! ) için aldığımız poşetler dolusu yiyeceği  arabaya taşıyan bizlere de onlar hayretle bakıyorlar.

Zayıf olmalarının, kanımızca gerçek sebebinin aç olmaları olan bu insanlara, acımamak mümkün değil. Bir kez daha memleketimin bolluk ve bereketine şükrediyorum. Çalış, didin ve Türkiye standartlarına göre oldukça vasat kabul edilebilecek bir kahvaltı bile, kendi ülkende,  iş için gönderildiğin bir otelde sana pahalı gelsin. Bu medeniyetin hangi yüzü.

Rennes’e, çiçeklerine, tarlalarına, taş evlerine, yarı ahşap evlerine, sonsuz görünen plajlarına, istridye ile midyelerine ve kendimize yakın hissettiğimiz Bretanya’ya veda edip geldiğimiz yol üzerinden, A81-A11  otobanından, Paris istikametine doğru yola çıkıyoruz. İlk durağımız yol üstündeki Vitré adında bir kasaba.

Vitré, Bretanya‘nın, İle -et-Villaine departmanında ( Rennes ile aynı departman ) yer alıyor. Bölgenin tarımsal merkezi, köklü bir tarih ve sanat geçmişine sahip. Fransa’da yapılan en çiçekli şehir  seçimlerinde,  ”ville fleurie” ( çiçekli şehir ) sıfatını, 2008 yılında ,”3 çiçek” olarak almış. Victor Hugo, Notre Dame romanında Vitré‘nin tamamen gotik ve homojen yapısını korumuş olmasından duyduğu mutluluğu dile getirmiş.

Vitré sapağından girince, Rue Baudrairie ve Rue d’Embas’da yarı ahşap evlerin önünden araba ile geçip, 15-16.yy.lardan kalma gotik tarzdaki Cathedrale Notre-Dame’ın önünde biraz resim çekiyoruz.Yakındaki tepenin üzerinde, kalem gibi küçük kuleleri ve yanındaki pitoresk 15.-16.yy.yapıları  ile Chateau de Vitré, göz IMG_3400alıyor.

Şatoya çok yakın, D88 yolu üzerinde ise, XIV.Louis  dönemi saray hayatının ünlü mektup yazarı ve vakanüvisi olan aynı zamanda XIV.Louis’nin en hatırı sayılır metreslerinden, Mme de Sevigné’nin evi, Chateau de Rocher-Sevigné bulunuyor. Ziyarete açık olan ev ve  eşyalarını inceleme fırsatı bana çok cazip görünmüş olsa da uzun bir yolumuz, uğrayacak yerlerimiz ve bulmamız gereken bir otel olduğu için, sadece uzaktan bakmakla yetinip, yolumuza devam ediyoruz.

Sınırlı vaktimizde kullanmak istediğimiz bir  zaman dilimi, yollar üzerinde sıklıkla dikkatimizi  çeken, 10 km .de bir yapılmış ‘’Air’’ adı altındaki yol dinlenme park yerleri. A, bazen N ve D kodlu yollarda, geçilen bölgenin adını alıyor bu alanlar. Bunlardan birinde piknik yapmak için poşetler dolusu ıvır zıvırı önceden hazırlamış durumdayız. Bu park alanlarında, piknik masaları, düzenli araba park yerleri, bazılarında çocuk oyun alanları, tuvaletler ve tertemiz tuvaletlerde, su, peçete, sabun ve müzik yayını var. Yani Türkiye’de hiçbir otoyol dinlenme alanında rastlayamayacağımız herşey.

Air de Vitré ‘de duruyoruz. Araçlar ayrı yere, tırlar ayrı yere park ediyor. Bizim gibi durmuş
olan çok kişi var. Abur cubur dolu yiyecek paketlerimizi çıkarıp, sert ama güzel havanın, çayırların, tatilde olmanın, çocuklarla olmanın, merak ettiğimiz ıvır zıvırı yemenin keyfini  çıkarıyoruz.

