23 Ocak Pazartesi 2012
Bugün aslında yol günü ama, indiğimiz havaalanını özellikle yazmak istedim.
Pegasus Havayolları’nın 10.00 uçağı ile Lyon’un St.Etienne Havaalanı’na uçuyoruz. Gezimizin Lyon üzerinden planlanmasının nedeni biraz, ‘’orayı da görmüş olayım ‘’ işgüzarlığı ama, daha ziyade fiyat. Özellikle, pazartesiden pazartesiye uçunca, ciddi derecede ekonomik bir rakama geliyor.
Daha önce Pegasus ile Paris’in Orly Havaalanı’na inmiştik ki Pegasus’un kontuar yerine bir bodrum katında unutulmuş iki masayı kullanıyor olması haricinde sorunsuzdu. Ancak, St.Etienne Havaalanı ( Lyon ana havaalanı St.Exupery ) Pegasus’un, ucuzluk konusunda kendini aştığını çok net özetliyor.
Pistteki tek uçak olan bizim uçağımızdan inip, üç beş adımda geldiğimiz havaalanı binası için, barakadan bozma bile demek mümkün değil, çünkü barakayı bozamamışlar bile, baraka olarak kalmış.
Lyon, St.Etienne ve civarındaki, yoğun sanayii ve işgücünde çalışarak burada ikamet eden Türk işçileri ve/veya onların burada okuyan çocukları ile ziyarete gelen akrabalarını taşıyan bir hat burası. Neredeyse sadece Pegasus ve Ryanair ( İrlandalı düşük fiyatlı havayolu )uçuyor bu havaalanına.
Bir itiş kakıştır doluşuyoruz barakanın, dar ve tek koridoruna. İki adet pasaport kontrol bankosunun biri, hali ile AB vatandaşlarına ayrılmış durumda. Yaklaşık olarak bir uçak dolusu Türk, ite kaka beklerken, onlara öncelik verilse de medeniyetin verdiği rahatlığın fazlalığından artık düşünme yetilerini kaybetmiş olan bu vatandaşlar, kontrol kabininde yazdığı ve görevli en az 3 kez bağırdığı ( anons değil bağırma – iletişim böyle ) halde, itiş kakışın içinde beklemeye devam ediyorlar.
Hiçbir AB vatandaşı gelmeyince ısrarla Türkleri de almayan pasaport görevlisi, kabinden çıkıp bağırınca ancak kendilerini idrak eden bu vatandaşlar işlemlerini bitiriyor da, Türk kontrolü iki kişiye çıkıp kuyruk, görevli başına 200 den 100 kişiye düşüyor.
İtiş, kakış, kalabalık, kayak montlarının yarattığı artı sıcak ve muhtemelen yiyecek taşıyan memleketim insanlarının saldığı koku dahilinde, duruma kaç saat dayanabileceğimizi hesaplamaya çalışıyoruz. Türklerden istenen sadece pasaport değil, ayrıca otel rezervasyon belgeleri ve dönüş biletlerinin de gösterilmesi talep ediliyor. Bu talep edilenler, kabin camlarına da Türkçe olarak yazılmış çünkü geçmeye çalışanların %90 kadarı Fransızca bilmiyor.
Fazla yakın ilerlediğimiz için konuşmalarını istemesek de duyduğumuz aile, daha önce aynı yolla geldiklerinden, havaalanından direkt tren olmadığını söylüyorlar. Ya, St.Etienne kasabası’na kadar taksi tutulup oradan Lyon Treni’ne binilecek ya da Pegasus’un, Lyon havaalanı transfer otobüsüne binilecek.
Nereye geldik biz ve nasıl böyle bir hata yaptık pişmanlığını paylaşabilmek için, itiş kakış içinde Tekin ile gözlerimizi görebildiğimiz anlarda göz göze gelmeye çalışıyoruz. Olan oldu diyerek son bir hamle ile ulaştığımız pasaport güvenlik bankosunda bir sorun yaşanmıyor neyse ki. Fransızlarla Fransızca konuşursanız havaya girerler. Tam kendimizi dışarı atacak iken, ‘’ hop hop nereye gidiyorsunuz’’ tarzında, kaba ve sert bir uyarı ile bizi durdurarak, deklare edecek bir şeyimiz olup olmadığını soruyor Fransız bir görevli. Hayır desek de nedense inanmıyor ve muhtemelen Türkçe bir kelimeyi Fransız olarak söylemeye çalıştığı için ( yüksek ihtimal bir yiyecek ) anlayamadığım bir şeyin olup olmadığını soruyor. İki kere tekrarlatsam da kesinlikle ne sorduğunu anlayamıyorum.
En sonunda bizim şaşkın halimizden fark edip yaşadığımız ülkenin, Fransa değil, Türkiye olduğunu anlayınca, konu bir anda önemini yitirerek, bizi umursamazca bırakıyor.
Bizim çektiğimiz eziyetten ve kötü muameleden vazgeçtim, ben görmezden gelir bir daha da bu havaalanına inmem ama, kendi milletimden insanların bu ülkede görmüş oldukları acınası tavır, insanın kanına dokunmayacak gibi değil. Görevliler işini yapıyor olabilir ancak, buraya gelen insanlar da onların vatanına, Fransız halkına hizmet ediyor sonuçta.
Sinirlerimiz bozulmuş bir vaziyette, kendimizi öncelikle tuvalete atıyoruz. Erkekler tuvaletini bilemeyeceğim, bayanlar tuvaletinde kapılara asılmış bir kağıtta yazanları görünce bütün sinirim dağılıyor ve gülmeye başlıyorum. Türkçe olarak, ‘’tuvalette sigara içmek yasaktır, aksi taktirde mahkemelik olursunuz, bu son uyarıdır ‘’.
Fransızların tarzına ne kadar kızsak da kendi gerçeğimizi de görmek lazım. Buraya çalışmaya gelen insanlar, kendi köylerini de yanlarında taşımaya çalışıyorlar. Köy gibi katı muhafazakar küçük bir çevrede yetişmiş ve halen o insanlarla Fransa’da da aynı çevreyi oluşturmuş bu göçmenlerin, giyim kuşam, görenek dışına çıkmaları çok mümkün değil ama, en azından kurallara uy yada derdini anlatacak kadar bir kelime öğren, yada artık fark et Türkiye dışında olduğunu. En azından tuvalette sigara içmeye de çalışma be kadın.
Tamamen Türkiye’deki yetersiz denetim ve yönetim zaafının verdiği, yılların genetiğimize işlediği birikimin sonucu böyle bir davranışı ancak bir Türk anlayabilir, Fransız ise itaatsiz der ve mahkemeye verir.
İnformation bankosundan, Pegasus otobüs servisi için gidiş dönüş bilet alıyoruz. Ve dört kişi tam 107€ ödüyoruz. Ya bu fahiş fiyatı vereceksiniz yada önünden kervan geçmeyen bir havaalanında gelmesi meçhul bir taksiyi bekleyip, bavullarla St.Etienne garına gidip, saati belli olmayan Lyon trenine bineceksiniz.( Pegasus otobüsü ile St.Etienne’e kadarda gidilebiliyor. )
Uçakta ödediğimiz yemek paraları, check-in bedelleri ve şimdide shuttle fiyatı toplanınca, üstüne yolda geçen kaybettiğimiz iki günüde eklersek ( gidiş-dönüş), astarı yüzünden pahalıya gelen ucuz uçak biletlerimize artık eskisi kadar sevinemiyoruz. Paşa paşa ödediğimiz otobüs ile yaklaşık iki saat süren, Rhône Nehri vadisi boyunca, büyük sanayi tesisleri arasında gittiğimiz bir yolculuk sonrasında, Lyon’un, Perrache tren garı önünde iniyoruz.
Lyon’da, metro ve tramvay hatları Paris kadar gelişmiş olmasa da yeterli. Tramvaya binip Part-Dieu garına gidiyoruz. Yarın bineceğimiz Mont-Blanc Expresi, Part-Dieu garından kalktığı için bu gara yakın bir otel seçmiş durumdayız. Dağda ne ile karşılaşacağımızı bilmediğimiz ve uçağın rötar yapma olasılığına güvenemediğimiz için bu geceyi Lyon’da geçirmek daha mantıklı görünüyor.
Lyon, ilk görüşte fark edildiği gibi nüfusun yoğun olduğu bir şehir. Her iki garda da, tramvaylarda da, bayağı bir insan kalabalığı var. Ve bu insanlar Paris’e göre, daha kendi halinde, normal ve gerçek görünüyorlar.
Garın hemen karşısında, Lyon’un en büyük ve Avrupa’nın da hatırlı büyüklükteki bir alışveriş merkezi yer alıyor. Part-Dieu Meydanı’da bir gar meydanı olmasına rağmen, hoş bir karaktere sahip.
Otelimize doğru ilerlerken, yüksek katlı ve yoğun ofis binalarını geçiyoruz. Bu bölge daha ziyade iş muhiti. Şehir yaşamında ilk dikkat çeken, çok fazla kişinin ulaşım aracı olarak scooter kullanıyor olması. Yetişme telaşından yada yürümekten sıkıldıkları için, genelde gençler olmak üzere çok kişi, scooter’a biniyor.
Bir başka hoşluk ise, bisiklet kiralama noktaları. Otomata para atıp, bisikleti alıyorsunuz ve başka bir otomata bırakıyorsunuz, müthiş bir kolaylık.
Otelimiz, Park&Suites Prestige Lyon, aslında bir apart residence ki bulunduğumuz ofis bölgesinde bu tarz konaklama çok yaygın. Sadece bir gece kaldığımıza üzülecek kadar hoş bir otel.
Hemen çıkıp metroya binerek, Lyon’un tarihi yarımadasının ( Presqu’İle )merkezi olan Bellecour Meydanı’nda iniyoruz. İner inmez, ışıl ışıl Lyon dönme dolabı bizi karşılıyor. Rou de Lyon.
Binmemek mümkün mü ? Gece bastırmadan önceki mavi saatte, gökyüzünün tatlı lacivert fonu üzerinde parıldayan şehrin ışıkları ile geldiğimiz modern bölge Part-Dieu ve yüksek katlı blokları, tarihi yarımada Presqu’İle ve yükselen tepesi Croix-Rousse solda, tepede şehrin dominant hakimi Fourvière Bazilikası ile Vieux Lyon, Saône ve Rhône Nehirleri’ni birleştiren köprüler, keyifli bir kuşbakışında göze çarpıyorlar.
Altı gün sonrasında tekrar döneceğimiz Lyon, ilk bakışta itici gelmediği gibi hoşumuza gidiyor ve havaalanı felaketini bir nebze unutturuyor….
chamonix-2-gun-mont-blanc-vadisichamonix
chamonix-3-gun-breventchamonix
chamonix-4-gun-aiguille-du-midimontenvers
chamonix-5-gun-martignycourmayeur