Çocukla Geziyorum

İSVİÇRE – 5.gün CENEVRE, ZÜRİH

1 Ekim Çarşamba 2008

Bugün Cenevre’den ayrılıyoruz. Son 3 gün Zürih‘te kalarak, o bölgeye yakın şehirleri gezmeye devam edeceğiz.

Cenevre‘ye çok yakın olan ve Fransa’nın Venedik’i dedikleri Annecy adlı kasabaya da gitmeyi planlamıştık ama, çocuklarla çok hızlı bir tempoda ilerlenmiyor ve her yeri sadece görmüş olmak için geziyi strese sokmanın mantığı da yok, önemli olan gezerken keyif almak.

Annecy‘ye gitmek istememizdeki amaç, geldiğimiz bir ülkeden, sorunsuzca ve sınırsızca başka bir ülkeye geçerek, globalleşen dünyada kalkan sınırları yaşayarak hissetmek idi. Başka sefere inşallah.

Öğlen otelden ayrılma saatimize kadar, saat ülkesinde, saatleri içeren bir plan yapıyoruz. El yapımı saatlerin gelişimini görmenin çocuklar için yararlı olacağını düşündüğümüzden, her çeşit broşürde bolca reklamı yapılan ”Patek Philipp” ( www.patekphilipp.ch)  saat müzesine gidiyoruz. Özel müze olduğu için 13.00 de açılıyormuş. Üzülen çocukları teselli etmek amacı ile, Marche Croix D’or caddesi üzerindeki ”Frank Weber” (www.frankweber.ch)  oyuncak  mağazasına götürüyoruz onları. Dört katlı mağaza hem çocuklara, hem de bizim gibi hala oyuncakçı gezmekten zevk alan yetişkinlere fazlasıyla hitab ediyor.

Çocukların gönlü olunca, birazda babalara hitaben saat mağazalarını turluyoruz. IWC ve CORUM marka saatler her daim havalı, en değişik bulduğumuz ise Audemars Piguet marka saatler oluyor. Son derece şık mağazalara çocuklarla girmeye cesaret edemediğimiz için,Türkiye’den daha mı ucuz olduğunu  anlama şanşımız olmuyor. Türkiye’dekilerle yetinmek üzere,Tekin’in hevesi kursağında kalıyor.

Cenevre‘den ayrılmadan, bir daha gelmek üzere dua ettikten sonra, St.Gallen istikametindeki express trenle, Zurich‘e doğru 2,5 saatlik bir yolculuk başlıyor. Express trenler uçak konforunda, 1.mevkide olmasak bile gayet şık ve temizler, sürekli olarak içecek ve yiyecek bir şeyler satan servis arabası da dolaşıyor. Çok hızlı olmalarına rağmen içeriden hissedilmiyor ve ses gelmiyor.

Swiss Pass biletimizin olmasının avantajını her zaman yaşıyoruz. Biletler konusunda inanılmaz bir ciddiyete sahipler. Her hatta mutlaka bir kondüktör bütün yolcuların biletini dikkatli bir şekilde kontrol ediyor. Böyle bir bilete sahip olmak ya prestijli bir şey, ya da turist olduğumuzu anladıkları için (biletin üzerinde tabiyet yazıyor) farklı davranıyorlar.

Cenevre‘den Zürich‘e giderken neredeyse İsviçre’yi boydan boya geçmiş oluyoruz. Yemyeşil uzanan çayırlar, görkemli dağlar, düzen içinde köyler, sevimli köy evleri, sakin kasabalar, semiz inekler, insana huzur verecek her şey bu manzaranın içine dahil. Kesinlikle ”öküz trene bakar gibi” lafının İsviçre‘den kaynaklandığını düşünüyorum çünkü, her yer ya çayır, ya inek ya da tren dolu.

Çimlere de takıntı yapmış durumdayız. Ülkenin her yerinde böylesi bir bakım olamaz, kim kesiyor bu çimleri ?

Zurich’e yaklaşmaya başlayınca, ülkenin Fransız kantonundan Alman kantonuna geçtiğimiz için, bütün isimler ve tren anonsları Almanca olarak değişiyor, mimarilerde de daha fazla Alman etkisi hissedilmeye başlıyor.

Tren, Zürich Garı‘nda durduğunda bambaşka bir ülkeye gelmiş gibi oluyoruz. Gar, bir havaalanı büyüklüğüne ve etkiliyiciliğine sahip. Cenevre‘nin mütevazı sukunetinden sonra, Zurich bir anda fazla kalabalık ve karmaşık geliyor.

