30 Ocak Perşembe 2014
Solaise, Airstar Night Light
Dün akşamki yemekten sonra şöminenin önünü kaplamış olduklarını fark ettiğimiz Rus grup, biz kahvaltıya inene kadar kahvaltıyı talan etmiş. Bırakın peyniri krepi, tabak bile kalmamış. Noluyor diye bakınırken imdadımıza Nuray hanım yetişiyor. Hemen krepleri ve peynirleri bizim için yeniden organize ediyor.
Kahvaltıdan sonra bugün maceraya atılmayarak, Çaka’yı da ürkütmeden ortama ısındırmak adına hiç yukarılara çıkma telaşına girmeden direkt olarak Lanches I-II pistine gidiyoruz. Ancak bir kere teleskiden düşmüş olan Çaka’nın inat damarı tutuyor ve ısrarla teleskiye binmiyor. Alışması için biraz kayaklarla dolaşınca tabi ki her çocuk gibi hevesleniyor ama inat nasıl bir dürtü ise kırılmadığından bu seferde pisti yürüyerek çıkıp çıkıp öyle kayıyor, bizde onun kayaklarını teleski ile çıkarıp, geleceği yere kadar bırakıyoruz. Bir kaç turdan sonra kaymak istese de yorgunluktan pes etmek zorunda kalıyor ve bizde dünyanın en güzel pistlerine sahip bir beldede, acemi pistinde kaymak durumunda kalıyoruz.
Aslında bu şekilde davranması, bizim açımızdan da paslı ayaklarımızın kayağın ağırlığına alışması ve kendi hakimiyetimizi sağlayabilme bakımından alıştırma yapmanın daha iyi olduğunu idrak etmemize ve çocuğu bir anda yoğun bir kalabalığın içine atıp hadi kay demenin ne kadar büyük bir hata olduğunu anlamamıza yarıyor. Yine de bir daha kar tatili yaparsak, sadece kayak yapacağımız ve çocukları kayak okuluna verebileceğimiz bir yere gitme kararı da bu anda alınmış oluyor. Hem gezeyim hem kayayım, zamansal açıdan gerginlik yaratan zorlayıcı bir düşünce, en azından küçük yaşta.
Bu sefer öğle yemeği yemek için bir başka tepeye Solaise tepesine çıkalım diyoruz. Solaise tepesinin ana çıkış noktası Val d’Isère’in içinden Rond Point des Pistes’de Solaise Express telesiyeji ( kayak ile direkt piste indiğiniz liflere express deniyor ) ya da Solaise teleferiği. Solaise tarafına kuzeyde Le Manchet’den veya Le Fornet tarafından da dolaylı olarak telesiyejlerle ulaşılabiliyor.
Tepeye çıkan teleferik veya telekabinler, talebin yoğun olduğu hatlara göre farklı nitelik ve kapasitedeler. Solaise ‘e çıkan teleferik orta büyüklükte, pek rağbet görmüyor gibi. Çıkış noktasının Joseray içine biraz yürünerek ulaşılmasından da kaynaklanıyor olabilir. Bu sayede Club Med Val d’Isère’in bulunduğu Joseray bölgesini ve kullandıkları pistleri de görmüş oluyoruz.
Solaise tepesinden kasaba merkezine inen pistler tam anlamı ile birer korku öğesi. Kırmızı ve siyah olan bu pistlerin bir tanesi de ‘’boardercross’’. Dar U şeklinde ve neredeyse 80-90 dereceye yakın bir eğim. İşin tuhafı buradan da inmeye çalışan bayağı bir çılgın var. Biz bakarken bile fena oluyoruz, nedir insanlardaki bu adrenalin tutkusu anlamak mümkün değil.
Solaise’in tepe çanağında nispeten yeşil pist olarak nitelenen düzlük bir alan ve daha kuzey tepelerinde ise mavi pistler mevcut. Aşağıda hava daha mutedil iken 2560 mt. deki Solaise tepesinde tipi gibi kar yağışı bizi karşılıyor. Rüzgarda burada daha soğuk ve sert esiyor.
Teleferik istasyonunda daha öncede görmüş olduğumuz ama incelemediğimiz bir afiş dikkatimizi çekiyor. ‘’ Save the Logo ‘’. Val d’Isère’in sembolü, bölgenin eski hakimleri olan Savoy düklerinin logosu, bir kartal sembolü. Çünkü bu dağlardaki doğal yaşam alanlarında ( Vanoise Milli Parkında ), alçaklarda yaşayan Tetras-Lyre ( kara orman tavuğu )kuşları ile yüksek mevkilerde sayısız kartal barınıyor. Zaten tepelere çıktıkça üzerinizde veya altınızda ağırca süzülen, gözler gibi dönerek dolaşan kartalları sıklıkla görebilmeniz mümkün. Val d’Isère yönetimi de bu vakur hayvanları korumak için ‘’Save the Logo ‘’ kampanyası altında çeşitli projelere destek veriyor.
Etrafımızda dönen kartallara daha bir dikkatli bakarak istasyonda bulunan restorana giriyoruz ama saat 15.00’e geldiğinden restoran ne kadar geniş olsa da yemekler toplanmış. Böylede sinir bozucu bir disipline sahip bu Avrupalılar. Çok şükür kapanmadan yakaladığımız Snack bar’da tek seçenek olarak pizza almak durumunda kalıyoruz ki gayet de lezzetli çıkıyorlar.
Aşağı inince çocukları otele gönderip, biz artık daha fazla dayanamadığımız alışveriş cazibesine kaptırıyoruz biraz kendimizi. Çarşı büyük ve seçenekli, kayak ve kış markaları olarak bilinen bilinmeyen tüm mağazalar mevcut. Özel favorim Millet, geniş bir experience store ile beni ziyadesi ile memnun ediyor. Bir başka mağazada ise Peak Performance’lara bayılıyorum ama hakkımı nispeten daha ucuz olan Eider’larda kullanıyorum. North Face ve Columbia gibi Türkiye’de olan markaların da burada daha farklı ve seçenekli modellere sahip olduğunu söylemek gerek.
Eğer bir mağazadan bir seferde 175 € ve üstü alışveriş yaparsanız, vergi iadesi alabiliyorsunuz. Ancak fişi almanız haricinde mağazadan birde tax free formu talep ederek bilgileri doldurmanız ve fişi de bu forma iliştirmeniz gerekiyor. Sonra tüm topladığınız fiş+formları havaalanında tax bürolarına verebiliyorsunuz ve tabii olmadığınız vergiyi sizin kredi kartınıza iade ediyorlar.
Ayaküstü bir vin chaud ( sıcak şarap ) içip otele dönüyoruz. Sıcak şaraptan başka ‘’ chocolat chaud’’ sıcak çikolata ve ‘’xanté’’ denilen sıcak elma ile armutlu konyak likörü karışımı gibi seçeneklerde sıklıkla ve her yerde bulunabiliyor.
Perşembe günlerine özel, Avenue Olympic caddesi trafiğe kapatılarak bir sokak eğlencesi tertipleniyor her hafta, Airstar Night Light. Saat 18.00’de başlayan bu etkinlik 19.30’da bitiyor. Nasıl kaçırırız böyle bir şeyi ?
Caddenin aslında araçlar geçtiği için temiz olan yoluna özel olarak kar getirip sermişler ve orta alanlara formlu kumaş balonlar şişirerek ışıklarla renklendirmişler. Karın üzerinde, Val d’Isère’in kibarca ışıklandırılmış ahşap bazlı fonunda, pembe, yeşil, mor, mavi balıklar, küreler, alev formları ve çeşitli figürler sizi direkt olarak eğlenceye sevk ediyor.
Bir adam, büyük bir buz kalıbından testere ile bir ayı figürü keserken, ellerinde çalgılar ve meşaleler ile uzun bacaklar üzerinde antenleri ve komik kıyafetleri olan adamlar, davullar, farklı enstrümanlar ile geçerek bayağı bir şamata yapıyorlar.
