12 Ekim Cumartesi 2013
Singapur, National Orchid Garden, Çin Mahallesi, The Merlion, Orchard Road, Marina Bay Sands, Sentosa Adası, Clarke Quay
Neden bu güzel ve bereketli memlekete dünyanın akın etmediğini gece anlıyorum. İklim çok sert ve onun kurallarını kıramıyorsun. Nem, insanı asıl gece boğuyor.
İliklerimize kadar donduğumuz klimadan korunmak için odanın klimasını kapatıyoruz. Bu sefer kendi terimizle boğularak uyuyamıyoruz. Mecburen uyuyabilmek için klimayı açınca serinliğin verdiği rehavet yorgunlukla karışıp uyuyakalıyoruz ve klimayı kapatamamış oluyoruz. Soğuk odada yorganın altında rahat bir uyku çekiyoruz ama sabah olunca odanın buz kesmiş olmasından yataktan çıkamıyoruz. Kim yorganın altından çıkıp klimayı kapatacak kavgası sonrası çıkan, ilk iş takırdayarak montlara saldırıyor.
Demek ki klima olmasa bu insanların vakum gibi suları emilecek ve vücut susuzluktan ölecek. Bu yüzden mecbur oldukları klimaya doğuştan alışıyorlarmış. En klasik Singapur özlü sözü de zaten iklim üzerine ‘’Singapur da üç mevsim vardır; sıcak, daha sıcak ve en sıcak ’’. Biz sadece sıcak olan mevsimdeyiz sanırım. Tura katılan gruplar klimayı kapattırınca süremeyen otobüs şoförlerine hak veriyorum bu geceden sonra. Ve neden klima gazlarının ozon tabakasına zarar verdiğini de anlıyorum. Tropik iklimde yaşayan onlarca nüfus ve 24 saat kapanmayan milyarlarca klima.
Dona dona kahvaltıya iniyoruz, otelden çıkana kadar dayanabilirsek kapıdan çıkar çıkmaz anında ısınacağız zaten. Biz kahvaltıya inerken sabah 07.00 de kilise çanları çalıyor, otelin olduğu bölgede, eskiden kalma, başka bir coğrafyadan gelerek yerel karakterlerin dışında geldiğin ülkenin mimari karakterlerinin kullanılması anlamına gelen kolonyal evler ve aynı tarz kiliseler var.
Kahvaltı bana göre güzel, sunulan seçenekler oldukça özenli. Gruptaki Türkler önceden yapılan uyarı sonucu zeytin ezmesi, peynir getirmişler, büfeye hiç bakmadan sadece ekmek reçel alan var. Uzakdoğu’da peynir alışkanlığı olmadığı için rehber peynir almış, kestirmiş, dolaşıp ikram ediyor.
Çocukların alıştığı tarz yemek dışında önyargılı ve retçi davranmasını anlıyorum da yetişkinlerin bu derece illaki alıştığım tarz kahvaltı edeceğim fikrini komiklik mertebesinde abes buluyorum. Bir hafta peynir yada zeytin yemesen ne olur ?
Uzakdoğulu misafirlerin hiçbiri reçel almıyor, ekmeğe de pek rağbet etmiyorlar. Soğan bambu karışımı salata yiyorlar. Belki de bu nedenle bizler obezlik sınırını zorlarken Uzakdoğulular her daim zayıf ve narin. Sonuç olarak zeytin yemedikleri için ölmüş de değiller.
Büfede kesinlikle bizim damak tadımıza uyabilecek haşlanmış soslu kuru fasulye, tavuk sosis ve jambonu, pancake, omlet gibi seçenekler mevcut. Test ettiğim mısır çorbası gayet lezzetli. Haşlanmış bambu ve kızarmış erişte gibi seçeneklerde damak tadımıza uyabilecek lezzetler.
Asıl mucize demleme çayın olması ama fincan ile alıyorsunuz ve klimalı ortamda masaya getirene kadar soğuyor. Başında ayakta içmek gerekli. Amerika’daki kahvaltılardan sonra çok daha seçenekli ve sağlıklı bulduğumuz kahvaltıdaki tek sorun, zatürre olmadan atlatabilmek.
Nemden daimi olarak yapış yapış olan ve şekil değiştiren saçımızı başımızı toparlayıp, tekrar otobüslerle Singapur turumuza başlıyoruz.
Singapur
Singapur Cumhuriyeti, Malay Yarımadası’nın güney ucunda, ekvatorun 137 kilometre kuzeyinde yer alan bir ada devleti. Kuzeyde Malezya, güneyde ise Endonezya ile çevrili, dünyanın az sayıdaki şehir devletlerinden biri. Singapur’un kendisine ait 40 ada ile birlikte yüzölçümü 622 km2 civarında. Nüfusun %77 sini Çinliler, %14’ünü Malaylar ve %8’unu Hintler, gerisini de diğer azınlıklar oluşturuyor. Ülkedeki nüfus yoğunluğu çok yüksek, kilometre kareye yaklaşık 4500 kişi düşüyor. Malay ve İngilizce resmi dil.
Singapur’un tarihi 11. yüzyıla dayanıyor. 1613 yılında önemli bir liman kenti haline geliyor. İngiliz Sir Thomas Stamford Raffles, 1819 yılında İngiliz limanı kurmasıyla Singapur’un modern tarihi başlıyor. İngiliz sömürgesi altında Hindistan-Çin ticaret merkezi ve Güney Asya antrepo ticaret merkezi olmasıyla iyice önem kazanıyor. 2. Dünya Savaşı sonrası Malezya ile birleşse de sosyal huzursuzluk ve iktidardaki partilerin anlaşamaması nedeni ile Malezya ile yolları ayırılıyor ve 1965 te bağımsız bir cumhuriyet oluyor.
Singapur’da zenginliğin 5C kuralı varmış. Car – Cash – credit card – condominium – country club. ( araba- nakit para- kredi kartı – apartman dairesi – sosyal kulüp üyeliği-dünyanın neresinde geçerli değil ki bu kural ) Singapur’da ilk araba sahipliği sertifika ile 1.200.000 SD’ na olabiliyormuş çünkü herkesin araba sahibi olması istenmiyormuş. Yine de halkın gelir düzeyi çok yüksek ve kişi başına en çok restoran düşen şehirlerden biri Singapur.
National Orchid Garden
İlk durak orkide bahçesine gidiyoruz. Burası Ulusal bir bahçe ve orkideler bir çeşit Singapur’un simgesi. 150 senelik bahçe 75 hektarlık bir alana yayılmış. Yürüyerek bu cennet bahçeyi gezerken çiçeğin 2000’den fazla çeşidini görmeye çalışıyorsunuz aklınızda tutabilirseniz tabii.
Sadece orkideler değil, bahçedeki düzen altına alınmış doğada etkiliyor. Palmiyeler, egzotik bitkiler, hiç görmediğimiz çalılar, ağaçlar. Çiçekler bu coşkun doğanın arasında nadide bulunan değerli taşlar gibi rengarenk parıldıyorlar.
Bahçeye girip 100-200 metre yürümemiz ile birlikte hızlı bir tropik yağmur başlıyor. Turdan verilen tek şemsiye dördümüze yetmiyor keza üstümüzdeki yağmurluklarda yağmurun şiddetinden dolayı ilk beş dakikadan sonra hiçbir işe yaramıyor. Ayaklar sırılsıklam, yağmurluklar ıslaklıktan üstümüze yapışmış durumda. Bahçenin üst kotundaki kapalı pavilyona sığınıyoruz ve nadir yetişen orkide cinslerinin resmedildiği küçük sergi alanını dolaşıyoruz.
Yağmur bitmek bilmeyince ve otobüse dönme vakti yaklaşınca mecbur tekrar çıkıp geldiğimiz noktaya koşturuyoruz. Hava sıcak olduğu için yağmur durur durmaz hemen kuruyacağımızın farkındayız bu nedenle ıslanmak dert değil nitekim alışkın olan rehber korunmaya bile gerek görmemiş öylece ıslanmaya bırakmış kendini. Ama gel gör ki bizi bekleyen dondurulmuş soğuklukta bir otobüs var ve bütün sıkıntı kuruyken bile dayanamadığımız o soğuğa ıslak girmek.
Allahtan turdaki hanımlar hediyelik eşya mağazasındaki orkideli ürünlere fazlası ile ilgi gösteriyorlar ve gruptan birileri otobüsü bulamadığı için 15 dakika beklemek zorunda kalıyoruz da otobüse binmeden kabul edilebilir boyutta kuruyoruz.
Devam ettiğimiz yol boyunca yüksek katlı apartmanlarda bir başka özellik dikkatimi çekiyor. İnsanlar balkonlardaki çamaşır askı ipine, kıyafetlerini dolaba asar gibi askıları ile asmışlar. Ya dolapları yok ya da içeride kurumuyor. ( nitekim aynı şey yine tropik kuşakta yer alan Orlando’da bizim başımıza gelmişti )Asılıştaki düzen şaşırtıcı geliyor. Mandalla asılmış hiçbir çamaşır yok, düzenle asılmış askılı kıyafetler. Gezinin sonrasında diğer şehirlerde de, evlerde aynı şekilde asılmış çamaşırları görüyorum.
Singapur’un güneyinde yer alan Çin Mahallesi’ne doğru ilerlerken rehber şehir hakkında kısa bilgiler veriyor. Monaco’da olduğu gibi Singapur’da da şehir içinde Formula 1 yarışları yapılıyor. Bu nedenle bazı yollar yarış süresince trafiğe kapatılacak, biz geçerken çalışmaların yapıldığını görüyoruz. Önce Malezya Grand Prix’si olarak 1961’de ilk kez yapılan yarış, Singapur’un bağımsız olması ile Singapur Grand Prix’si adını almış, gece yapılıyor ve Asya’nın tek şehir parkuru.
Bu sefer gündüz geçiyor olduğumuz Orchard Road’daki Takashimaya, Paragon gibi alışveriş merkezleri dünya markalarının gövde gösterisi yaptığı yerler. Orchard Road’da da bulunan ERP Electronic Road Priceing otomatik döviz bozulan otomatlar.
Çin Mahallesi
Görüş mesafesini kapatmış yağmur altında Singapur nehrinin güneyinde yapılanmış South Bridge Road üzerinde Çin Mahallesinde duruyoruz. Burada geleneksel Çin evleri, bir tapınak ve ucuz Çin mallarının satıldığı Pazar yeri var.
Yağmur nedeni ile turdan çok kişi otobüsten inmiyor, bizde geldik madem bir bakalım diyoruz ama ne çatı kenarları kıvrık geleneksel evler, ne de tapınak bir şey ifade ediyor. Bir sürü gereksiz ıvır zıvır ile oldum olası sevmediğim Çin pazarına da bakmıyoruz bile. Neden Singapur’a gelip ucuz Çin malı alalım ki.
Yol boyu dizili evlerin altındaki arkad boyunca yemek dükkanları sıralanıyor ya da bizdeki aktar görünümündeki Çin usulü yiyecek malzeme satan mağazalar. Çoğu kurutulmuş bir şeyler olduğunu anladığımız bu yiyeceklerin ana maddesinin ne olduğunu tahmin bile edemiyoruz. Ne yiyor bu adamlar böyle….Kesinlikle farklı insanlar bu Çinliler. Şehrin kuzey kesiminde de bir Hint Mahallesi var ve çok şükür ki oraya gitmiyoruz.
The Merlion
Buradan çıkıp Singapur’un simgesi olan The Merlion heykelinin yer aldığı ve Singapur’da yerleşimin ilk kez başlamış olduğu noktaya Marina Bay’e gidiyoruz.
Zone 1 denilen bu bölge, Singapur Nehri’nin denize dökülen ağız kesimi. Kolonileşmenin ilk başladığı alanda bugün bir kriket sahası yer alıyor, The Padang. Etrafında City Hall ( Belediye Binası ), Parliament House ( Meclis Binası ) Concert Hall ( Konser Salonu ) ve Asian Civilisation Museum ( Asya Uygarlık Müzesi ) çevreliyor, Raffles Landing Site adı verilen bölgeyi.
Nehri geçince Singapur’un tek alçak katlı ama en meşhur ve en pahalı oteli, eskiden kalma cephesi ve burayı ben kurdum her şeye tanık oldum gururu ile dikiliyor önümüzde, The Fullerton Hotel.
Aynı zamanda Londra Hayvanat Bahçesinin de kurucusu olan İngiliz Sir Thomas Stamford Raffles, Johor Sultanının ölmesi ve Singapura üzerindeki etkisini kaybetmesi üzerine bölgeye gelerek incelemelerde bulunuyor ve Singapur adasında Dutch ( Hollanda ) hakimiyeti olmadığını tespit ederek adada British kolonisi kuruyor. Böylece 1819 yılında Singapur’un modern tarihi başlamış oluyor ve dönemin güçlü imparatorluğu İngiliz sömürgesi altında Singapur, Hindistan-Çin ticaret merkezi ve Güney Asya antrepo ticaret merkezi olarak önem kazanıyor.
The Fullerton Hotel’in hemen arkası yüksek katlı binaların dizi dizi sıralanmış olmasından da anlaşılacağı üzere finans merkezi ki Çin Mahallesi yerine orayı gezmek daha iyi olurdu diye düşünüyorum.
Bir göl gibi görünen nehir ağzının genişlediği bölge, Singapur’un fotoğraflara konu olan yapılarını barındırıyor. Henüz adada modern yaşam yokken bir rahibin adaya ilk ayak bastığı noktada The Merlion heykeli, aslan balık karışımı bedeni ile ağzından su püskürterek sizi karşılıyor. Rahip karaya iner inmez bir aslan görmüş ve adanın ismi yerel dilde aslan anlamına gelen Singa-pura ( aslan-nehir) olarak yerleşmiş. Burası aynı zamanda bir balıkçı köyü olduğu için heykel, aslan başlı bir balık olarak şehrin adını ilk alış tarihini simgeliyor.
Heykelin önündeki seyir terasında durup marinaya doğru baktığınız zaman solunuzda kalan yapı Esplanade, konser ve performans merkezi. Asya’ya özgü bir meyve olan Durian meyvesine benzetilen bir mimari ile inşa edilmiş. Egzotik meyvelerin içinde en beğenileni olduğunu ve meyvelerin şahı olarak kabul edildiğini söyleyen rehber, koku yaptığı için otobüslerde yemenin yasak olduğunu anlatıyor. Böyle anlatınca merakımız cezbeliyor bu meyveye karşı.
Tam karşımıza gelen üç yüksek binanın tepesinde gemi kaidesi görünümlü terası ve önünde orkide benzeri yapısı ile bir kompleks olarak dikkat çeken yapılar grubu ise Marina Bay Sands Hotel. 2011 yılında Las Vegas’lı kumarhane grubu Sands grup tarafından açılan bina kompleksi 5,7 milyon dolarlık bir yatırımla dünyanın en pahalı otel yatırımı ünvanını elinde bulunduruyor. Üç adet 55 katlı blokta 2560 oda bulunuyor. Tepedeki Skypark ‘ın ise bir kısmı dışarıdan gelen ziyaretçilere açık, otel müşterilerine ait bölümde restoranlar, bahçeler ve 150 metrelik sınırı yapı ucunda biten sonsuz havuz bulunuyor. Sanki havuz gökyüzünde sonsuza kadar gidiyor hissine kapılıyorsunuz eğer otelde kalır ve havuzuna girerseniz . ( ! )
The Merlion önünde Singapur hatırası resimlerimizi çektikten sonra yarım günlük şehir turu bitiyor. Grup ile ekstra Sentosa adası turu alanlar devam ediyorlar bizim gibi almayanlar ile otele dönüyoruz. Grup ile gezmemeyi şehri tanımak açısından daha verimli bulduğumuz için Sentosa adasına kendimiz gideceğiz. İlkemiz her zaman gösterilen ile yetinme illa sende bir kurcala çünkü.
Orchard Road
Otobüsün dondurucu soğuğu nedeni ile bir türlü kurumayan ayakkabıları değiştirip, yemek yemek ve bir göz atmak için Orchard Road’a yürüyoruz. Caddenin başlangıcındaki beyaz kolonyal karakteri ile hemen dönüp bakmanızı sağlayan yapı Chismes eski ve önemli bir Katolik okulu.
Orchard Road’u diğer pahalı alışveriş caddelerinden ayıran en önemli özellik, yan yana sıralanmış mağazalar olması değil, yan yana sıralanmış alışveriş merkezleri olması. Fendi, Coach, Chanel, Prada gibi markların çok katlı özel mağazaları da var ama ağırlık birinden çıkıp öbürüne girebileceğiniz alışveriş komplekslerinde. Dükkana girer gibi bir merkezden çıkıp öbürüne giriyorsunuz. Sebep büyük olasılıkla yer kazancı ve açıkta sıcakta gezmektense kapalı klimalı ortamlarda rahat hareket edebilmek.
Caddede biraz ilerleyince güzel geniş bir bahçe içinde yer alan Başkanlık Konutu’nu geçer geçmez yine yağmur çiseler gibi oluyor ve kendimizi önümüze denk gelen Singapore Plaza’ya atıyoruz. Üst katındaki yemek bölümünde 1 Market isimli bir restoran çıkıyor karşımıza. Sloganı ‘’halal food’’ olan açık büfe fiks fiyat, bilmediğimizi sipariş etmektense görerek yemek olunca daha mantıklı geliyor. Bütün Malezyalı, Endonezyalı başı açık, kapalı hanımlar burada. Öğlen açık büfesinin bitmesine 45 dakika kaldığı için hızlı karar verip hızlı davranıyoruz.
Oldukça büyük bir restoran ve sunulanlar oldukça bol ve seçenekli. Sebzeli börekler, satay denilen tavuk, kuzu şişler çok lezzetli. Bolca deniz ürünü de bulunuyor. Sebzeli tencere yemekleri var ama görünüşleri fazla bulamacı andırdığı için bilinen hayvanlara yönelmek daha cazip geliyor. Asya yemek kültüründe daimi olarak tatlı-ekşi birlikteliği söz konusu , daha az karışmış bu birliktelik yada hiç karışmamış olan yalın lezzetler bizim damak tadımıza daha çok hitap ediyor.
Tatlıların göründükleri kadar cazip olmadığını fark edene kadar meyveleri kaçırıyoruz. Ama ona değdi buna değmedi bayağı bir çeşit denemiş oluyoruz. Plaza’dan çıkarken, giyim mağazalarından çok restoranların olduğu ve çoğunun 24 saat açık olduğu dikkatimizi çekiyor.
Orchard Road’un batısına doğru yürümeye devam ettikçe mağazalar ve plazalar daha bir lüksleşmeye başlıyor ve üst gruba hitap eden pahalı oteller boy gösteriyor. Yollar kalabalık olduğu gibi plazaların içi de kalabalık ve çoğu mağazanın içi de kalabalık hatta Chanel ve Burberry’nin önünde sıra var ve içeri tek tek sıra ile alınıyorsunuz.
Marina Bay Sands
Orchard Road’un lüksü bizi biraz ezmeye başlayınca yeter diyerek ilk metro durağından metroya binip Marina bölgesinde Bayfront durağında iniyoruz. Otelin içine çıkmadan önce yeraltında yaratılmış bambaşka çılgın bir dünya var. Otel kompleksinin altı dev bir casino ve alışveriş merkezi. 15.000 metrekarelik casino’da 600 oyun masası 1500 slot makinesi ve iki noddle bar bulunuyor. 800.000 metrekarelik alışveriş merkezi üst gruba hitap eden mağazalar ve restoranlar bulunuyor. Bu alışveriş merkezinin ortasında Las Vagas’lı Venetian grup gibi bir su kanalı yer alıyor.
Otelin içi, şık ve modern ama aşağıdaki dünya kadar gösterişli değil çünkü mimarisi gereği ince uzun bir hat üzerinde dağılıyor. Yer altında yayılmışlar, yer üstünde dikine yükselmişler.
Buraya gelmemizdeki amaç otelin tepesindeki gezi platformuna, seyir terasına çıkmak, The SkyPark. Çıkış pahalı değil, 10,50 SD, Amex karta indirim yapıyorlar. Yukarı çıkarken illaki çektikleri ve yukarda size satmaya çalıştıkları fotoğraf daha pahalı, 50 Euro.
Otel müşterilerine ait olan bölüme sadece uzaktan bakıp kıskanarak, Singapur’u 360 derece görebildiğimiz terası dolaşıyoruz. Tüm Singapur ayaklar altında demek abartı değil gerçekten öyle çünkü Singapur zaten nerdeyse gözle görebileceğiniz mesafelerde.
Otelin arka tarafında manzarada ilk göze çarpan Singapore Flyer, Singapur dönme dolabı. London Eye’dan daha büyük ve dünyanın en büyüğü olduğu söyleniyor ama buraya çıktığınız zaman ona tepeden bakmış oluyorsunuz.
Nehir ağzının karşı kenarında ise Avatar filmindeki yapılara benzeyen çiçek petali görünümü verilmiş, telimsi gergiler arasında havai yaya köprüleri ile dört tanesi birbirlerine bağlanmış, sıradışı mimarileri olan yapıları ile Botanik Bahçeleri ‘’Gardens By The Bay’’ ( www.gardensbythebay.com.sg )bulunuyor. İstridye kabuğu şeklindeki Flower Dome binası ile açık alandaki parkı gezebiliyorsunuz ama tartışmasız en ilginci Singapore The Grove adı verilen ağaç etkisi vermesi için yapılmış fantastik görünümlü kulecikler.
Geldiğimiz yön olan Marina tarafında ise bir futbol sahası, denizin üstüne yapılmış olması ve dolayısı ile tribünlerinde sadece tek tarafta karada bulunması nedeni ile bize farklı geliyor. Tepeden gördüğümüz kadarı ile Singapur Limanı da oldukça büyük. Devasa bir hinterlandı var. Konteyner kuleleri sonsuzluğa sıralanıyor, limanda bulunan gemiden daha fazlası, açıkta denizde bekliyor. Hong Kong ‘dan sonra dünyanın ikinci en yüksek iş hacmine sahip limanı.
Sentosa Adası
Aşağı inip otelin önünde bekleyen taksilerden biri ile Sentosa adasına bizi geçirecek olan teleferik hattının durağına gidiyoruz, Harbourfront durağı. Metro ile de gidilebiliyor ama bulunduğumuz noktadan iki aktarma yapmak gerekiyor, bizde vakit kaybetmek istemiyoruz.
Singapur Cable Car ( www.singaporecablecar.com.sg ) istasyonundan yetişkin 26 SD, çocuk 15 SD olan ve bir gün boyunca geçerli olan gidiş dönüş teleferik bileti alıyoruz. Vaktimiz olsa Sentosa adasına geçmeden önce aksi istikamete giderek Singapur’un tek yükseltisi Faber tepesine çıkıp bir başka açıdan biraz daha manzara seyredebilirdik.
Limanın üstünden giden kısa bir geçiş ile Sentosa adasına geliyoruz. ( www.sentosa.com )Fazla büyük olmayan adanın tamamı eğlence adası olarak düzenlenmiş.
Teleferiğin geldiği hat, adayı ortadan dikine ikiye bölen ana ulaşım aksı ile birleşiyor. Büyük bir Merlion kopyası merkez noktayı işaret etmek için kullanılmış. Adanın kara tarafına bakan yüzü Universal Stüdyolarına ayrılmış. Burada Universal eğlence parkının fazla komplike olmayan ufak bir eğlence parkı versiyonu ile Universal Resort otel, Movenpick ve Hard Rock Hotel yer alıyor. Parka giriş ayrı ücrete tabi.
Adanın okyanusa dönük arka tarafı ise kumlu sahilleri ile plaj ki bu Palawan, Siloso,Tanjong plajları boyunca kafeler, kum spor alanları, şezlongları ile plaj işletmeleri , su sporları merkezi, bir balıkçı köyü imitasyonu ve gösteri alanı var.
Orta merkezin sol tarafı daha sakin, golf klupleri, spa otelleri ve restoranlar bulunuyor. Sağ taraf ise çeşitli ve ayrı ayrı bilet almak kaydı ile binilebilen lunapark eğlencesi vari oyunlara ayrılmış. Ayrıca Singapur tarihini kısaca görebileceğiniz balmumu heykeller olan küçük bir müze ile birde akvaryum yer alıyor.
Çocuklar teleferikten iner inmez, bulunduğumuz tepe noktadan plaja kadar inip kısa telesiyejler ile geri çıkan Ludge ( kızak) a binmek konusunda ısrarcı oluyorlar, Skylane Ludge Sentosa. ‘’One is never enough ‘’ sloganı olan bu oyun sloganını haklı çıkarıyor ve bizimkilere asla bir kere yeterli olmuyor. Çok şükür yorulduklarında plaj tarafına inebiliyoruz. Adada üç ayrı otobüs güzergahı var ve birde sahili boydan boya dolaşan bir tramvay hattı bulunuyor. Plaja, ücretsiz olan bu otobüsler ile iniyoruz.
Sahil elbette doğal bir sahil, öyle doğal ki 5 dakikada arkanızda dünyanın en büyük limanlarından biri olduğunu unutuveriyorsunuz ve kendinizi egzotik bir ıssız adada sanmaya başlıyorsunuz.
Sentosa adası denilince tüm turistik metinlerde yer alan ‘’Songs of the Sea’’ adı verilen lazer gösterisi. Bizde gelmişken eksik kalmamak adına, adayı dik kesen hattın sonundaki adaya ulaşımı sağlayan otobüs duraklarının bulunduğu noktadan gösteriye bilet alıyoruz. Gösteriler ancak hava kararınca 7.40 yada 8.40 da yapılıyor.
Biletler 12 SD, eğer kuyruklara kalmadan özel giriş ve görüş garantili özel oturma alanı isterseniz 15 SD ödüyorsunuz. Gösteri başlayana kadar, bilet gişelerinin arkasında yer alan kafe ve bir iki fast food restoranın olduğu alanda hayatımızın en hızlı Mc Donalds’ını yiyip, yerlerimize geçiyoruz.
Toplam 20 dakika süren bir gösteri bu. Denizin ortasında inşa edilmiş küçük ahşap balıkçı kulübeleri üzerinde fışkıran sulara yansıtılan lazer ışıkları ve ışık oyunları ile oluşturulan hologramvari figürler. Beş altı Singapurlu genç komik ve abartılı bir tiyatroculuk ile hikayenin anlatımına katkıda bulunuyor. Aşkı arayan bir prensesin hikayesi sanırım konu çünkü gençler o kadar itici ki sadece seyrettiğim ve anlamaya çalışmadığım için konuyu kaçırmış olabilirim. Heyecan yaratan bir şov değil ama suya yansıyan ışıklar ve renkler görsellik açısından ilgi çekici gelebilir. http://youtu.be/AhAiipQDBFs
Sentosa adasının geneli şovdan çok daha güzel. Özellikle sahilin tamamını ve golf klubü tarafını gezmek için daha rahat bir zaman ayırmak isterdim.
Clarke Quay
Biletimiz olduğu için otobüsler olsa da yine teleferik ile dönüp, limanı gece ışıkları altında görmüş oluyoruz ve buradan bindiğimiz taksi ile Clarke Quay’e gidiyoruz. Bu arada taksiler oldukça temiz, taksiciler kibar, saygılı ve hemen taksimetre açarak fiyat konusunda şaibe yaratmıyorlar. ( gezinin sonrası için önemli bir not )
Clarke Quay, Singapur Nehri’nin biraz içerisinde yer alan eski antrepoların bulunduğu bölge. Binalar restore edilerek, yol aralarının üzeri orkide çiçeğini andıran kolonatlar ile kapatılmış. Sadece restoranların ve barların bulunduğu Clarke Quay’e güzel bir akşam için geliyorsunuz. Nehir kıyısı boyunca sıralanmış eski antrepo binalarının ışıklı hali ve etrafta yer alan otellerde cephe aydınlatmaları ile mekanın parıltılı görselliğine katkıda bulunuyorlar. Gece yapılan nehir tekne turlarının ahşap Asya ‘ya özgü tekneleri, ışıklar arasında ağır aksak yalpalayarak dolanıyorlar.
Geldiğimizde Alman Oktoberfest’ini kutlayan bir etkinlik olduğunu görüyoruz. Bu yüzden kalabalık gırla ve ABBA müzikleri ile gereğinden fazla hareketlenmiş ortamı oluşturan herkesin elinde bira bulunuyor. İçine düştüğümüz bu coşkulu kutlama, mekana bir artı katıyor olsa da, binaları ve orkide kolonatları ile eski liman bölgesinin oldukça başarılı ve işlevsel bir şekilde renove edilmiş olduğunu düşünüyorum.
Kalabalıktan yer bulamayınca nehrin karşı kıyısında bir kafede oturup rengarenk ışıkları ile Clarke Quay’i karşıdan seyrediyoruz. Her yerde özellikle bulunan bir Singapore Sling deniyorum. 16 SD olan bu kokteyl, cin, şeri, brendi, rom ve nar suyu karışımından oluşuyor. Yanında getirdikleri bol tuzlu yapısı ile ne yalan söyleyeyim her zaman sevmiş olduğum Çin kuruyemişleri, ağırlıklı olarak kavrulmuş pirinç, kaju ve kıtır bezelyeden oluşuyor.
Singapur Sling’i beğeniyorum, Singapur’u da beğeniyoruz. Bir gün yeter demiş olsalar da biz kesinlikle bir gün gelmenin hata olduğunu düşünüyoruz. Gezilecek her yeri hızlı bir tur ile gezdik gezmesine ama daha zaman yayarak iki güne dağılmak, bir geceyi marinada geçirmek daha iyi olabilirdi. Tur olmadan da rahatlıkla gelip, gezerek keyif alabileceğimiz, medeniyetin tavan yaptığı bir şehir Singapur. İklim haricinde olması gereken 21.yy şehir imajını sunuyor ama iklim maalesef biraz zorluyor.
Yine görüşmek istiyorum Singapur, şimdilik HOŞÇAKAL !
bangkok-4-gun-wat-arun-grand-palais
bangkok-5-gun-kanal-turu-yuzen-carsi
hong-kong-6-gun-bangkok-hong-kong
hong-kong-7-gun-hong-kong-adasi
hong-kong-9-gun-lantau-adasi-big-budha