28 Eylül Pazar 2008
Otelimiz garın hemen yanında olduğu için, odadan gara gelip giden bütün trenleri görebiliyoruz. Özellikle Çaka, yere kadar uzanan camın önünde oturup, film seyreder gibi trenleri seyrediyor. Avrupanın diğer ülkelerine giden hızlı trenler oldukça etkileyici, modern hatları göz alıcı.
Kahvaltı salonunu otelin terasına yapmışlar, salonun etrafını da tamamen camdan dizayn ettikleri için, kahvaltı yaparken, Leman Gölü’nü ve Cenevre‘yi tepeden seyretmek münkün olabiliyor. Ancak kahvaltının da, çalışanların da, otelin dizaynı ve konumu kadar başarılı olduklarını söylemek mümkün değil malesef.
Her yer normal zaman da bile kapalıya yakınken (geç saatte açıp, erken saatte kapatıyorlar )pazar günü, hiçbir yere açık olma ihtimali vermiyoruz. Bugün, Neuchatel‘de, bağ bozumu festivalinin son günü. Tam olarak nasıl bir şey olduğunu kestiremesek de, her yeri kapalı bir şehirde gezmekten iyidir diyerek, tren garına yollanıyoruz.
Gardaki panolarda tren saatleri oldukça açıklayıcı olarak verilmiş, hangi trenin hangi güzergahta nereye gideceği, kaçta kalkacağı, kaçta geleceği, hangi peronda olacağı gibi bilgiler. Swiss Pass kartımız olduğu için bilet alma sorunu ile uğraşmıyoruz. Almak için, satış ofislerinde nereye gideceğinizi söylemek yeterli oluyor, size ilk trenin ne zaman kalkacağı, kaç para olacağı ve nereden binileceği biletle birlikte veriliyor. Çok tecrübeli iseniz otomatlarda var. Genelde saat çeyreklerindeki sadece büyük şehirlerde duran express trenlere binerseniz, çok kısa zamanda istediğiniz yere ulaşabiliyorsunuz.
Swiss Pass biletimizle birlikte verdikleri ülke tren hatlarını gösteren harita – ki bütün bilet ofislerinden temin edilebilir-son derece açıklayıcı. Gitmek istediğiniz en ücra, en tepe, en ulaşılmaz gibi görünen noktaya bile neredeyse tren var gibi. Sadece gitmek istediğiniz şehiri, tren güzergahlarını gösteren panodaki listede buluyorsunuz, saatini ve kalktığı peronu öğreniyorsunuz. Peron numaraları sizi yönlendiriyor, o kadar ince düşünülmüş ki peronlarda beklerken hangi noktada durursanız trenin hangi mevkideki vagonunun orada duracağı bile belirtilmiş ve gelen her trenin özelliğine göre, peron panolarında anons ediliyor. Sirkeci Halkalı tren güzergahında çok ömrüm geçti, kapılardan sarkan çocuklar ve elektrik kesilince saatlerce beklediğimiz zamanlar geliyor gözümün önüne.
Neuchatel‘e, Basel hattı üzerinden, ilk kez bindiğimiz bu konforlu ve hızlı trenlerle yaptığımız 30-35 dk. süren meraklı bir yolculuk sonunda ulaşıyoruz. Yol boyunca sıralanan şarap bağları, neden burada bir bağbozumu festivali olduğunun cevabını veriyor.
Neuchatel, Neuchatel Gölü kıyısında,J ura Dağı eteklerinde, İsviçre denilince ilk akla gelen yer olmasa da, ortaya çıkmamış güzellikte bir yer. Etrafta, eski maden, Neuchatel şatosu ve Chaumont Tepesi gibi, gezip görülecek çok yer olmasına rağmen, amacımız farklı olduğu için, biz hedefimize odaklanıyoruz. Pazar günü gardaki ofisler kapalı harita bulamıyoruz, şehir merkezini gösteren okları ve önümüzden giden kalabalığı takip ederek, aşağıya göl kenarına doğru iniyoruz. Yol bizi şehrin ortasında, iki tarafı yol, ortası park olan uzun bir açıklığın başlangıcına getiriyor, bilet gişelerini görünce doğru geldiğimizi anlıyoruz.
26-27-28 Eylül ,”Fete des Vendanges Neuchatel ” ( www.fete-des-vendanges.ch) İki gün yapılan etkinliklerin neticesinde, son gün kortej geçişi şeklinde festival var. Biletler farklı kategorilerde, oturma fiyatları pahalı. Henüz neyle karşı karşıya olduğumuzun farkında olmadığımız için en ucuz kategori olan ayakta seyretme biletleri alıyoruz.
Sonradan festival geçidinin yapıldığını anladığımız yol boyunca ilerleyerek, Postane Binasının bulunduğu meydana ulaşıyoruz, burada bizi bir panayır bekliyor.
Her gittiğimiz yerde bir panayırla mı karşılaşmak zorundayız bunuda anlamış değilim. Gitti yine iki günlük yemek parası diye söylenmeye bile vakit bulamadan, çocuklar oyunlara saldırıyorlar.
Panayırın haricinde şehrin büyük bir kesimi sokak satıcılarına ayrılmış, ağırlıklı olarak yiyecek satan tezgahlar yer alıyor. Sosisler, dönerler, gözlemeler, biralar, pizzalar, çorbalar. Her çeşit ve milletten insan mevcut.