Sonraki durak, yine yol üzerindeki Le Mans şehri. Amaç internet sitesinden bugün olduğunu gördüğümüz Bugatti sıralama yarışlarına yetişmek. ( www.lemans.org )

Le Mans’da, şehir içi haritamız olmadığı için nereye gideceğimizi bulmakta zorlanıyoruz. Her zaman tren garlarında inip hemen bir şehir haritası edinmeye alıştığımız için, şehri bilmeden araba kullanmak stresli oluyor. Gideceğimiz yerler ile ilgili şehir haritalarını edinmeli yada Google haritalardan basmalıymışız.

Basit bir tahmin ile merkezin katedralin bulunduğu yer olacağını ve orada mutlaka dünyaca tanınan yarış alanına yönlendirecek bir ok olacağını varsayıyoruz. Le Mans Katedrali‘nin merkez sayılabileceği doğru olsada yarışlar için en ufak bir bilgi yok. Gelmişken katedralin çevresini biraz geziyoruz. Katedralin bulunduğu bölge ve çevresi, ’’Cyrano de Bergerac’’  gibi epiklerin çekildiği doğal bir film seti. Rönesans malikaneleri, yarı ahşap evler, kemerli sokaklar ve küçük avlular ile harika bir yer.

Biraz dolaşıp harita bulmak için merkez tren garına da gitsek sonuç aynı oluyor ve bayağı zaman kaybediyoruz. Sonra web sitesinden hatırladığım kadarı ile Tours şehri istikametinde şehrin güneyine inip belli belirsiz tek bir levhanın izini sürerek, zorda olsa Le Mans 24 yarış alanını buluyoruz ama Bugatti sıralama turları çoktan bitmiş oluyor. ( Sonuç Le Mans’dan Tours yönünde güneye inilecek )

M.Bolleé’nin arabaya motoru yerleştiren ilk kişi olmasından bu yana, Le Mans adı, otomobil ile özdeşleşmiş. Götürülen arabalara ve piste bakıp, gezmek üzere müzeye giriyoruz. (www.lemusee24h.com ) Museé Automobile de le Sarthe, Museé des 24 heures.

1923’den itibaren, hemen hemen her senenin yarış arabalarının ve Steve Mc Queen gibi yarışlarla adı özdeşleşmiş efsanevi pilotların tanıtıldığı güzel tasarlanmış bir müze. Hediyelik mağazasından bir T-Shirt almak farz oluyor artık.

Gezi planımıza göre, Paris’e ulaşmadan önce yine yol üzerindeki Chartres kasabasına uğramak istiyoruz ama Le Mans’da o kadar vakit kaybedince, Paris’in trafiğine hiç bilmeden kararmış bir havada  girmeye cesaret edemiyoruz ve Chartres’ı bir başka geziye, belki Loire Vadisi gezisine, havale ediyoruz.

Oysa Chartres Katedrali, Avrupanın en görkemli gotik katedrallerinden biri. Yapımına 1020 de başlanan bu katedralin vitrayları, kraliyet, aristokrasi ve tüccar loncalarının bağışları ile
oluşturulmuş muhteşem bir koleksiyon. 150 nin üzerinde pencerede 13.yy.da günlük
le mansyaşamdan ve İncil’den hikayelerin anlatıldığı bu vitraylar, Unesco Dünya Mirası listesinde.

İçimiz burkularak bu güzellikten vazgeçmiş olsakda, ne kadar yerinde bir karar olduğu Paris’e yaklaşınca anlaşılıyor. Paris, araba kiralanacak son şehirmiş. Mübalağasız bir tabirle, Paris’e yüzlerce giriş, yüzlerce çıkış var. Tabii Paris’in dairesel formda gelişmiş bir şehir olmasının, ışınsal yol sistemi oluşumunda ve genişledikçe yolların örümcek ağı gibi örülmesinde  etkisi var.

