Çocukla Geziyorum

İSVİÇRE – 6.gün ST.GALLEN,LOUCERNE

2 Ekim Perşembe 2008

Şükürler olsun, yine Novotel Otel grubunun muhteşem kahvaltısına kavuşuyoruz. Günlerdir vasat kahvaltılardan sonra, biraz abartıyoruz sanırım ki servis yapan hanımın bizi garipsediği her halinden anlaşılıyor. Yemek için sevdiğimiz şeyleri bulunca çok gürültü de yapmış olabiliriz.

Bugünkü program, Zurich‘in daha kuzeyinde, Avusturya sınırı yakınlarındaki St.Gallen. St.Gallen‘de tek bir amacımız var. UNESCO’nun dünya kültür mirası listesinde yer alan Stiftsbibliothek‘i ziyaret etmek.( http://www.stiftsbibliothek.ch/)

St.Gallen garında bir harita rica ettiğimiz görevli hanım, kütüphane dediğimizde hemen tarif ediyor. Bir duraklık otobüs yolculuğundan sonra (-ki yürünebilir ) Markplatz‘da inip, St.Gallen’in bize hoş gelen yaya bölgesini yani merkezini şöyle bir dolaşarak, Markgasse‘den aşağı yürüyünce, Gallusstrasse‘de Katedral ile karşılaşıyoruz. Katedralin içinde, ikinci katta yer alıyor Stiftsbibliothek.

stiftsbibliothek[1]İçeri girmeden önce, ayakkabıların üstüne yumuşak terlik giyilmesini rica ettiklerinde, çok özel bir mekana gireceğimizi anlıyoruz. Çocukları tekrar tekrar, hiçbirşeyi ellememeleri ve hiçbir şeye fazla yaklaşmamaları için uyarıyorum.

İçeri girdiğimiz andan itibaren, dışarısı ile hiç ilgisi olmayan, bambaşka bir 17.yy alemi bizi çevreliyor. Çağan’ın bile ağzı açık kaldığından, sağa sola saldırmayı  unutuyor.
St.Gallen‘deki Benedictin Kilisesi‘nin kurucularının, M.S.600’lü yıllarda oluşturmaya başladığı bu kütüphane, 9.yy.da zenginleşerek bölgede etkin bir konuma gelmiş. 150.000 kitaptan oluşan arşivde, 2000 e yakın el yazması bulunuyor. Mısır’dan getirilen mumyadan, Osmanlı el yazmalarına kadar geniş bir perspektif sunuyor .

Kütüphanenin iç dizaynı, 1758 yılında bugünkü rococo tarzını almış, tavan fresklerinde Nicea, Constantinople, Ephesus ve Calcedon resimleri yer alıyor, ahşap işçiliği ve zemin parkeleri ise ayrı bir şaheser.

Zarafet, sanat ve kültürel zenginliğin bu kadar ihtişamlı birlikteliğini ilk kez gördüğümüzü itiraf etmeliyim. Benedictin rahiplerinin ürpertici ruhları yüzyıllar boyunca saklanan bu eserlere sinmiş gibi insanı diken diken eden bir etkiye sahip. Kapıdan geçtiğiniz an, zaman tüneline girmiş gibi hissettiğiniz bir müze kütüphane. Etkisinden kurtulmamız bayağı sürüyor.

Katedralden çıkınca, tam karşı caddede, ”Chocolaterie am Klosterplatz’‘a giriyoruz. Burası deneysel çikolataların yapıldığı ve satıldığı, alt katı atölye olan bir çikolata satış mağazası. Venezuella kakaosu, Madagaskar kakaosu, %64 kakao oranlı(en iyisi buydu), %72 kakao oranlı gibi farklı üretimlere sahip kakaoların, değişik oran ve farklı lezzetlerle birleştirilerek deneysel lezzetlerin satıldığı bir çikolatacı. Çocuklar için ise sadece ”çikolata”olması yeterli. Kıymetini bilemeyeceklerinden emin olduğumuzdan, buradan aldığımız çikolataları kendimize saklıyoruz.

