21 Haziran Pazar
Marina del Rey, Long Beach, Huntington Beach, Newport Beach, San Diego
Bilsek daha çok tadını çıkaracağımız kahvaltımıza hoşça kal diyoruz ve gezimizin bundan sonrası kahvaltı konusunda bir daha bu konforda seyretmiyor.
İkinci durağımız olan San Diego’ya doğru yol alacağız. Aslında mesafe olarak 1,5- 2 saatlik bir yol burası, otobandan durmadan giderseniz belki daha da kısa. Zaten neredeyse birleşmiş olan şehirsel alan nedeniyle iki büyük şehir arasında ulaşılmaz bir ayrılık yok, coğrafi olarak fazla bir farklılık da yok. Yine de San Diego bize, havası suyu daha bir güzel geliyor.
Büyük okyanusun batı kıyılarını dolaşmaya önce biraz kuzeye Malibu tarafına çıkarak başlıyoruz. Amaç şu hep Amerikan filmlerinde gösterilen okyanusa sıfır malikaneler sırasını bir görebilmek.
Malibu plajlarına ulaşamadan önündeki araç yoğunluğuyla ilgimizi çeken bir yere giriveriyoruz. Duke’s adındaki bu yer okyanus kıyısında bir kafe restoran. Kahvaltısı çok popüler olmalı ki epey bir insan var. Çocuklu aileler, daha ziyade tercih etmiş gibi. Şöyle bir yediklerine bakıyorum da nedense yenilenler biraz vahşi geliyor. Sadece bir kahve içelim diyoruz ama kalabalığı sıkıcı buluyoruz ve tuvaleti kullanarak dönmeye karar veriyoruz.
Marina del Rey
Los Angeles sahilinde Santa Monica ‘nın plajını geçtikten sonra Venice Beach geliyor güneye doğru. Burası Santa Monica plajına göre daha kalabalık. Pazar olması nedeniyle de epey bir talep var. Etraftaki yerleşim ikinci sınıf ve yazlık tipi baraka bozması konutlar. Plaj Marina del REY’e kadar devam ediyor. Buraya olan talebin bir diğer sebebi bazı starların bu plajda keşfedilmiş olması.
Marina del Rey bir tatil beldesi aslında ve nehir ağzına yapılmış marina, dünyanın en geniş insan yapımı marinası. İşler burada değişiyor ve bir anda çevre üst gelir grubuna hitap eden bir görsellik sunmaya başlıyor. 19 marinada 5300 tekne bağlanabiliyor ve limanla 6500 tekne bağlama kapasitesine sahip. Daha ilerideki sahil beldelerinde de göreceğimiz üzere okyanus etkisinden arınmak için bir lagün gibi iç kesimlerde marinalar, göller oluşturulmuş. Okyanus ile bu iç göl-lagün arasında set olarak bir bant kumsal var.
Long Beach
Bu noktadan otobana çıkarak ( İ 110 ) Long Beach sahiline geçiyoruz. Long Beach kelime anlamıyla ucu buçağı görünmeyen bir sahil şeridi. Marinasının olduğu kısmı Mersin sahillerini andırıyor. Ama burası artık bir sayfiye özelliğinden ziyade şehirsel bir bölge.
Rıhtıma bir hevesle çıkıyoruz ama sadece balık tutan bir iki kişiye rastlıyoruz. Son derece sakin ve sessiz bir görüntü sunuyor. Pazar olmasına rağmen plajlarda Los Angeles tarafındaki canlılığı göremiyoruz.
Büyük Okyanus’a kıyısı olan şehir, Los Angeles’a 20 mil yani yaklaşık 30 kilometre uzaklıkta. Amerika Birleşik Devletleri’nin en büyük otuz beşinci şehri, Kaliforniya’nın da en büyük beşinci şehri. Long Beach limanı dünyadaki en büyük limanlardan birisi olarak görülüyor. Nedeni şehrin gelişmiş bir petrol endüstrisi olması. Zengin petrol yataklarına sahip ve bu yatakların bir kısmı sahilde sizin geçtiğiniz yol kenarında sıralandığı için petrol çıkaran dev makinaları yol boyunca görme imkanınız oluyor.
Bu noktadan sonra tamamen denize sıfır seyreden yoldan Pacific Highway Coast ‘tan ilerliyoruz ve Amerikanın en güzel sahil beldelerini görmüş oluyoruz.
Huntington Beach
Sunset Beach yine arkasındaki lagünde büyük bir marinayı barındırıyor ve Huntington Beach Village da yer alıyor. Marina sonrası Huntington Beach bölgesi, 15 km.lik sahilde şık oteller ve hareketli bir sahil yapılanması sunuyor. Tepelere doğru hafif yükselen bölgelerde ise kapalı duvarlar arkasında lüks siteler mevcut. Bulunduğu konum itibarıyla Pasifik okyanusunun yazın oluşan fırtına ve tayfunlarına bu bölgede sık rastlanmadığı için yıl boyu sörf yapma imkânı sunuyormuş ve bu nedenle ‘’surf city’’ sörf şehri olarak anılıyor.
Newport Beach
Yine bir nehir ayrımı sonrası Newport Beach’e geliyoruz ve bir zaman Amerika’da yaz tatili yapma fırsatımız olursa hakkımızı buradan yana kullanmaya karar veriyoruz. Balboa yarımadasıyla okyanustan korunan marinalar grubu, kıta içinden gelen nehirle birleşiyor ve bir lagün oluşumu gibi gözden, rüzgardan, dalgadan uzak ama suyla, okyanusla içli dışlı korunaklı olağanüstü bir yerleşim oluşturuyor.
Newport limanı ve bir havaalanı olan bölge, Amerikan emlak sıralamasında listenin üstlerinde ve yaşayanların gelir düzeyleri açısından da ülkede üst sıralarda yer alıyor.
Bu yarı doğal, yarı suni yani insan eliyle oluşturulmuş vaha, 19.yy.ın sonlarında inşa edilmiş. Önceleri daha ziyade tekne ve gemi yapımı tersaneleriyle ticari balık avlama endüstrisine ev sahipliği yapıyorken bugün artık bir tatil beldesi ve özel evlerle onların iskelelerini barındırıyor. 9000 tekne kapasitesiyle batı sahillerinin en büyük marina yerleşimi. Aklınıza gelebilecek gelmeyecek her türlü su sporları ve eğlencesini bulmak mümkün. Miami’nin daha küçük, kapalı ve ulaşılabilir bir nüvesi olarak görünüyor. Suyun, beyaz teknelerin ve yemyeşil palmiyelerin birlikteliği Amerika’nın göze hoş görünen manzaralarından biri olsa gerek.
Bu arada yol boyu sırtlarda kapalı duvarlar arasında son derece şık evlerin bulunduğu sitelerde insanda ciddi bir merak ve kalma, görme, inceleme isteği uyandırıyor tartışmasız.
Laguna Beach
Biraz daha güneye inince bu seferde bir alt gelir grubuna yönelik olduğu, sitelerdeki malikânelerin bir kademe ufalmasından ve yol boyu sıralanan bar, kafe restoranların doluluk ve canlılığından anlaşılan Laguna Beach’e geliyoruz.
Daha fazla San Diego’ya ve dolayısıyla Meksika’ya yaklaştığımız için burada coğrafya da iklim de bir parça değişiyor. Kıyılar biraz daha kayalıklaşıyor. Manzaralı dönemeçler sunuyor. Laguna Beach aynı zamanda Tongva yerlilerinin yerleşik olarak yaşadığı bir bölge ve Amerika MEKSİKA savaşı sonrasında burası bir şehir halini alıyor. 11 km.lik kıyılarında 27 ayrı plaj ve koy bulunuyor.
Bu aşamadan sonra ister istemez ( İ5 ) otobanına bağlanıyoruz ve San Clemente’den otobana girerek, Oceanside’a kadar artık plaj olmadığı için bakir olan ve yerleşim bulunmayan bir alanı geçerek, sahil kesimlerini sonra gezmek üzere direkt olarak San Diego’ya varıyoruz. San Diego körfezinden sonrası Meksika sınırı.
Otelimiz San Diego limanının körfez ağzında yer alan Hilton San Diego Bayfront oteli. Son derece büyük ve göz alıcı bir otel olarak görünüyor. Ama resepsiyonda işlem yapmak için bir 15 dakika kuyrukta bekleyince ve odaya çıkıp buzdolabı ile internet olmadığını görünce biraz canımız sıkılıyor. En nefret ettiğimiz şeylerden biri otelde internet olmaması ya da sırf çocuklar oyun oynasın diye internete dolar üzerinden fahiş fiyat ödemek. Dinlenmek için aşağıdaki havuza girip, suyun ve havanın serinliğinde resmen donduktan ve havuz başında içtiklerimize 74 dolar verdikten sonra sinirimiz bir kat daha bozuluyor.
Su bulmak amacıyla çocukları odada bırakıp dışarı çıkıyoruz. Bulunduğumuz bölgedeki otellerde kalanları liman ucundaki Seaport Village’a taşımak amacıyla dolaşan pedicam ( koltuklu bisiklet) lerden birine binelim diyoruz ve sahibi Erzincanlı çıkıyor. 6 yıldır Amerika’da yaşadığını ve Atlanta’dan buraya geldiğini anlatıyor. Eşi ile birlikte San Diego’nun tarihi yerleşimi Gaslamp Quarter’da kiralık tek gözlü bir odada kalıyorlarmış ve her ikisi de iki işte çalışarak kirayı ancak karşılayabiliyorlarmış. İşte bu da bir Amerikan rüyası. Bizi hızlıca liman ve Saeport bölgesinde gezdirerek, ne görelim nerde yiyelim şeklinde pratik bilgiler veriyor.
Dönünce çocukları alıp Seaport Village’ın Harbour Drive caddesi üzerinde yer alan ‘’Cheese cake Factory’’ isimli bir kafe-restorana gidiyoruz. Şimdiye kadar Amerika’da en beğendiğim restoranlardan biri oluyor. Adı gibi sadece cheese cake değil her çeşit yiyecek mevcut. Tek sorun yer bulabilmek ki bununda çözümü biraz erkence gitmek. Size bir buton verip bekletiyorlar masanız hazır olunca butona basıp haber veriyorlar. http://www.thecheesecakefactory.com/
Çılgın bir yer. Bir vitrinde sergilenen cheescake’lerin çeşitleri göz kamaştırıyor ve nedense hepsini yeme isteğine kapılıyorsunuz. Nitekim denediğimiz üzere lezzetleri mükemmel, sadece dilim ebadı olarak biraz büyükler hepsini bitirmek zor oluyor. İsterseniz paket alabiliyorsunuz.
Yemekler klasik kafe mutfağı olsa da oldukça başarılı, ne yesek memnun kaldığımızı belirtmeliyim. Porsiyonlar çok büyük hatta devasa ve fiyat oldukça ekonomik. Bu yüzden daimi bir talep söz konusu. Tek anlaşamadığımız konu ‘’Hot Drinks’’ grubunda yer alan çayın ‘’iced’’ yani buzlu servis ediliyor oluşu. Yani çayı bildiğiniz usul demlemişler ama soğutup büyük bir bardağa buz doldurarak içiyorlar. Kelime anlamıyla kusturucu bir etkisi var.
Amerika’daki yeni tapınma konumuz The Cheesecake Factory…..
bati-amerika-1-gun-ucus-otele-varis
bati-amerika-2-gun-los-angeles-santa-monica-hollywood
bati-amerika-3-gun-los-angeles-universal-studios
bati-amerika-5-gun-san-diego-harbor-outlet
bati-amerika-6-gun-san-diego-seaworld-gaslamp-quarter
bati-amerika-7-gun-san-diego-coronado-la-jolla
bati-amerika-9-gun-las-vegas-grand-canyon-hoover-dam