Otelimiz merkeze ve gara nispeten uzak, tramvaya binmek üstüne de biraz yürümek zorunda kalıyoruz. Bu sefer tercih ettiğimiz otel, Accor grubu otellerinden dört yıldızlı, Novotel Zurich City-West. Hemen yanında da, pek çok ülkede aynı şekilde olduğu gibi İbis otel var.

zürihKısaca yerleşip, otelden yine bir harita alarak, tekrar merkez tren garına(Zentraal Station)dönüyoruz. Ana kapıya dik gelen kalabalık ve geniş cadde, dünyanın en meşhur caddelerinden biri, Banhoff Strasse. Gar çıkışından başlayıp, Zurich Gölü’ne kadar aynı genişlikte oldukça uzun bir mesafe devam ediyor. Cadde alışveriş bakımından canlı. Zurich’in tarihi yerleşimi ise, Banhoff Strasse ile Limmat Nehri arasında konumlanan bölge.

Haritada, farklı bir renk ile tarihi şehir merkezi olan bu geniş bölgeyi yürüyerek gezmek için öneri bir güzergah çizilmiş, aynen takip ediyoruz. Limmat Nehri kıyısındaki Zurich‘i hem su seviyesinden, hem panoramik tepe manzarasından görebiliyor, İsviçre‘nin en büyük saatinin bulunduğu St.Peterskirche kilisesindeki saat kulesine şaşırıyor, eski şehrin sokaklarındaki süslü cumbaları ile birbirinden değişik özenle restore edilmiş binalara hayran oluyor, Zurich Gölü’nü kenarından selamlayarak nehrin karşı kıyısındaki bölgede, Zurich ‘in barlar sokağında gece hayatına dair ufak bir fikir edinmiş oluyoruz.

Bir kitapçının vitrininde, büyük bir Orhan Pamuk reklamı gözümüze çarpıyor, gururlanıyoruz. Tabii bütün dükkanlar çoktan kapanmış olduğu için, içeri girip oda bizim gibi Türk demek isteğimiz kusağımızda kalıyor. Migros’tan başka açık dükkan pek yakalayamadık demek abartı değil. Kaç saat çalışıyor bu insanlar ya da o kadar çalışıp ne kazanıyorlar, merak konusu.

Nehir kenarındaki cafelerden birinde oturup, günün St.Peterskirche’nin kulelerinde bitmesini izliyoruz. İlk önce Zurich‘e gelmiş olsaydık, bu 1 milyon nüfuslu İsviçre‘nin en büyük şehrini zürihbelki severdik ama Cenevre‘den sonra üzerimizde sadece kargaşa etkisi yapıyor. Bu şehirin 12 katı kalabalık bir şehirde yaşadığımızı düşünüyorum. 1 milyon, 12 milyonun yanında nedir ki, herkes birbirini tanıyordur herhalde?!

Tren garına yakın, Urania Sokağı’nda, Urania gözlem kulesini görmemek mümkün değil. 600 kez büyütme özelliğine sahip teleskopla gece gökyüzünde gözlem yapılabiliyor. Ancak 22.00 de açıldığını öğrenince çocuklar özel bir şeyi kaçırdıkları için üzülüyorlar.

Zurich‘e hemen adapte olamadığımız için, yemek yemeye uygun bir yer seçemiyoruz ve otele dönerek, otelin son derece kibar restoranında bir şeyler yemeyi tercih ediyoruz. Lobide çocuklar için yapılmış oyun blokları olan küçük bir oyun alanı ve atari, çocukların oyalanmasını sağlıyor ve özledikleri oyun oynama isteğini tatmin ediyor.

Yine bütün masalara tek bir garsonun bakmasından kaynaklanan uzun bekleme süresinde de bizi rahtsız etmemelerini sağlıyor. Adam çalıştırmak çok pahalı olmalı ki garson kıtlığı var, bu da servisin çok gecikmesine sebep oluyor ama İsviçreli’ler bu konuyu dert etmiyor gibi görünüyorlar. Bizim gibi stresli ülkelerin aceleci insanları için üstelik de açken beklemek, hali ile zor olsa da en nihayetinde gelen yemek şık ve lezzetli olduğu için hemen gevşiyoruz.( Röşti )

Odaya çıktığımızda çocukların yataklarına küçük bir hoşgeldin armağanı olarak oyuncak köpek bırakıldığını görüyoruz. Çağan çok önemsemiyor ama Çaka çok mutlu oluyor. Çocukları mutlu etmek bu kadarcık bir şey işte…

isvicre-1-gun-cenevre

isvicre-2-gun-neuchatel

isvicre-3-gun-montroveveylozan

isvicre-4-gun-la-gruyere

 

isvicre-6-gun-st-gallenluzern

isvicre-7-gun-interlakenbern

isvicre-8-gun-zurihistanbul

 

heidi-isvicre

zurich

 

 

Paylaşın: