26 Ocak Perşembe 2012
Uçarak indiğimiz kahvaltıda, bizi bir sürpriz karşılıyor. İki gündür sakin olan otel, pek bir hareketlenmiş. Sebep, Freeride 2012 Dünya Şampiyonası için pek çok sporcunun ve ekibin, Chamonix’e akın etmiş olması. Otel de bu durumdan nasibini almış.Sağımızda Quicsilver ekibi, solumuzda Rossignol ekibi, sporcular, antrenörler, organizatörler, bir de biz. Onlar, notebooklar elde konuşup tartışırlarken biz de – tamda orta yere oturmuşuz –nutella yeme yumurta ye kavgası yapıyoruz.
Havanın pırıl pırıl güneşli olması nedeni ile acele edip hızlı bir şekilde Aiguille du Midi teleferiğine ulaşmaya çalışıyoruz ama, burada da, günün ikinci sürprizi bizi karşılıyor.
Güzel havayı fırsat bilmiş ya da daha bilimsel bir yöntemle, internetten takip etmiş ne kadar kayakçı, sörfçü, dağcı ve Uzakdoğulu turist varsa, akın etmiş durumda. Kuyruk dolmuş, dışarılara taşmış, siz deyin bin, ben diyeyim iki bin kişi.
Biz hızlıca bilet almaya çalışırken, Türk uyanıklığı ile çocukları önden aralara kaynamaya yolluyoruz ve bileti alınca bizde yanlarına gelip, araya dalıveriyoruz.
Saat 8.30 da açılan teleferik, saatte 600 kişi taşıma kapasitesine sahip. Teleferiğin kapısına ulaşmamız, araya kaynadığımız halde, tam olarak bir saat sürüyor.( 10.30 ) Yani önümüzden en az, 1200 kişi çıkmış oluyor ki bir o kadarda arkamızda var.
Bir saatimiz, itiş tepiş, sıkış sıkış kuyrukta geçiyor ama, bu kuyruk, son derece ibretlik bir öğreti oluyor bizim açımızdan. Çıkmak için bekleyenlerin büyük çoğunluğunu, kaymak için kayakları ile gelenler oluşturuyor ve o kadar sıkışıklığa, her çeşit insana rağmen, ne birinin kafasına kayak çarpıyor, ne de birinin gözüne baton batıyor. Çünkü tüm sporcularda inanılmaz bir disiplin ve düzen söz konusu. Kayakları taşımanın belli kuralları var ve istisnasız herkes bu kurallara uymuş durumda. Ya sırt çantasının iki yanına sabitleyeceksiniz ya da, elinizde ise, kendi içinde aparatla tutturulacak.
En az 1500 kişinin hafifçe itiştiği bir ortamda, tek bir şikayet, kavga, zarar verme yaşanmıyor.
Sadece kayakçılar değil, snowboardcular, tırmanışçılar, kampçılar, yürüyüşçüler gibi farklı kar ve doğa sporu ile ilgilenen insanlarda mevcut, gezmeye gelenlerde. Disiplinden sonra dikkati çeken bir başka özellik ise, tüm bu insanların istisnasız doğallıkları. İnsanlar, buraya gerçekten spor yapmaya, dağlardan faydalanmaya ya da bizim gibi turist olarak gezmeye gelmişler. Kimse kimseye hava atmaya, bende buradayım diye bağırmaya, Swarowski taşlı son model kıyafetleri ile parasının mertebesini göstererek kendini önemli addetmeye gelmemiş. Chamonix, gerçekten spor yapan, kaymanın hazzını yaşayan, dağlarda dolaşan, ziyaret edip bakınan insanlarla dolu. Herkesin derdi de kendine, keyfi de kendine.
Spor kıyafetler ise, hava atmaya yönelik abartılı ve dikkat çekici olmasa da, aslında son derece kalifiye ve donanımlı. Güvenliğin ve konforun ön planda olduğunu belli ediyor. Uludağ’daki gibi, kot pantolon anorakla kayan da yok, Swarowski taşlı kayak takımları giyen de yok.
Sonuçta ite kaka ulaştığımız teleferiğe doluşuyoruz. Geçtiğimiz ayaklarda teleferik bayağı bir zıplıyor ve roller coaster vari bir aksiyon yaratıyor. Tüm teleferik ister istemez tepki veriyor, çünkü aşağıda hızla ufalan Chamonix’i görerek yükseliyoruz.
İlk etap olarak geldiğimiz Plan du Aiguille du Midi istasyonu. Şu ana kadar çıktığımız noktanın hiçbirşey olmadığını, aman tanrım ne kadar güzel dediğimiz yamaçların ise basit kaya parçaları olduğunu anlamamızı sağlıyor. Bundan sonrası aşağıdan Chamonix’ten görünmediği için, teleferikten inip, kalabalıkla birlikte, ikinci ve asıl Aiguille du Midi ( zirve )teleferiğine doğru sürüklenirken, bizi bekleyen gerçeği görünce, ‘’ne yaptık biz ‘’ paniği ile tepkisel olarak geri dönmeye çalışsak da, kalabalık bizi aralarına katıp götürüyor ve kendimizi Aiguille du Midi’ye çıkarken, yani dünyanın en yüksek ’’cable car ‘’ teleferik hattında buluyoruz.
Ayaklarımın titrediğini ve kalbimin attığını itiraf etmeliyim. Daha önce İsviçre İnterlaken’de Jungfrau’nun zirvesine 3700 mt.ye çıkmıştık ama, orada dağın içinden çekişli tren ile çıktığımız için bu etkiyi hissetmemiştik.
Bindiğimiz Plan istasyonundan zirveye çıkan teleferik, bırakın uçan kuşu, adeta bir sinek gibi kalıyor zirvenin yamacında. Son derece sarp ve neredeyse 90 derecelik bir yamacı, aşağı yukarı 1500 metrelik yüksekliğe direksiz bir hat ile bağlı teleferik, yalar gibi, oldukça yakınından ve yavaşça çıkarıyor.
Bir zaman sonra, parlak gün ışığında karlarında yansıması ile iyice ön plana çıkan keskin yamaçların, plakalar halinde parçalanmış, uçları yüzyılların aşındırması ile sivrileşmiş tepelerinin ( Aiguille – iğne demek )güzelliğine öyle kapılıyor, ışıkla değişen renklerinden, haşmetlerinin görkeminden, öyle etkileniyorsunuz ki, korkunun ecele faydası olmadığını hatırlayıp, ayaklarınızın altındaki binlerce metre boşluğu unutarak, kendinizi doğanın akışına teslim ediveriyorsunuz.Aiguille du Midi zirvesi, 4810 mt. yüksekliğindeki Mont Blanc dağının en yüksek noktası değil. İnsanın, insan eli ile ulaşabileceği en yüksek nokta. 1909’da başlayan çalışmalar sonucu, bugün 22km. kablo döşenmiş, 2747 mt.lik bir yükseklik farkı aşılmış. Yılda, 500.000 ziyaretçinin geldiği bir noktaya ulaşmış oluyoruz.
Teleferikten inilen yer Kuzey Kulesi ( North Tower ). Burada bir kafe ve etrafı seyretmek için geniş teraslar var. James Bond filmlerinde de kullanılmış bir istasyon burası. Şehir ve vadi ayaklar altında yine. Arka tarafta ise seyrine doyulmaz tepeler. MontBlanc’ın, baktığımız yüzünün arkası İtalya. Buradan kayarak İtalya’nın Courmayeur kasabasına inmek mümkün.
Kuzey terası ile zirve terasının bulunduğu iki sarp tepe arasında geniş, sağlam bir asma köprü yapılmış. Bu noktada sıcaklık, güneşli havada -11 derece gösteriyor. Öyle ki, iki fotoğraftan sonra eldivensiz ellerim acıdan ağlama noktasına getiriyor. Çaka’nın, korkudan ve acıtan soğuktan fena halde canı sıkılmış durumda. Aşağısının uçurum olduğu köprüye adım bile atmıyor. Ağabeyinin, aşağı kartopu atarsam çığ düşürebilir miyim hesaplamaları ile de ilgilenmiyor.Bu noktadan, Panoromic Gondola’ya binilerek, Büyük Beyaz Vadi Buzulu’nun üstünden geçen bir seyir ile (Glacier du Geant Vallée Blanche ) İtalya’nın Hellbronner istasyonuna ulaşılabiliyor. Turistik amaçlı görsel bir ziyaret olan bu teleferik hattı maalesef kış aylarında kapalı. Sadece yaz aylarında açılarak, Ekim itibarı ile kapanıyor.
Çaka’yı sarıp sarmalayıp, zorla ikna ederek köprüden geçiriyoruz ve zirveye çıkan asansöre biniyoruz. Bildiğimiz normal bir asansör, kayalığın içinden, 3842 mt.deki terasa çıkıyor. Artık zirvedeyiz, Aiguille du Midi, önümüzde 360 derece Alp Dağları.
Aşağıda, geniş ve pürüzsüz bembeyaz bir vadide, tek sıra halinde ilerleyen kayakçıların, kumda karıncalar misali göründüğü el değmemiş güzelliği ile Beyaz Vadi (Vallée Blanche )kendini sunuyor. Beyaz Vadi’nin devamında Büyük Buzul başlıyor. ( Glacier du Geant Vallée Blanche )Daha aşağıda Montenvers önündeki Buz Denizi ( Mer de Glace ) ile birleşiyor. Bu buzullar, yüzyıllar boyunca oluşmuş ve erimiyorlar.
Zirveden kayakçıların giriştiği bize çılgınlık gelen deneyimi daha net görüyoruz. Onlu gruplar halinde, iple birbirlerine bağlanmış olarak, sarp ve dik tepeden, Beyaz Vadi’ye inmeye çalışıyorlar. Beyaz Vadi ve devamı olan buzullar, ”off pist” , yani düzenli kontrollü pistler değiller, bakir doğa alanları ve bu alanlarda grupsuz rehbersiz kayılması ciddi boyutta riskli.
Her iki tarafı uçurum, ellerinde veya sırtlarında kayakları, ayaklarında kayak ayakkabıları. Sonuçta alacakları ödül muhteşem, çünkü Beyaz Vadi karşı konulmaz bir çekicilikte parıldıyor. Bu insanlardaki cesarete ve güce hayran oluyoruz. Oraya bırakıp sonrasında alan bir helikopter olsa, insanın kendini kesinlikle o sonsuz beyazlığa atası geliyor ama yine de çift taraflı uçurumdan aşağı yürümek, risk sadece kendinde değil başkalarının da kayabileceği üzerine iken, akıl mantık işi gibi görünmüyor bize. Bu nasıl bir spor aşkıdır, nasıl bir disiplindir, nasıl bir cesarettir. Çok alışık olmak lazım belki ama her alışkanlığında bir ilki olduğu gerçeği var.
Zirveden aşağı inip tekrar köprüye dönüyoruz ve Kuzey Kulesinin terasından, Chamonix ve vadisine bakalım diyoruz. Köprüden terasa çıkan merdivenler, alt tarafı 2-3 yüksekliğinde. Tek sorun, tepenin yamacına ankre edilmiş olmasından dolayı, delikli yüzeyinden, aşağıdaki uçurumu olduğu gibi görerek çıkmak. Korku bir sorun olsa da asıl sorun, 2.kata gelince beni vuruyor, nefes alamıyorum. Hızlı da değil normal hızda çıktığım halde biraz çaba, düşük oksijen düzeyinde feci halde nefesi kesiyor, öyleki başım dönüyor, gözümün önünde şimşekler çakıyor, bayıldım bayılacağım.
Birlikte çıktığımız Çağan’a, babasına haber versin gibilerinden bir şeyler gevelemeye çalışıyorum ama, 13 yağındaki her duyarsız oğlan çocuğu gibi ne olduğunun farkına varamıyor, çünkü nedense onu etkileyen bir durum da yok. Daha da yavaşlayarak, zorla geldiğim terasta, nefes alabilmek ve bayılmamak için ciddi çaba sarf ediyorum.Aşağı inip, çıkmayı kesinlikle reddeden Çaka’nın başında bekleyen Tekin’e, yavaş çıkması için uyarıda bulunduğum halde o da eşini dinlemeyen her erkek gibi beni kaale almıyor ve aynı sorunu yaşıyor.
Bizden başka insanlar ne durumda diye bakınırken 60 yaşlarında, komple kayak ekipmanı ile donanmış, yaşlı denebilecek bir teyzenin, zindelik hareketleri yaparak, ‘’yaşasın hadi kayalım’’ gibi ifadelerle yüzüme bakmasını manidar buluyorum. Biz, sporcu olmayan bir milletin, sporcu olmayan bireyleriyiz ne yapalım, en azından keşfedici bir yönümüz var ve belki o teyzede kayak hocası filandır.
Allahın yarattığı, binlerce yılın doğa şartlarının ince ince şekillendirdiği bu güzellikleri gördük, hayran olduk, büyülendik, unutulmayacak heyecanları yaşadık ya bu da yeter.
Gördüğümüz şakası olmayan şartlar, bu şartların getirdiği katı disiplin ve insanlardaki cesaret ile özgüveni gördükten sonra Türkiye’deki kayak merkezlerinin şımarıklığı, o derece anlamsız geliyor. Biri elma biri armut olsa da, Türkiye’nin de gelebileceği bir nokta olabilir ama, gideceğimiz çok yol, yiyeceğimiz çok fırın ekmek olduğu açık.
3800 metrede bayılıp kalmamak için ilk teleferikle apar topar aşağı atıyoruz kendimizi. Ancak Chamonix’e inince tam olarak nefesimiz kendine geliyor ve baş uğultusu geçiyor.
Güzel güneşli havadan faydalanabilmek için hemen Montenvers Treni’ne doğru yollanıyoruz. Chamonix tren garının yanında, küçük bir demir köprü ile hatların üstünden geçince, Montenvers tepesine çıkan çekişli trenin sevimli garına ulaşılıyor. Montenvers, 1913 mt. yükseklikte, yani özelliği yüksekliği değil, tam tersi, aşağısındaki Buz Denizi ( Mer de Glace ).
Bu bölgenin tarihi, eskiye, 1741’lere dayanıyor. Nostaljik bir özelliği var. 1741’de iki İngiliz, Windham ve Pocock, Chamonix Vadisi‘nde buzulları fark edip, Buz Denizi olarak adlandırıyorlar. 1800’lerde, Chateaubriand ve Alexandre Dumas gibi yazarların da burayı ‘’Arctic Okyanus ‘’ şeklinde tasvir etmeleri üzerine vadi popülerleşiyor. 1880’de, Grand Hotel du Montenvers açılıyor. 1900’lerde ise, toplu ulaşım için demiryolu çalışmaları başlıyor. Yani Chamonix’in, turistik bir cazibe merkezi olmasında öncelik, Buz Denizinin.
Çok sevimli bir kırmızı tren, yavaş yavaş, sadece trenin sığabileceği genişlikte açılmış tren hattından, adeta dağa yapışık olarak tırmanıyor, sayısız çam ağacı ve ortalarda dolaşan karacaların arasından geçerek.
20 dakikalık keyifli bir çıkışın ardından geldiğimiz Monetnvers istasyonunda, bir kafe ile seyir terası ve biraz aşağıda tarihi Grand Hotel Montenvers var. Biz fazla vakit kaybetmeden Buz Mağarası ( İce Grotte ) teleferiğine yönleniyoruz çünkü teleferikler ve trenler genelde 16.00-16.30 gibi son seferlerini yapıyorlar.
Küçük telekebinler ile vadinin yamacından aşağı iniyoruz, fakat inilen nokta aslında, gerçek inişin başlangıcı. Yani teleferikten inip mağaraya girmiyorsunuz, sonsuzmuş gibi görünen merdivenlerin başlangıç noktasına geliyorsunuz. 350 basamak merdiven olduğunu, maalesef bu gezi bittikten sonra öğreniyorum.
Önce 3800 mt.ye tırmanıp, üstüne bir saat geçmeden, bir nehir yatağına inmeyi, kendi adıma planlama dehası olarak görmesem de, kesinlikle hava kapalı ve sisli iken, ne Aiguille du Midi’ye çıkmanın bir anlamı, ne de bu 350 basamağı inmenin imkanı olamayacağını anlıyorum.Acele etmeden, vadinin güzelliğini sindire sindire iniyoruz. Mağaraya kadar teleferik indirmemelerinin nedeni, bir aşamadan sonra yamaçlarda buzulların başlıyor olması.
Ancak vadi o kadar dominant bir hakimiyete sahip ki zirveden gelen suların bir sel şeklinde çağlayıp aniden donması ve kalıcı bir buzula dönüşmesini gözünüzde canlandırınca, yaşanmış olayın ezici büyüklüğü ve önüne geçilemezliği karşısında, bir nokta misali siz, birkaç çizgi misali merdivenler kalıyor.
Vadinin içinde yok gibisiniz. İri kalıplı gövdeleri, ağır yekpare duruşları ile oturmuş bu dünyaya hükmeden dağ tanrıları gibiler etrafınızı sarmalayan tepeler. Sizi görmeleri, fark etmeleri, kaale almaları, imkansız.Aiguille du Midi’den inip, Beyaz Vadi’den kaymaya başlayan tek sıra halindeki kayakçılar ve yürüyüşçüler, gruplar halinde geliyor. Buz Denizi ( Mer de Glace )40 km2 lik bir alana ve 7 km.lik uzunluğa sahip. Aiguille du Midi’den başlayınca 20 km. kayış imkanınız oluyor. Tecrübeli gruplar, Montenvers’den aşağı ( hala halleri kaldıysa ), kayarak şehire inebiliyorlar. Ama büyük bir kısım ve özellikle yürüyüşçüler – bu grupların özel yürüme kayakları var – Buz Mağaras’ının yanından, bizim indiğimiz merdivenlere ulaşıyorlar.
Her hafta bir gün (ve bugüne özel) rehberli yürüyüş turları var. Rehberlerin Chamonix’te bir federasyonu buluyor ve bu bölgelerde önemli bir işleve sahipler. Çünkü dağda kaybolmak kavramını bölgenin sonsuzluğunu görünce anlıyorsunuz zaten.Kayak gruplarından birinde sorun yaşanıyor olmalı ki, biz nihayet inebildiğimiz mağaraya girmeden, bir helikopter gelerek Buz Denizi’ndeki gruplardan birine doğru alçalıyor.
Fransa‘nın ve Mont Blanc Grubu‘nun en büyük, Alpler‘in de en büyük dördüncü buzulu, Mer de Glace. Yaklaşık 12 km uzunluğunda olup, genişliği 700 m ile 1950 m arasında değişiyor. Alplere göre çok yüksek olan 90 km.lik bir akış hızı var. Karekteristik özelliği ise, ”ogive” diye tabir edilen yay şeklindeki çapraz şeritleri.
Buz Mağarası, Buz Denizi’nin hareketinden dolayı, her yıl tekrar kazılan bir oyuk. Yer yer derinliği 400 mt.yi bulabilen bu denizin kenarında açılmış bir dehliz. Yer gök buz. Girdiğiniz an, sanki zaman durmuş, bir tek siz anın farkındaymışsınız gibi hissediyorsunuz. Akan suların aniden dondurulduğu bir film karesi.
Sürüklenen taş parçaları, yapraklar, donmuş suların kabarcıkları arasında fark edilebiliyor. Daha derinlerde kim bilir sürüklenmiş neler var. Kulağınızı çok yaklaştırırsanız, elinizi kabarcıklara sürttüğünüzde akan suyun sesi duyuluyor. Donmuş buzdaki, durmuş zamandaki, hafif, belli belirsiz su sesi, hepimizi şaşkına çeviriyor.
Zamanın durduğu bu dehlizden, şimdiki anın gerçeği ile yüzleşiyoruz, 350 basamağı yukarı çıkmak. Biz öfleye, pöfleye, çıktığımızı unutmak için etrafı seyrede seyrede tırmanmaya başlıyoruz. Bu esnada, kayaktan veya yürüyüşten gelen gruplarda merdivenlere ulaşıp çıkmaya başlıyorlar. Yaklaşık 20 km.kaydıktan veya yürüdükten sonra sırtlarında kayak ve ayaklarında kayak ayakkabıları ile o merdivenleri söylenmeden çıkabiliyorlar.
İnanılmaz görünse de, durup vadiye baktığınızda, kesinlikle hak veriyorsunuz. Buz Vadisi’nin içinde dolaşmak, Buz Denizi’nin üstünde yürümek, dağların tanrısallığının arasında bir hiç olabilmek, her şeye değer gibi görünüyor.
Kış bizi zorlar diye, bir gün mutlaka baharda gelip, bir yürüyüşe katılma kararı alıyoruz. ” İnşallah bir gün” listemize bir şık daha ekleniyor böylece.
Kayakçıları, yürüyüşçüleri, vadiyi seyrederek, birazda utandığımız için fazla söylenemeden ulaştığımız istasyonda dinlenme gereği duyuyoruz. Çünkü zavallı Çaka, artık son basamaklara doğru, ayağını kaldırmak için eli ile takviye yapmak zorunda kalıyor.
Gelirken az olan tren halkı, Buz Denizi ve Beyaz Vadi’den gelenlerle bayağı kalabalıklaşıyor. Bu nedenle, kısa karanlık bir mağarada, çeşitli yerlerden çıkarılmış, özel kuartz kristallerinin sergilendiği, Crystal Galeri’sine hızlıca göz atıp, hemen dönüş trenine koşturuyoruz.
Otele çok yakın olduğu için Çaka’nın görmek üzere ısrar ettiği Huskydalen ‘e Huski köpeklerinin kızak çektiği merkeze bir uğrayalım istiyoruz. İnternet sitesinde yarım günlük, bir günlük yada saatlik kızak turlarından bahsediliyor. Ama sitede belirtilen adres bir ev çıkıyor ve kimseyi bulamayınca vazgeçiyoruz. Zaten o kadar yorgunuz ki Çaka bile ısrarcı olamıyor.
Akşam yemeği için bu gece deneyeceğimiz restoran Casino’nun yanında, Place Saussure Meydanı’nda bulunan, Monchu Restoran.
Tarihi eskiye dayanan ve yine epey tercih ediliyor gibi görünen küçük samimi bir yer. Restoranlarda yemek siparişinden önce ısrarla aperitif ne içeceğimiz soruluyor, çünkü daha önce yazdığım gibi likör çeşitleri bol bir bölge. Kendi tavsiyelerine bırakıyorum ve Monchu’nun o günkü önerisi olan kırmızı meyveli ‘’kir’’ getiriyorlar. Şampanyanın daha hafifi olarak algıladığım ‘’kir’’ hoşuma gidiyor. Önden içtiğim bir Fransız mutfağı klasiği olan Soğan Çorbası’nı da Paris’te içtiğimden daha başarılı buluyorum.
Yemek tercihimiz yine bir menü oluyor. İstediğimiz, ‘’Monchu Spesial’’ , iki kişilik servis edilen özel bir mangal ( 29.50 € ). Daha doğrusu minyatür bir mangal ile İsviçrelilerin spesiyalitesi ‘’raclette’’i (özel raklet peynirinin eritilmesi )birleştirmişler. Üstte çiğ gelen dana etlerini pişiriyorsunuz ve alttaki çekmece gibi gözlerde özel raklet küreklerine koyduğunuz raklet peynirini eritiyorsunuz. Bir adet de haşlanmış irice patates veriliyor.
Getirilen iki çeşit peynirden raklet tipi olanı, eriyip et ile birleşince, normalde bir şeye benzemeyen etler, gerçekten güzelleşiyor, bir tat, bir lezzet geliyor. Daha yumuşak olan peyniri ise patates ile yiyoruz. Peyniri akşam yemeklerinde seven bir aile de olsak, porsiyonlar büyük olduğu için artık peynir diyecek halimiz kalmıyor.
Soyunabilir şekilde giyinmiş olduğumuz halde, mangalında verdiği ısı ile tatlı faslı, eziyete dönüşüyor. Fazla yiyip, sıcaktan da bunalınca, çıkışta Chamonix sokaklarında biraz tur atarak soğumaya çalışıyoruz.
Avenue Michel Croz’dan nehir kenarına paralel Rue des Moulin’e sapıp, Chamonix’in barlar sokağına ve gece hayatına bir göz atıyoruz ama saat daha erken olduğu için dikkate değer bir hareket görülmüyor.
Peynir diyecek halimiz kalmadı, merdiveni ise önümüzdeki birkaç sene çıkmayız artık….
chamonix-2-gun-mont-blanc-vadisichamonix
chamonix-3-gun-breventchamonix
chamonix-5-gun-martignycourmayeur