Çarşının orta noktasındaki küçük meydanda ise iki genç yüksek volümde bir ritm gösterisi sunuyor. Biri müzik çalarken diğeri varillere vurmak usulü ile ritim yapıyor. Daha sonra benim üşüdüğü için giydiğini sandığım bir yelekle göğsüne vurarak bas tonlarla şovu bir basamak daha yukarı taşıyor. Hatta kalabalığın coşması ile daha da ileri giderek, bizim ne sesi çıkaracak acaba diye düşündüğümüz gözlüğünü takıp, varillerden kaynak makinesi gibi kor parçaları sıçratarak eğlencenin boyutunu iyice kızıştırıyor. Ritim grubunun hemen yanındaki görevliler ise, müziğe eşlik edenlere sıcak şarap ikram ediyorlar.
Çok kullanılan uluslararası bir seyahat sitesinden, 86 restorandan 1.sırada beğenilen diye not aldığım ve bin bir güçlükle otelden rezervasyon yaptırdığım L’Avancher Restoran, illaki 19.00’da gelsinler yoksa yer yok dediği için, bu güzelim sokak eğlencesini 19.30’a kadar devam ettiremiyoruz ve Le Fornet tarafına doğru bir durak sonrasında yer alan L’Avancher Restoran’a gidiyoruz.
Daha garson bizi bomboş restoranda en dipteki sıkışık masaya yerleştirmeye çalışınca ve geldiğim mekanın atmosferi gözüme bayağı bir vasat görününce tadım kaçmaya başlıyor ama çok iyi diye oy veren bu kadar insan yanılıyor olamaz diye yutuyorum keyfimi kaçıran tükürüğü. ( bu arada çocuklu aile görünce genelde ücra köşeye atılırsanız kesinlikle itiraz edin, hemen vazgeçiyor Avrupalılar )
Bu restoran Savoyard spesiyatileri ile ünlü yani Fransız-İtalyan ağırlıklı olarak İsviçre yemekleri karışımı. Chamonix’ten alışkın olduğumuz ve sevdiğimiz eriyen peynirler, masa üstü mangallarda veya taşta pişen etler v.s.
Daha önce yediğimiz ‘’Raclette’’ genelde haşlanmış patates ve et seçenekleri ile yiyemeyeceğiniz kadar ve farklı tiplerde peynirlerle gelir ve siz önünüzdeki minik küreklerle bunları eritirsiniz. Bu restoranda et yok sadece domuz şarküterisi ile geliyor. Peynirid e içeride eritip getirip tabağınıza koyuyorlar ki bekle getirsin.
Çaka’ya söylediğimiz hamburger köftesi büyüklüğünde olup köfte amacı güdülen ‘’steak haché’’, Çaka’nın haklı olarak ağzına alıp anında tükürmesi ile sonuçlanan bir rezalet çıkıyor. Çağan’a söylenen domuz eti olmayan et tabağında ise buz gibi soğuk ve aşırı köri soslu hindi etlerinin kokusu domuz pastırmalarını bile bastırıyor.
Sonuç olarak sadece haşlanmış patates, kızarmış patates ve garsonun lütfedip getirdiği biraz erimiş peynir yemeye dünyanın parasını veriyoruz. Türklere hitap etmeyen bu yer, bize 19.00’u geçirmeyin diye ısrar ettiği şekilde dolmuyor bile. Kandırılmış, aç kalmış ve kazıklanmış olarak çıktığımız bu 1 numaralı beğenilen restorana da öneren siteye de sinir oluyorum.
Bu tarz çok yoğun kullanılan sitelerde oylama kriterlerini ve kimlerin hangi özelliği beğenerek oy verdiğini, beğeni adedi kadar neden beğenildiği hususununda incelenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Çok şükür ki Val d’Isère’de tek hezimetimiz bu restoran olarak kalıyor….
Ne olursa olsun sevdik biz Val d’Isère’i….Birde kayabilsek….