Bütün çocukların ellerinde de konfeti torbaları var. Yanlarından geçerken önüne gelene konfeti atıyorlar, aileleri de buna güldüğüne göre demek ki bu festivalin çocuklar açısından geleneksel eğlencesi konfeti atmakmış diyoruz. Çağan iki kere gafil avlandıktan sonra ne olduğunu anlayıp, eğlence kokusu alınca, bizde çocuklara konfeti almak zorunda kalıyoruz.
Başlama saati yaklaşınca, yaklaşık 2 km. boyunca sıralanmış numaralı iskemlelere yerleşmeye başlıyor yoğun kalabalık. Ayakta duracak olanlar oturanların arkasına sıralanıyor. Yaklaşık 2-3 bine yakın insanın olduğu yerde, kimsenin oturmaya gelmediği yegane iskemlelerin arkasını seçmeyi beceriyoruz. Nasıl bir şans anlıyamıyorum ama iyi de oluyor çünkü, ayakta geçmeyecek kadar uzun, iki saate yakın süren bir gösteri başlıyor.
Gösteri başladıktan bir müddet sonra önümüzdeki boş yerlere kimse oturmaya gelmediği halde, yanımızda duran İsviçrelilerin, ancak bizden gördükten sonra oturmayı akıl etmeleri yada cesaret etmeleri ise ayrıca şaşırtıcı bir durum. Saygı güzel bir nosyon ama hiçbir Türk, önünde duran boş yerlere sırf parasını vermedi diye oturmayacak kadar aptal olamaz, doğasında yok.
Bu festivalin amacı bağbozumunu kutlamak. Bölge beyaz şarapları ile ünlü. Önce, şehrin şarap kurumları, şarap tadıcıları ve şarap üreticileri geçiyor, herkese üzüm ve şarap ikram ediyorlar. İki üç iskemle önümüzdeki hanım ”ben içmiyorum, sevdiyseniz siz buyrun” diyerek Türkçe olarak, elindeki şarabı bize ikram ediyor. Bu kalabalıkta kimsenin oturmaya gelmediği koltukları seçmek olağanüstü bir şans ama, üstüne birde, bir Türk’ün arkasına oturmak, ayrı bir maharet işi.
Kamyonlarla geçen pompalı tüfekli ekip, herkesin üstüne konfeti pompalıyor, kaçış yok, çocuklar eğlenceden çıldırmış durumda. Konfetisi biten çocuklar yerlerde birikenleri toplayıp tekrar tekrar atıyorlar.
Şarap kurumlarından sonra, diğer çeşitli kuruluşlarda, çiçeklerle kaplı değişik konseptte hazırladıkları arabaları ile geçerek gösteriye katılıyorlar. Okullar, hatta anaokulları, hazırladıkları şarap ve bağcılık konusundaki çalışmaları sunarak geçiyorlar. Çeşitli gruplar, müzik ve dans gösterisi yaparak festival geçidini süslüyorlar.
Trene dönerken dahi hala herkes konfeti atmaya devam ediyor. Şehirde her yer ama her yer konfeti. Nasıl temizlendiği konusunda mutlaka bir sistem geliştirmişlerdir yoksa bu çılgınlık temizlenecek boyutta değil gibi gözüküyor. Otelde çorabımızın içinden dahi konfeti çıkıyor artık nasıl girdiyse.
Cenevre‘ye dönünce, akşam yemeğini nerde yesek diye dolaşmamak için, önceden belirlediğim, Jardin Anglais’nin bir sokak arkasında, Rue du Rhone üzerinde, merkez şubesi Paris’te olan meşhur antrikotçunun Cenevre şubesi ”Relais de l’entrecot” a ( www.relaisentrecote.fr ) gidiyoruz. Yarım saat kadar kapıda sıra beklemek zorunda kalıyoruz çünkü genelde dört kişilik masa bulmak zor oluyor ve tek başına yemeğe gelmiş yaşlı beyler ve/veya hanımlar masaları işgal edip şarapları bitene kadar kalkmıyorlar, kapıda ayakta bekleşenleri görmelerine rağmen. Türkiye’de böyle kalabalık ve popüler bir yerde tek başına saatlerce oturan yaşlı insan görmeye alışık olmadığımız için bize tuhaf geliyor.
Burası sadece entrecot ve kızarmış patates servis yapan bir yer. Ne yiyeceğinizi değil, eti nasıl yiyeceğinizi soruyorlar ama, ne kadar iyi pişmiş de deseniz içi yine de biraz çiğ kalıyor. Türkiye’de asla yemeyeceğiniz lezzetsizlikte bu etin tek özelliği sosu. Çaka sadece patatesleri yiyor, Çağan’da yağlıca olan sosu ayırıyor, eti de ancak zorlama ile yiyebiliyor.
Tek bir garsonun yaklaşık 30 kişiye servis yapmasının verdiği uzun bekleme sürelerinin haricinde, yinede keyifli bir ortam. Tatlıların güzel olması da bu keyfi arttırıyor.
İsviçre gezisi unutulmazlar listemizde yer alacağa benziyor, Neuchatel bu listeye şimdiden girdi bile….
isvicre-3-gun-montroveveylozan