Yol üzerinde rastladığımız bir mağazadan, Çağan’ın şövalye figürü koleksiyonuna ( iki figürlü bir koleksiyon olarak kalacak sanırım ) ilave yaptıktan sonra, tekrar tren ile Zurich üzerinden Luzern‘e (Lucerne) doğru ilerliyoruz. Zurich’i geçtikten sonra, Zug şehrinden Art-Goldau ‘ya doğru dönüyor tren. Rigi dağının eteklerindeki bu kasaba, kartpostalı yapılsın diye özenle yaratılmış gibi. Trenin camına yapışık, görüntü kaybolana kadar arkasından bakakalıyoruz. Kraliçe Elisabeth’in de dinlenmek için tercih ettiği bu kasaba, gerçekten de ancak kraliçelere yakışacak güzellikte.

Luzern, yine Rigi dağının eteğinin başka bir yüzünde, İsviçre‘nin en turistik şehirlerinden biri. Sembolü Reuss Nehri üzerinde, 14.yy.da inşaa edilen, Kapellbrrücke ( Şapel Köprüsü ). İnsan eli ile yapılmış en uzun ahşap köprü olma özelliğine sahip. Tam ortadaki kulenin hapishane olmak amaçlı yapıldığını öğrenince çok gülüyorum, beni buraya hapsetsinler başka ne isterim.

Luzern şehir merkezinin karşı kıyısına teknelerle geçilerek, çeşitli trenler veya teleferiklerle tepelere çıkmak da mümkün. Bürgenstock, özellikle dağ gezintileri için oldukça keyifli bir alternatif ama böyle bir geziyi sabahtan planlamak gerekiyor, çünkü çıkmak-dolaşmak ve inmek ciddi zaman alıyor.

Saat konusunu yine tuturamadığımız için, sadece şehri gezmekle yetiniyoruz. Löwendenkmal( Aslan Anıtı ) ve bulunduğu yerdeki bölgeyi kaplayan buzulların 20.000 yıl önce oluşturduğu derin çukurlar (buz bahçesi) ile fosil ve minerallerin sergilendiği park müzesi de çocuklar için ilginç alternatifler olabilirdi ama, St.Gallen’e feda etmiş durumdayız.

Şehri çevreleyen, Avrupa’nın en sağlam kalmış sur duvarları da şehrin saat ve çikolata dükkanları için otobüslerle getirilen turistler açısından cazip noktalar. Perşembe günleri 16.30’da kapanan tüm dükkanlara rağmen bu kadar turistin niçin getirildiğini ise  anlamak zor.

Tarihi şehir merkezinde dolaşarak çok iyi korunmuş, özenle boyanarak süslenmiş birbirinden güzel evlerin, samimi meydancıkların, panoramik sokak siluetlerinin keyfini sürüyoruz. Bina cephelerini malzeme ile kabartma olarak değil, bir tuval gibi boyayarak süslemişler. Goethe‘nin yaşadığı evi görüyoruz.

luzernLuzern’in güzelliğini bırakıp Zurich‘e dönmek hüzünlü oluyor. Banhoffstrasse ile Uraniastrasse‘nin kesiştiği bölgede, Globus gibi çok katlı mağazalar yanyana yer alıyor. Globus‘tan, İsviçre‘ye gelmişken saat almamak olmaz diyerek, en ucuzundan bir Balmain saat alıyorum hem beğendiğim hemde hatıra olması için.

Bu gece de şehirde çocuklarla maceraya atılmamak adına, komşu otelimiz İbis Hotel’in chalet ( İsviçre dağ evleri ) tarzında dekore edilmiş restoranı gözümüze sevimli geldiğinden, orada yemek yemeyi tercih ediyoruz.

Bir diğer İsviçre mutfağı spesiyalitesi de Racqlette ama, fondu denemesinden sonra başka bir eritilmiş peynir başarısızlığı daha yaşamak istemiyoruz. Röşti artık İsviçre’deki mönümüz oluyor. Eve dönünce de yapacağım….

isvicre-1-gun-cenevre

isvicre-2-gun-neuchatel

isvicre-3-gun-montroveveylozan

isvicre-4-gun-la-gruyere

isvicre-5-gun-cenevrezurih

isvicre-7-gun-interlakenbern

isvicre-8-gun-zurihistanbul

 

stiftsbibliothek-isvicre-st-gallen

 

luzern

 

 

Paylaşın: