3 Ekim Cuma 2008
İsviçre’deki çok sayıda dağ ve tepenin neredeyse hepsine çekişli tren veya teleferik sistemi ile çıkılıyor ve kış sporları ya da dağ gezintileri yapılabiliyor.
Biz, içlerindeki en görkemlisini, İnterlaken‘i seçtik. Amaç, Jungfrau‘ya çıkmak ( http://www.jungfrau.ch/ ) yani Avrupa’nın en yüksek noktasına ulaşmak, dünyanın en yüksek tren istasyonu aracılığı ile.( Jungfraujoch 3455m. )
İnterlaken, İsviçre’nin Bern kantonunda, Bernese Oberland bölgesinde yani, orta İsviçre’de , İsviçre Alplerinde yer alıyor. İnterlaken, göllerin arasında anlamına gelen adından da anlaşılacağı gibi, Thun ve Brienz gölleri arasına kurulmuş bir kasaba.
Trenden İnterlaken ‘de inene kadar, yine eşsiz manzaralar eşliğinde güzel bir tren yolculuğu yaşıyoruz. İndikten sonra sistem değişiyor. İnterlaken (göllerin arasında), adından da anlaşılacağı gibi, Thun ve Brienz gölleri arasına kurulmuş bir kasaba. İnterlaken West istasyonu, kasabanın bulunduğu nokta, İnterlaken Ost ise, zirveye çıkışın mütevazı başlangıç noktası.
İki ayrı koldan çıkılabiliyor, biz, Lauterbrunnen tarafından gitmeyi tercih ediyoruz.
Bu noktada dağ trenlerine aktarma yaparak, ister Mürren’e gidip oradan teleferikle Schilter Tepesi’ne çıkabiliyorsunuz, ya da Kleine Sneideg’e devam edip, Eigger dağının içinden çıkan çekişli trenle Jungfraujoch‘a ulaşabiliyorsunuz.
Keline Sneideg’e gidene kadar, şimdiye kadar çıktıklarımızın ”dağ”olmadığını anlıyoruz. Yamaçların ihtişamı, zirvenin sertliği, aniden değişen hava, her biri ayrı güzel yerleşmelerdeki chalet’ler, binlerce metreden akan sular, sadece ray genişliği kadar açılmış yolda tırmanan tren…Değişik bir deneyim diye düşünürken, devamı için dağın içine gireceğimizi öğrenince asıl maceranın başladığını anlıyoruz.
Kleine Sneideg’e kadar Swiss Pass biletimiz geçiyor, ancak bundan sonrası için hatırı sayılır bir ücret alıyorlar. Bu istasyon artık dondurucu soğuk, aşağıda bıraktığımız güneşli hava ile ilgimiz kalmıyor.
Eigergletscher istasyonundan sonra tekrar tren değiştirerek, Eiger dağının içine oyulmuş, 7km.lik bir tünel ile zirveye çıkış başlıyor.Vagonlardaki ekranda bu tünelin yapımına ve Jungfrau zirvesine ulaşma çalışmalarına, 1912 yılında Alman ve Japon mühendislerin işbirliği ile başlandığı anlatılıyor. Dağın
içinden döne döne çıkan bu yolun yapımı geçen yüzyılın en büyük teknolojik
başarılarından biri. Neden böyle bir şeyi kafaya taktıkları ise meçhul.
Dağın içinden tırmanan trende kusma torbalarının bulunması biraz tedirginlik veriyor olsada gidilen sedece 6 istasyon ve 20 dk.lık bir tırmanış. Yolcuların dışarı çıkıp hava alması ve kayaların içine oyulu manzara pencerelerinden manzarayı izleyebilmeri için istasyonlardaki molalar 3-4 dakika sürüyor. Bazı istasyonlarda tuvalet bile olduğu gibi bazısında da kayakları ile gelenler inerek aşağı kaymaya başlıyorlar. Ara duruşların uzun olmasının bir nedeninin de yüksekliğe yavaş yavaş alıştırmak olduğunu düşünüyorum.
Son istasyon Jungfraujoch‘ta iniyoruz. Burası katkat, restoranlar, sergi alanı, satış mağazaları, buz sarayı ve zirve istasyonu Sphinx gibi bölümlere ayrılmış, resmen dağ içinde oyulmuş bir şehir.İlk önce, İCE Palace, buz sarayını geziyoruz.Tamamı buzul içine oyulmuş, yer yer hücreler ayrılarak çeşitli hayvan figürlerinden oluşan buz heykellerin sergilendiği bir nevi sergi salonu.
Restoran ve dükkanların olduğu bölüme geçip, bir şeyler atıştırırken, camekandan, UNESCO’nun dünya kültür mirası listesinde koruma kapsamına ladığı, 25km.uzunluğundaki Aletschgletscher Buzulu’nun üzerinde eskimo köpeklerinin çektiği kızakla dolaşanları seyrediyoruz. Şu son bir saatte geldiğimiz nokta bilimkurgu filmi gibi.
Çaka’nın mutlaka burnu kanar diye beklerken gayet normal ve keyifli görünüyor sadece hepimizin dudakları boyanmışçasına mosmor.
Yemekten sonra, zirveye çıkmak için uzun bir dehliz boyunca ilerliyoruz, tamamen dağın içinde bir yerlerde olduğunu düşünmek bana kendimi kötü hissettiriyor. Sphinx İstasyonu’na gelip günışığını görmek, aşağı inilmez bir yükseklikte olsamda iyi geliyor. İstasyonun üst katında, dışarı çıkıp dolaşmak mümkün ancak şiddetli kar fırtınası fazla uzaklaşmaya engel oluyor.Teras katında zirvenin en uç noktasını canlı görüyoruz. Bulunduğumuz nokta 3571m. ile Avrupa’nın en yüksek noktalarından biri.
Muhteşem bir deneyim, muhteşem bir fırsat ve İsviçrelilerde muhteşem, dağın içinden ulaşılmaz bir zirveye varmayı akıl ettikleri ve tüm insanların buraya çıkabilmelerini sağladıkları için.
Dudaklarımızın daha fazla morarmasından korkarak dönüş yoluna başlıyoruz. Çıkışta yanımızdan geçen iniş trenini dolduran bir sürü uzakdoğulu turistin, sefil halde uyuyor olmaları ile alay etmişken, iniş yolunda biz aynı duruma düşüyoruz. Nasıl sızdığımı hatırlamıyorum bile, çok şükür kusan olmuyor.
Tekrar Kleine Sneidegg istasyonuna dönünce, bu sefer geldiğimiz yönün diğer istikametinden, Grindelwald tarafından iniyoruz. Trene yolcu olarak, boynunda ahşap fıçısı ile tipik bir İsviçre’li, bir St.Bernard köpeği biniyor. Aslında teşrif ediyor demek daha doğru kelime. O kadar ağır, sakin ve cool bir tarzı varki, fotoğrafını çekmek için trenin yarısı önüne atladığında bile kuyruğunu dahi kıpırdatmıyor.
Allah bu kadar doğal güzelliği bir arada yaratıp hepsini İsviçreli’lere mi vermiş yoksa İsviçreliler sahip oldukları herşeyin değerini bilmişler ve koruyup geliştirmişler mi? Biz, İsviçre‘ye gelmeden önce, turizme önem vermenin ne demek olduğunu bilmiyormuşuz.
İsviçre gezimize başladığımızdan beri, bu gezide kendim için özellikle görmek istediğim tek yerin, yine UNESCO dünya kültür mirası listesine girmiş bir şehir olan BERN’i görmek olduğunu söyleyip duruyordum.Ve sonunda bana Bern‘i görmek için son günün son iki saati kalıyor.
Bern, 1848 yılından beri İsviçre Konferderasyonu’nun başkenti. Avrupanın en iyi korunmuş ortaçağ şehirlerinden biri olmasının yanı sıra ayrıca en çiçekli şehirlerinden de biri. Binalar, sokaklar ve özellikle tarihi şehirde sıklıkla yer alan çeşmeler, her zaman çiçeklerle süslü.
Şehir 1191 yılında Dük V.Berchtold tarafından Aare nehrinin kıvrımında kurulmuş. Dük avladığı ilk hayvanın ismini şehre vereceğini söylemiş ve avladığı ilk hayvan bir ayı olmuş ( almanca Bar).Bu nedenle şehri flamalarda, heykellerde sembolize eden hayvan, bir ayı.( Ayı Pit )
Bern , İsviçre’nin dördüncü büyük şehri ve hem İsviçre’nin hem de Bern kantonunun başkenti. Bern’de yaşayanların çoğunluğu Almanca konuşuyor ya da daha özel olarak Bern Almancası. Bern Kantonunda ise genel olarak Fransızca konuşuluyor.
Aare nehrinin bir at nalı şeklinde kıvrım yaptığı tepeliğe kurulu eski şehir. Ortadan boylu boyunca bugünün ana alışveriş caddesi geçiyor. Tepe yerleşimler ile nehir kıyıları arasında şehri oluşturan katmanlar var. Kıvrımlı ama keskin ve sert bir düzen doğrultusunda yapılanmış, kırmızı sivri çatılı blokların boyluca dizildiği bir şehir. Çiçek uzatan bir askeri düşündürüyor size, yada kahramanlıkları ile ünlü, savaşçı olmayan ama her an savaşa hazır İsviçre ordusunu. Her yeri süsleyen çiçekleri ile barışçıl ve tarafsız yüzlerini, tavizsiz düzen içindeki şehir yerleşimi ile de her an kontrollü olduklarını anlatıyor sanki İsviçreliler başkentleri ile.
Artık saat geç olsa da, trenden Bern‘de iniyoruz. Kısa bir göz atmak, Dünya mirasına vakfolmuş bir şehirin nasıl olduğunu görmem gerek diye düşünüyorum. Turizm ofisleri kapanmış olduğu için harita bulamadığımızdan, gardan çıkıp, sadece tahminle, ana cadde olduğunu düşündüğümüz Spitalgasse‘ye doğru ilerliyoruz.
Spitalgasse, neredeyse 6km.lik üzeri kemerlerle örtülü bir alışveriş caddesi. Cadde boyunca ilerleyip, küçük meydancıklardaki rastladığımız çeşmeleri seyrediyoruz, saat kulesindeki savaşa her an hazır ayı nöbetçileri Çaka’ya anlatıyoruz, Belediye Sarayı’nın görkemini arttıran su havuzunun ışık oyunlarını seyrediyoruz ve şehirin görebildiğimiz kadarındaki düzen ve asalete hayran oluyoruz.
Çöken akşamın alacakaranlığında dahi Bern, bir başkent olmanın tüm sorumluluğunu üzerinde taşıdığını hissettiriyor.Yeraltı katlarına inmek ve daha fazla tanımak, incelemek için malesef vaktimiz kalmıyor.
İsviçre‘ye ve İsviçreli’lere başkentleri ile veda ederek, bu güzel ülkeye böyle iyi sahip çıktıkları için bir nevi saygımızı ve teşekkürlerimizi sunmuş gibi hissediyoruz kendimizi….
isvicre-3-gun-montroveveylozan
aletschgletscher-buzulu-isvicre-interlaken