İlk tutturulması gereken hedef, otoban girişleri ile Paris yuvarlağının içi ( yani bildiğimiz Paris’in turistik bölgeleri ) arasında yer alan çevre yolu,  ‘Peripherique’’ e girebilmek. Bu ulaşmayı, sağ veya sola yönlenecek şekilde doğru istikamette yapmak gerekli, aksi taktirde gitmek istediğiniz bölge için Paris’in çevresinde bir tur atmak işten bile değil.

Bu arada otobanların bağlantısının olduğu bir dış ‘’Peripherique’’  ( extérieur ) ve buna paralel dolaşan ve  istediğiniz sokağa girmenizi sağlayan,  iç ‘’Peripherique’’ ( intérieur) var.

Otobandan gelip, dış çevre yoluna ulaştığızda, döneceğiniz yada çıkış yapacağınız kapının ( porte ) gideceğiniz semt tarafında olmasını da tutturduktan sonra, semtinizin ismini taşıyan kapıyı kaçırmamaya çalışıyorsunuz. ( beyaz tabelalar semt çıkışları ) Otelimiz,  Bagnolet semtinde olduğu için biz  Porte de Bagnolet ‘den çıkıyoruz.

Sistem ve düzen fazlalığının yarattığı  muazzam  karmaşa, yoğun bir akşam trafiği, milyonlarca yol ve çıkış seçeneği, daracık yollar, farklı yol kuralları, bilmediğiniz bir adres ve hiçte kibar olmayan Paris’li sürücüler. Otelimiz Novotel Porte Bagnolet’i bulup, otoparkına girişi keşfedip, darlığından dolayı iyice gerilip arabayı sürtmeden nihayet parkettiğimizde Tekin’inde benimde başım stresten zonkluyor. Çocuklar da arabadaki gerilimden paylarını almış durumdalar.

novotel_bagnolet_hotel_paris_photo[1]Birde üstüne otelin lobisindeki iki otobüs dolusu, sürekli konuşan ve hareket eden İspanyol öğrenci grubu tuz biber oluyor. Rennes’deki dinlendirici huzur dolu otelden sonra aptallaştırıcı bir şok yaşıyoruz.

Otel, Novotel Porte Bagnolet, büyük ve ferah bir otel ama anlıyoruz ki Paris ‘’Peripherique’’  in dışında kalan oteller, Paris içine otobüs giremediği için, büyük otobüslü grupları ağırlayan oteller oluyormuş. Pişmanlıktan yerlerde sürünecek haldeyiz ama yapacak bir şey yok.

Rennes’den Paris’e gelme süresi ile kıyaslanabilecek bir süre asansör bekleyip, odaya kendimizi atarak, açlıktan ölmemek için ( abur cuburlar doyurmuyor ) mecburen tekrar çıkıp, metro ile ( ! ) Champs -Elysée’ye iniyoruz. Arabanın stresinden sonra metro iyi geliyor ama onunda pis kokusunu özlemediğimizi anlıyoruz.

Paris‘in en tanınmış caddesi Champs -Elysée üzerinde, George V durağında inerek, karşımıza çıkan Quick’e atıyoruz kendimizi. Şaşırtıcı bir durum olarak ilk kez gece geç saatte ve hafta içi, Champs -Elysée’de bütün mağazalar açık. Saat 17.00’de heryeri kapatan Avrupa için tuhaf bir durum. Sebep büyük ihtimalle paskalya olmalı diye düşünüyoruz yoksa ekonomik kriz dahi olsa hayatta bir dakika fazla çalışmazlar.

İlk kez bu kadar hareketli ve canlı gördüğümüz Champs -Elysée’nin, ruhsuz halinden eser kalmamış, Türkiye’ye benzemiş, canlı, kalabalık, ışıl ışıl, hareketli.

Yol stresinden sonra iyi geliyor…

 

kuzey-fransa-5-gun-pierrefondsle-bourget

kuzey-fransa-6-gun-parc-asterixst-michel

kuzey-fransa-7-gun-honfleurdeauvilleetretat

 

le-mans-24-yarislari-fransa-le-mans

 

 

 

Paylaşın: